03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ahmet Ada’dan ‘Paçalı Bulut’ ve ‘Modern Şiir Üzerine Yazılar’ ‘Şiir üretildikçe yeni biçimsellikler kazanmalı’ İnsanı ve hayatı tüm yönleriyle imgelere büründürerek anlamlandırma uğraşında olan ve şiirin bir umut, yaşamsal bir ihtiyaç olduğu inancını yitirmemiş bir şairyazar Ahmet Ada. Çıktığı bu keşif ve yaratıcılık yolculuğunda doğa tüm yönleriyle kendisine pusula. Kırk yıldır bu pusulayla yaşanılır bir dünya için insana ve yaşama usanmadan ulaşma çabasında. Bilindiği gibi sadece şiir üretmeyen, poetik yazılar da yazan bir şair. Ada’nın poetik yazılarını kapsayan Modern Şiir Üzerine Yazılar ve son şiir kitabı Paçalı Bulut üzerine konuştuk. Ë Neslihan PERŞEMBE 008’de yayımlanan Modern Şiir Üzerine Yazılar adlı kitabınızda Nâzım Hikmet’ten başlayarak Behçet Necatigil, Cemal Süreya, Sezai Karakoç, Hilmi Yavuz, Celâl Soycan’a yer vermiş, bu şairleri incelemişsiniz. Sizin şiirinizi de kapsayan modern şiire kısa bir bakışla değinir misiniz? Türkiye’de modern şiir yirminci yüzyılın ilk yıllarında yazılmaya başlandı. İlk önemli atılımı Nâzım Hikmet yaptı. Nâzım Hikmet, o güne kadar çok etkili olan klasik Divan şiirini bırakıp serbest şiire yöneldi, dünya şiirini tanıdı, Rusya’da Mayakovski şiirini keşfetti. Türk şiirinin geleneğini de iyi biliyordu Nâzım. O geleneğin üstünde yükselen bir şiir kurmaya çalıştı. Türkiye’de modern şiir Nâzım’la başladı denebilir. Nâzım’dan bir önceki dönemde Ahmet Haşim şiirini de anmak gerekli. Ahmet Haşim de modern şiirin gerek anlamsal gerekse biçimsel yapısını değiştiren önemli bir çıkış yapmıştır. Fakat Haşim’in yaptığı çıkış daha çok geleneksel Divan sesleri üzerine kurulduğu için yeni bir şey değildi. Nâzım Hikmet’in yaptığı yeni bir şeydi, çünkü Türkçenin olanaklarıyla sil baştan modern şiir kurmak gibi bir görevi üstlendi. Nâzım’ın şiirde denemediği bir şey yok değil mi? Evet yok. Özellikle klasik Divan şiirini, halk şiirini bilmesi, Türkçeyi gayet iyi kullanması, bunların bileşeni olan modern bir şiir kurmasına yol açtı. Onun genç yaşta Marksizmle de tanışması dünyaya bakışını, ufkunu genişletti. Aynı zamanda şiir ufkunu da. Nâzım Hikmet’ten sonra gelen en önemli hareket; orta sınıf insanının şiirini yazan Orhan Veli ve arkadaşları tarafından oluşturulan Garip akımı oldu. Garip şiiri, gündelik dili olduğu gibi şiire taşıdı. Kolay yazılan bir şiir izlenimi vermesine rağmen gündelik SAYFA 16 2 dilin edasını kullanarak kendilerine özgü bir şiir kurdular. Halka yakın bir şiirdi. Fakat şiirlerinden imgeyi dışladılar, imgesiz bir şiir ürettiler. Yani şiirin bütününde imgeyi bir imkân olarak kullanmayı istemediler. Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday şiiri böyle bir şiirdir. 1950’lerde İkinci Yeni kendiliğinden doğan bir hareketti. Daha çok dönemin; İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki bunaltılı yılların Fransız toplumunda yaşanılan o olgular, şiir devinimleri, İkinci Yeni şairlerin o şiirden etkilenerek Türkiye’de yeni bir şiir kurmalarına yol açtı. Gerçeküstücülükten büyük ölçüde etkilendiler. İmgeyi yeniden şiire taşıdılar. 194050 yıllarda Yahya Kemal’den Necip Fazıl’a, Dağlarca’dan Behçet Necatigil’e, Asaf Hâlet Çelebi’den Cahit Külebi’ye, Tarancı’dan Dıranas’a uzanan çizgide birçok farklı şiirler yazıldı. Çağdaş Türk şiiri bu şairlerle zenginleşti. ‘ŞİİRİMDE EVRENSEL İNSAN OLGUSUNU AKDENİZLİLİK BİLİNCİYLE YANSITMAYA ÇALIŞIYORUM’ “Paçalı bir bulut/ girmiş gözüme, ondan mı bozbulanık/ görüyorum denizi/ ve kocaman gözlü eşeği.” 20082009 yılları arasındaki çalışmalarınızı kapsayan, son şiir kitabınıza ismini de veren “Paçalı Bulut” adlı şiirinizde ve diğerlerinde “insan” ve “doğa”nın bir dil alışverişi gözlemleniyor. Bu anlamda okur organik imgelerle karşıyor. Ancak bazı imgeler daha çok yer alıyor. Örneğin; geyik, eylül, bulut, deniz gibi. Bu imgeleri çok kullanmanız la ilgili görüşlerinizi öğrenebilir miyim? Bu imgelerin rastlantı olmadığı şuradan belli ki, içinde yaşadığım oda ve mekân birdenbire değişiverdi. Ben 2002 yılında Mersin’e yerleştim. Mersin’e yerleştikten sonra çocukluğumun geçtiği o doğaya yeniden dönüş oldu. Bu nedenle “deniz” olgusu şiirlerime daha fazla ve ütopik düzlemde girmeye başladı. Hatta denizi daha adil, özgür bir ülke olarak düşlemeye başladım. Tıpkı Yunan şiirindeki İthaka gibi. Deniz, bende böyle bir anlam taşımaya başladı. Bunun yanı sıra Akdenizlilik olgusu girmeye başladı, çünkü Akdeniz’in çevresi, Akdeniz insanı, o mekânın, kültürel yapının oluşturduğu insanı Mersin’de bütünüyle yaşamaya başladım. Kent, şiirime büyük ölçüde girmeye başladı. Neden derseniz; insanın burada yaşadığı tinsellik Orta Anadolu’da yaşadığı tinsellikten farklı. Buradan baktığın zaman bütün Ortadoğu’yu, bütün Mezopotamya’yı, İtalya’yı, Cebelitarık’ı, Bağdat’ı, Kudüs’ü, Irak’ı ve oradaki olguları görebiliyorsun. Göç olguları, yapılan savaşlar... Yaşanan trajik hayatın birer öğesi olarak bedenimde bunları hissediyor, yaşıyor, duyuyor ve yazıyorum. Seçtiğim ve birleştirdiğim sözcükler hep bu mekânın, coğrafyanın, insanının tinselliğini, var oluş kaygılarını, ölümdirim sorunlarını ortaya koyan sözcükler ve o sözcüklerin eşdeğerleri birleşerek imgeye dönüşüyor. Yeni yazdığım şiirlerde de evrensel insan olgusunu Akdenizlilik bilinci içinde yansıtmaya çalışıyorum. Mersin’den söz açmışken “Varlık göz olup soyunur bende/ Sabahın bu erken saatlerinde/ Mersin’de bu çok sevdiğim kente/ Sevinçten kördüğüm olurum” dizelerinin yer aldığı “Kördüğüm”, “Kırık Bölge”, “Hayata Bağlılık” adlı şiirlerinizde ve birçok şiirinizde Mersin çarşılarından geçen bir gölgeyle, deniziyle, yaylasıyla kısacası bereketiyle yer alıyor. Bir şehrin şairi kabul edişi üzerine görüşlerinizi almanın yanı sıra şunu sormak istiyorum: Şehir şairin dünyasında insanlaşınca mı yer alır? KENT CANLI BİR VARLIK... Kuşkusuz öyle. Kent canlı bir varlık gibi. Bu kentte yaşayan insanlar farklı kökenlerden, ırklardan, dinlerden gelmişlerdir ve hepsi bir arada yaşar. Mersin mezarlarında bir Hıristiyan’la bir Müslüman yan yana gömülüyor. Böyle bir kent burası. Burada kilise, cami, havra hepsi bir arada. Kardeşçe yaşanabiliyor. Bu kardeşliği bozmak isteyen olursa kuşkusuz şiirlerimizde sürekli müdahale etmeye, karşı durmaya çalışıyoruz. Kent aynı zamanda bir uygarlığın simgesi gibi. Bu olgu özellikle burada görünebiliyor. Kilikyalılardan Hititlere, Bizanslılara, Romalılara, Selçuklulara çıkan, o kervansarayların geçtiği, ipek yollarının yer aldığı bütün bu uygarlıkların, tarihsel mirasın da burada sahibiyiz. Anadolu zaten geçmişte uygarlıkların başkenti olmuş... Evet, öyle. Bakın Mersin’i ben, Kavafis’in yaşadığı İskenderiye’yle eş tutarım. Kavafis nasıl İskenderiye ile özdeşleşmişse, Özdemir İnce, Celâl Soycan, Sadık Yaşar, Mithat Çelik nasıl Mersin ile özdeşleşmişse ben de öyle özdeşleştim. Ogün Kaymak şiiri de artık Mersin’i solumaya başladı ve bu soluma giderek hız ve iv¥ me kazanacak. Ben bu kente ilk Ahmet Ada, ‘Modern Şiir Üzerine Yazılar’ adlı kitabında Nâzım Hikmet’ten başlayarak Behçet Necatigil, Cemal Süreya, Sezai Karakoç, Hilmi Yavuz, Celâl Soycan’nın şiirlerini incelemiş. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1084
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle