Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Şimdi hepsi değilse de kitapta yer alan bazı yazarlar özelinde, onlar üzerinden konuşmaya başlayalım. Kafka dediniz, o olsun ilki. Sosyalleşmenin getirdiği sıkıntıları yaşıyor. Öykü kişisi genelinden tedirgin olduğu insanlara tahammül etmeye çalışıyor ve doğal olarak bir an önce aslında evden gitmelerini umuyor. “Çabuk Miso Çorbası”nı içsinler ve kendi hayatlarına mümkünse bir an önce geri dönsünler istiyor. Jüri gibi dikilmiş konuklarla baş etmeye çalışmak felaket bir şey onun için. Pişirmeyi aslında pek sevmese de yemek onun için hem külfet oluyor hem bir kaçış. Jane Austen’a atfedilen öyküde de benzer bir durum yaşanıyor... Evet o da bahsettiğimiz tipik İngiliz akşam yemeği partisine bir örnek. İki vesveseli kadının rekabetini okuruz orada. Konfor, zerafet takıntılı, birbirini üstü örtülü kıskanıp hafiften aşağılayan bu iki kadın kişilik savaşına dönüşür tarhunlu yumurtanın yapılış ve sofra düzeninin kuruluş biçimi. Zihin oyunlarıyla birbirlerini alt etmeye çalışırlar. Yemek pişirmenin insan doğasından yüze çıkardığı duygulara güzel bir örnek. IRVINE WELSH’İN ÇİKOLATASI ¥ Türk yemeklerini harika bulan Crick, yemek pişirmeyi annesi ve büyükannesinden öğrenmiş... Raymond Chandler... Asi bir kişilik gibi... Sert viskisini içiyor ve etin üzerine sosu döküyor ardından... Asi değil mi? Tarifi seçip yazara uyarlarken en büyük zorluk yazarın edebiyatçılığının yanı sıra insan olarak da nasıl biri olduğunu kestirmeye çalışmak oldu. Kişiliği, akıllı veya deli yönleri nelerdi? Hafif kaçık da olabilirdi, saplantılı da olabilirdi veya çok sıradan da olabilirdi. Ünlü ve yetenekli olabilirler ama özellerinde sıradan yaşamayı tercih de edebilirler. Bunları kestirmek kolay olmadı. Raymond Chandler’ın yapıtlarını özellikle incelediğinizde anlıyorsunuz ki mutlaka ama mutlaka bir ölü beden olmak zorunda, bir et olmak zorunda. Onun tarifi vejeteryan olamazdı, Raymond Chandler için bu ceza vermek gibi bir şey olurdu. Onun duyularını iyi harekete geçiren bir şey et. Sigarası, viskisi ve bifteği, onun için erkeksi bir şey de bu. Yemeğe yaklaşımı da öyle, haşin! Siz erkeksi dediniz ben maço diyeyim ifadeyi daha da güçlendirerek. Çünkü öyküdeki adam eti pişirirken sarışın bir bombayı düşlüyor bir yandan. Evet metaforik olarak o doğadan beklenebilecek bir şey. Irvine Welsh’e atfedilen öyküdeki kadının içi amma da kararmış.... Tanrım yani... Tabii empati kurarsak hepimizin böyle günleri vardır, etrafımızdakilere, arkadaşlarımıza an olur tahammül edemeyiz, sinirimizi işimizden gücümüzden çıkarırız. Yani yoğun çikolatalı kek de duruma uygun düşüyor. Bir an önce pişmeli ve sıkıntıyı dağıtmalı! Bir de İngiltere’de çikolata bir uyuşturucu gibi. Öyle bir alışkanlık! Bu çikolatalı pasta kırkıncı yaşgünümde benim için de pişirildi ama ben hiç yiyemedim, çünkü konuşma yapma talihsizliğinde bulundum, kimse beni dinlememiş olacak ki konuşmamı bitirdiğimde pastanın tümü bitmişti. Sonrasında kendim de bu pas tayı defalarca pişirdim. Hatta bir seferinde dostlarıma pişirdim fakat görüntü tam bir felaketti, pasta fırının tavanına yapıştı, tabanı da bir tuhaftı. Gerçi tadı harikaydı, tadında hiçbir bozukluk yoktu ama görüntüyü kurtaramadık. Ama yedik tabii çünkü o bir çikolatalı pastaydı, kendi öykümüzde kendi sebeplerimiz özelinde ona ihtiyacımız vardı. Öyküdeki kadının da öyle. Yemek yapar mısınız? Mutfakla aranız nasıldır? Yemek pişirmeyi annemden ve büyükkannemden öğrendim. Çok organize değilimdir, öyle plan falan yapmam, buzdolabını açar ne varsa ona göre bir şeyler pişiririm. Eskiden daha çok yemek pişiriyordum ama bir ay önce evlendiğimden bu yana eşimle paylaşıyoruz bunu. Eşimin üç çocuğu var o nedenle mutfakla asıl içli dışlı olan o diyebilirim. Kitaptaki yemek tariflerinden favoriniz hangisi? Mantarlı Risotto ama aslında hepsi benim favorim. Türk yemeklerini nasıl buldunuz? Türk yemekleri bir harika ama özellikle patlıcan tavaya bayıldım. Devam edelim Virginia Woolf... Sıradan olmayı arzu eden bir kadınla karşılaşıyoruz bu bölümde tıpkı Virginia Woolf gibi. Kesinlikle, Virginia Woolf gibi bir kadın olmak yani dışardaki dünyası küçücük, asıl dünyası zihninde sürekli hareket halinde olmak hali tarife de yansıdı diye düşünüyorum. Yoksulluğu anlamak ve sosyal sorunları ortaya çıkarmak istiyormuş gibi de mütevazıca karar unu roman kişisi. Mutfak onun için de güzel bir laboratuvar oluyor. Marquis de Sade da ilginç. İçi doldurulmuş kemiksiz piliç pişiyor bu bölümde ve... Bir gastronomi felsefesi akıyor. İnsanlığın iştahının geldiği noktayı hissederiz ve ticari bir meta olarak da yiyecek metaforunu görürüz. Yiyecek konusunda özgürlükten yana bir tavır, başkaldırı, mutfağıma dokunmayın der gibi öykü. ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Kafka’nın Çorbası/ Mark Crick/ Can Yayınları/ 88 s. SAYFA 5 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1084