24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Hans Bender hikâyeleriyle ilk kez Türkçede Savaşı yaşayan hikâyeler Alman edebiyatının savaş sonrasında ortaya çıkmış yazarlarından Hans Bender’in hikâyeleri ilk kez Türkçeyle buluşuyor. Kâmuran Şipal’in seçkisi ve çevirisiyle okuyucuya sunulan İlya’nın Güvercinleri, Nazi Almayası’nı ve Bender’in esaret yıllarının hüzünlerini yansıtıyor. Savaşın ortasından çok geri planında yaşanan acıları, sıradan insanların yaşamlarına düşen “gerçek bombaları” yansıtan bu hikâyeler, yazarın kahramanlarıyla bire bir örtüşen, sakin diliyle daha da vurucu hale geliyor. Ë Eray AK eni bu kitabı okumaya iten neden, o küçük dikdörtgen kapağın üstünde kendine yer eden yazarın isimden çok altında, yani “çeviren” isim oldu. Hans Bender ismi elbet çalınmıştı kulağıma bir yerlerden, fakat Kâmuran Şipal ismi çok daha yakın ve güvenilir bir durağı imliyordu benim için. Bu nedenle, düşünmeden açtım kitabın kapağını. Kimleri okumamıştım ki ondan: En başta Kafka olmak üzere, Hermann Hesse, Rainer Maria Rilke, Günter Grass, Thomas Mann... Benim de henüz okuyamadığım daha nice eser ve yazar. “Şipal bu kez de yanıltmaz beni” dedim ve kitabın sayfalarını öylelikle çevirmeye başladım. Peki, yanılttı mı Şipal beni? Tabii ki “Hayır!” Hans Bender, bu kitabıyla Türkçeyle ilk kez buluşuyor. Bu buluşmanın Şipal aracılığıyla gerçekleşiyor olması, hem onun hem de Türkiye’deki okuyucular açısından bir “şans” kanımca. Çağdaş Alman edebiyatının önemli kalemleri arasında gösteriliyor Bender. Ülkesinde de 1919’da doğmasına karşın, geçmişte verdiği ürünlerle hâlâ önemini koruyan bir yazar. Tüm bunlara rağmen, geç kalınmış bu vuslatın sebepleri nedir bilinmez; fakat önünde sonunda gerçekleşmesi, nihayetinde sevindirici bir edebiyat olayı. Türkçeyle ilk kez tanışan yazar hakkında okuyuculara, Bender’in edebiyat yaşamıyla ilgili genel bir bilgi vermek gerekir diye düşünüyorum. Hans Bender, pek çok yazar gibi sanat yaşamına şiirle başlamış. Şiirle dar bir çevrede sesini duyursa da geniş kitlelere ulaşamamış. Bender’in yaşamının dönüm noktası ise İkinci Dünya Savaşı olmuş. 1940’ta Nazi Almanyası’nda askere alınan Bender, beş yıl askerlik yapmış. Savaşta Rusların elinde dört yıl esir hayatı yaşamış. Esaretten kurtulup 1950’de ülkesine döndüğünde ise edebiyat üzerine kurduğu hayallerini gerçekleştirmeye başlamış. Savaş sonrasında, kalem savaşına tutuşan Alman yazarlar arasında yer alıyor. Edebiyatın hemen her dalında ürün vermiş Bender. Roman, deneme, öykü… Bu sanatın “zanaat” kısmının da yükünü taşımış ayrıca. Adeta tek başına gerçekleştirdiği dergicilik faaliyetleri de bunun en güzel göstergeleri arasında yer alıyor. Çıkardığı Konturen ve Akzente adlı edebiyat dergilerinde, daha henüz kimsenin tanımadığı Teneke Trampet’in yazarı Günter Garass’a sayfalarında yer vermiş. Bu da Hans Bender’in çağının edebiyat anlayışından haberdar ve edebiyatı bilen biri olduğunu kanıtlıyor bize. okuyucuya savaşın göbeğinden seslenmiyor. Onun geri planında kalmış, unutulmuş, es geçilmiş yaraları kaşıyor. İncelikli ruh hallerini, yine incelikli bir edebiyat duyarlılığıyla yakalamayı beceriyor. Savaş yıllarındaki insan yaşantılarının küçük, basit ve duygu yüklü ayrıntılarına sokuluyor Bender hikâyelerinin merkezine yerleştirmek istediği hüznü ortaya çıkarabilmek için. Hikâyelerin ana izleği “savaş” olunca, metinler bizi ister istemez Bender’in yaşamına götürüyor. Çoğu hikâye buram buram “yaşanmışlık” kokuyor. Yazarın da savaş yıllarını yaşamış, hatta bu yılları esir olarak geçirmiş yani bu insanlık dramına tüm gerçekliğiyle dokunmuşbiri olduğunu hesaba katarsak, hikâyelerdeki yaşanmışlığın çok da göz tırmalamadığını söylemek gerekiyor. Hikâyeler tam anlamıyla “gerçek” olsa da okuyucu bundan “kurgu” lezzetini duyumsayabiliyor. Bender’in hikâyeleri için “yaşanmışlığı kurgunun içinde çok güzel harmanlamış” demek en doğru tanım olur diye düşünüyorum. Kitabın başında, Hans Bender’in edebiyat dünyasını anlatmak için kaleme alınmış Heinz Schöffler’in yazısında da yazarın bu “gerçeklik” algısı şöyle açıklanıyor: “Gerçekçilik Bender için doğasından kaynaklanan edebi bir misyon niteliği taşıdı hep. O alev alev yanıp tutuşan vizyonlar, gerçeküstü zengin öğeler, o çarpıcı çözümlemeler gibi zamana yönelik yergiler, epik sanatın uzun solukluluğu ve sözcüklerin entelektüel parlaklığı da bu yazardan uzaktı. Bender’in dünyası gözle kuşatılabilen, ılımlı boyutlarda bir dünyaydı; düzyazıları gözle algılanabilen ‘an’ın kayda geçirilişiydi” (s. 18). KONU, KAHRAMAN VE DİL “Gerçeklik”, yazarın tüm öykülerine sinmiş bir durum. Bu gerçekliğin en güzel anlatıldığı hikâyeler de yine “en gerçek” olanlar; yani yazarın yaşanmışlığından, esaret yıllarından beslenenler. Özellikle “Kurtlar Geri Geliyor”, kitaba ismini de veren “İlya’nın Güvercinleri” ve “Koyun Kanı”, yazarın savaş yıllarının ruh hallerini, hassasiyetlerini, geri planda yaşanan özlem ve trajedileri net bir şekilde gözler önüne seriyor. Yazarın hikâyelerinde kullandığı dili ve kahramanları da bu gerçeklik algısının dışına taşmıyor; onunla bire bir örtüşüyor. Bender’in dili, hikâyelerinde o basit gerçeklikten doğan “samimiyeti” örtecek ağırlıkta değil. Hikâyelerin hak ettiği dili kullanmış yazar. Sakin, okuyanı kavrayan, sarıp sarmalayan, sıcak bir dili var. Yazarın hikâyelerine seçtiği kahramanlar da bu durumun aksini yaratacak kişilerden seçilmemiş. Savaşın derinlikli ruh hallerini yansıtan ama buna rağmen yine de “sıradan” insanlar onun kahramanları. Bender’in hikâyelerinde konu, bu konuyu anlatırken kullanılan dil ve konunun kahramanları birbiriyle tamamen örtüşüyor. Bender’in bu hikâyelerinde kahramanların birbirleriyle diyalogları çok önemli yer tutuyor. Onların konuşmaları üzerinden dallandırıyor Bender hikâyelerin büyük çoğunluğunu. Hatta bu tarzdaki hikâyelerde yazardan çok kahraman kuruyor metni. Bender’in yapmak istediklerini “Yarım Güneş”teki kahramanı şöyle açıklıyor: “Ben başı, sonu olmayan hikâyeler yazmak isterim; yazar değil de hikâye kişileri, asıl onlar yazmalı hikâyeleri” (s. 112). Bender’in hikâyeleri bu yönüyle “Hemingway” tadı veriyor okuyana. Bunun karşılık, yazarın konuşmalardan çok anlatım gücünü sergilediği hikâyelerin lezzeti daha ayrı bir yer tutuyor. İlya’nın Güvercinleri’nde kuruluşu ve yapısı bakımından en dikkat çeken hikâye ise “İyi Kışlar, Garson.” Aslında bu hikâye, “hikâyenin öyküye evrildiği” noktada duruyor. Yazar burada, lüks bir restoranda çalışan garsonun bilinç akışında kuruyor metni ve neredeyse hiç diyalog yer almıyor. “İyi Kışlar, Garson”, bu yönüyle kitaptaki diğer tüm “hikâyelerden” belirgin bir biçimde ayrılıyor. Türkçede ilk kez okuma fırsatı bulduğumuz Hans Bender, tıpkı Almanya’da olduğu gibi Türkiye’de de uzun yıllar okunabilecek bir yazar. Bugün değilse bile ileride umarım fark edilir. Fakat, Hans Bender ile Kâmuran Şipal çok daha özenli bir dizgiyi hak ediyor. Yer yer hikâyelerin lezzetini kaçıran bu yanlışlar da umarım fark edilir. ? e.erayak@gmail.com İlya’nın Güvercinleri/ Hans Bender/ Çeviren: Kâmuran Şipal/ Gürer Yayınları/ 222 s. SAYFA 13 B İLK KEZ TÜRKÇEDE Hans Bender’in İlya’nın Güvercinleri adını taşıyan ve Türkçeye kazandırılan bu kitabı, yazarın hikâyelerinden Kâmuran Şipal tarafından yapılmış bir seçkiden oluşuyor. Kitapta, Bender’in kaleminden çıkmış on yedi “hikâye” yer alıyor. Kitabın çevirisinin Kâmuran Şipal tarafından yapılmasının bir şans olarak görülmesiyle birlikte, seçkinin de ona bırakılmasını aynı şekilde karşılamak gerekiyor, çünkü Şipal, Bender’in yapmak istediği edebiyatı ve onun yıllar boyu gelişen “hikâye kaleminin” farkında biri olarak hayata geçirmiş bu seçkiyi. Burada, “seçki anlayışının” nelere dikkat edilerek yapılması gerektiğini hakkında adeta ders de veriyor Şipal. Bu, çevirmenin kitaba aldığı hikâyelerden de kolayca anlaşılıyor. Okurken bunun rahatlıkla farkına varılıyor. Kitaptaki hikâyeler, Bender’in gerek bu türdeki gelişimini gerekse de dildeki hassasiyetinin aşamalarını çok güzel bir şekilde yansıtıyor. Bu bağlamda İlya’nın Güvercinleri’nde, Bender’in öykü dünyasının nitelikli bir yansımasını görüyoruz. Kitapta, Bender’in öykü dünyasını besleyen en önemli etkenin “savaş” olduğu göze çarpıyor. Hemen her öyküde savaşın farklı bir halini, bambaşka bir yüzünü görüyoruz. “Hüzün” ise bu hikâyelerde farkına varılan, hissedilen başat unsur olarak ortaya çıkıyor. Savaş yıllarında “esaret acısının” tadına bakmış bir yazar olarak Bender, bu hüznü hikâyelerinin içine ustaca yerleştiriyor. Fakat Bender, ana izleği savaş olmaEdebiyatın hemen her dalında ürün vermiş Hans Bender. Rosına karşın, öykülerinde man, deneme, öykü… CUMHURİYET KİTAP SAYI 1084
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle