03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Haldun Hürel’den ‘İstanbul’un Ansiklopedik Öyküsü’ ‘İstanbul’un tarihi eserlerine en çok değer veren Atatürk’tü’ Bir Sevmek Bin Defa Ölmek Demekmiş ve Sevenler Ağlarmış gibi dillere pelesenk olan şarkılara imza atan Üç Hürel grubunun üyesi Haldun Hürel, bu kez yeni kitabıyla gündemde. İstanbul araştırmacısı yazar, İstanbul’un Ansiklopedik Öyküsü isimli kitabında, okurlarını, yedi tepeli şehrin mahalle, semt, cadde, sokak, yokuş ve çıkmaz isimlerinin gizemli yolculuğuna çıkarıyor. Müzisyen, öğretim üyesi ve İstanbul araştırmacısı yazarla eserinden yola çıkarak geniş bir yelpazede konuştuk. Ë Serkan KARA ürkiye sizi şarkılarınızla tanıdı. Kitap yazma fikri nereden çıktı; üstelik bu on üçüncü kitabınız? Müzik yaptığımız yıllardan da önce yazın dünyasıyla ilgiliydim. Ortaokuldayken kurşunkalemle yazdığım bazı öykülerimi hâlâ saklıyorum. Sanat, kültür, benim küçük yaşlardan bu yana takıntımdı. İstanbul’a ilgim, onu keşfetme arzum da zaten bu yıllarda başladı ama okullarda bir gün bu konuda dersler vermek, kitaplar yazmak gibi bir düşüncem doğrusu yoktu. Sadece not tutmak, keşfetmek ve öğrenmek arzusuyla sokaklara atıyordum kendimi. Ta ki, üniversite çağlarına dek. O tarihlerden sonra daha bilinçli araştırmalara yöneldim, klasörler dolusu belge, bilgi topladım, biriktirdim, okudum, okudum. Bu işler her şeyden önce aşk ve sevgi işi. ‘HİÇBİR KİTABIMDA AKADEMİK DİL YOK’ Peki, okuyabilecek miyiz bu öyküleri? Şimdilik hayır. Ama bir ikisinin isimlerini vereyim; “Güneşteki Leke Gibi”, “Anten Üzerinde Bir Karga.” Ayrıca, çok sevdiğim yazar Edgar A.Poe’nun öyküsünden uyarladığım “Hüzünler Evi” isimli bir senaryo çalışmam var. Akademik kimliği olan birisi olarak neden akademik bir ansiklopedi değil de, ansiklopedik bir öykü yazdınız? Benim hiçbir kitabımda akademik bir dil yoktur. Yirmi cilt ansiklopedi de yazsam, benim üslubum bu. Ayrıca pek de hoşlanmam akademik tarzdan. Her ne kadar üniversitelerde akademisyensem de, aslında ben sokak adamıyım, masa başı değil. Benim için iç dünyanın dışa vurumu önemlidir. İstanbul’la ilgili gördüğüm olumsuzlukları, tüm kızgınlığımla satırlarıma aktarmaktan çekinmem. Olumlu yaklaşımları, mutluluğumu da aynı şekilde... Kitap için nasıl bir çalışma yöntemi izlediniz? Yöntemim, sokaklar, sokaklar. Önce tüm İstanbul’u santim santim dolaştım, fotoğraflar çektim, 1314 yıl!.. Beri yandan da delicesine okuyup araştırıyordum. Kütüphaneler evim gibiydi. Çok kitap sahibi oldum, iyi sayılabilecek bir SAYFA 14 T kütüphanem var ve sürekli büyüyor. Yazkış, hemen her gün sokaklarda saha araştırmaları yaptım. Bir gün içinde 78 kitabı birden kısım kısım okuyor, araştırıyor, notlar alıyordum. Ansiklopedim baskı için son aşamaya geldiğinde bile sayfalara madde ekliyordum. Bu hâlâ devam ediyor, zira hacmi büyüyecek ve belki ayrı bir cilt daha olacak. Sokak ve cadde isimlerini belirlerken hangi kriterlere dikkat ettiniz? Tek ölçütüm, o yolun adının tarihi bir anlam taşıyor olmasıydı. Yoksa güneş sokak, lale sokak, sümbül sokak, şen sokak gibi, herhangi bir tarihi özellik arz etmeyen yolların bu kitapta yer almasını düşünmedim tabii. Emre Kongar bir yazısında, “Beyoğlu Belediyesi, konsolos anlamına gelen Şehbender Sokağı’nın adını, Şeyh Bender olarak değiştirmiş. Yani Konsolos sokağı, varlığı bilinmeyen bir şeyhin adı ile anılan sokak olmuş. Eminönü Belediyesi, hamalların sırt yüklerini taşırken dinlenmek için kullandıkları taşın bulunduğu Mola Taşı Sokağı’nın adını Molla Taşı olarak değiştirmiş. Dinlenmek, mola vermek için kullanılan taşın sokağı böylece mollaların yani din adamlarının taşının bulunduğu sokak olmuş; ne demekse Molla taşı?” diyor. Sizin de kitapta bahsettiğiniz gibi İstanbul’daki sokak ve cadde isimleri sürekli değişir durur, bunun en önemli sebebi ne? Bu isimleri verenler kimlerse, bir bilene sorsunlar hiç olmazsa. Hâlâ var böyle sokaklar. Barbaros Bulvarı’nda örneğin. “Jan Mektebi Sokak” diyor. Acaba bu bir gayrimüslim şahıs ismi mi? Nereden bilsin oradan geçip yazıyı okuyanlar? Oysa bu “Jandarma Mektebii”. Bir yere sığdırıversinler canım oradaki “Jandarma”yı. Bir de yine, “Akif Efendi Sokağı” diyor. Tamam da, hangi Akif bu? Bestekâr mı, şeyhülislam mı, nazır mı, müşir mi, denizaltı komutanı mı? Niçin bir unvan, bir belirleyici isim yazılmaz? Tabelada yer müsait oysa. Bir yöntem bul sığdırıver, o da senin işin, ben mi yazacağım o tabelayı! Hem böylelikle sokaktan geçenler de bir şekilde oranın anlamını daha iyi öğrenir, o kişi Haldun Hürel, İstanbul’la ilgili olumsuzlukları tüm kızgınlığıyla satırlara dökmekten çekinmiyor. yi daha ayrıntılı tanır. Bunlar çok önemli, öyle, “ben yaptım oldu” gibi bir yaklaşımla bu işler halledilmez. İstanbul tarihinin en ince ayrıntısına bile azami dikkat gösterilmeli. ‘SOKAK VE CADDE İSİMLERİ İSTANBUL’UN TAPU SENEDİ’ Sokak ve cadde isimlerinin değişmesinin insanlara nasıl bir etkisi oluyor? Bence bu, insanın geçmişiyle ilgili bağlarının kopması kadar önemli. Zaten tarihten önemli ölçüde kopartılmış İstanbul’un, hiç olmazsa eski günlerden anılar taşıyan, unutulmaz kişiliklerin hâlâ aramızda yaşıyor gibi olmalarını sağlayan bu sokak tabelalarıyla artık oynamayı bırakalım. Bunlar İstanbulumuzun “tapu senetleri”dirler!.. Sizce İstanbul’a en çok zarar veren, bu şehrin tarihi görünümünü ve eserlerini yok eden yönetici kim? İstanbul’a hizmet eden tüm yöneticilerin bu “dünya kültür başkenti”ne sevgiyle yaklaştığına inanıyorum. Burada sorun, “hangi zihniyetle” yaklaşıldığı!.. Biri gelir, tarihi sever ve gözetir, öteki gelir asfaltı, betonu ve arabayı yeğler!.. Kimi de gökdeleni, rantı!.. Sonuçta hepsi hizmet etme anlayışıyla yola çıkıyor ama yöntemler hatalı!.. Peki, İstanbul’a en çok değer veren, şehrin tarihi eserlerini ve görünümünü yok etmemek için büyük bir çaba sarf eden yönetici kim? Hiç kuşkusuz ki, Atatürk!.. Mimar Sinan’ın bir heykelinin de yapılmasını ilk olarak arzu eden odur. İşgal yıllarının harap olmuş İstanbul’undaki pek çok caminin, eski eserin onarılıp ayağa kaldırılmasını isteyen yine Atatürk’tü. Sadece İstanbul’da değil, Kurtuluş Savaşı yıllarında Anadolu’da perişan duruma düşmüş Selçuklu eserlerinin bizzat isimlerini vererek ayağa kaldırılmasını ve yaşatılmasını emreden de Atatürk’tü. İstanbul’un eski belediye başkanlarından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın sizce bu şehre yararı mı oldu, zararı mı? Mutlaka yararı çok olmuştur. Ama az önce de söylediğim gibi İstanbul’un şu güne dek, özellikle “Tarihi Yarımada”nın bir açık hava müzesine dönüştürülmesi için ele alınan düşüncelerin bir türlü yaşama geçirilememesi sorununun ortadan kaldırılmış olması gerekiyordu. Yine de örneğin, Galata Perşembepazarı esnafının buraları boşaltması ve Galata’nın tarihi yüzünün sergilenmesinin sağlanması isteğinde diretmesini çok desteklediğimi belirtmek isterim. Ama bakınız, bu bölge tüm salaşlığı ile hâlâ olduğu gibi duruyor. Üstelik sahil kısmındaki parkın perişanlığı ve buradaki eski eserlerin, hatta Mimar Sinan’ın heykelinin feci akıbetleri ortada. Böylesine göz önündeki bir tarih alanının bu denli perişan halde bırakılmış olmasından duyduğum üzüntüyü tarif etmem olanaksız. Kadir Topbaş’ı nasıl buluyorsunuz? Özellikle Tarihi Yarımada’nın “tarihi yüzüne” yönelik birtakım çalışmalarını olumlu buluyorum ama yeterli düzeyde değil. Fatih Belediyesi de bu konuda elinden gelen gayreti gösteriyor. Bu arada “Sulukule Projesi”nde çok hassas düşünülmeli. Kara surlarının durumu da çok kötü. Buralarla ilgili kim ne düşünüyor, doğrusu bilmiyorum. Ayrıca, Yarımada’ya bir ilçe olarak “Fatih” isminin konması bence iyi niyetli bir yaklaşım olmasına karşın yılların “Eminönü”süne biraz haksızlık edilmiş. Bu eşsiz benzersiz tarihi topoğrafyaya “Tarihi Yarımada İlçesi” denmesi çok daha iyi olurdu. Yabancılar da bu bölgeyi daha çok bu isimle biliyorlar zaten. ‘ELLER HAVAYA VARKEN KİM DINLER Kİ BU SAATTE ÜÇ HÜREL’İ’ İki ayrı eser üzerine çalışıyormuşsunuz. Bunlar da İstanbul’la mı ilgili? İki değil, üç!.. Biri roman, İstanbul’un on yedinci yüzyılında geçiyor. Daha ayrıntıya girmeyeyim. Diğerleri ise, ansiklopedinin ikinci kısmı için sokak, cadde, mahalle, semt çalışmaları devam ediyor. Üçüncüsü ise, henüz adını koymadığım, İstanbul’la ilgili öyküler bütünü. Peki, yeni bir albüm yapmayacak mısınız? Demek şimdi de sıra yine müziğe geldi, öyle mi? Müzik içimizde yaşıyor zaten. Arada toplanıp bir şeyler üretiyoruz. Albüm değil de bir “single” çıkartabiliriz belki. Bu şarkının adı kondu ve bitti. Her şeyi ile hazır. Ama yine de bekliyoruz. Hiç yayımlamayabiliriz de. Şu andaki müzik piyasası bize pek uygun değil zira. Kim dinler ki bu saatte Üç Hürel’i!.. Eller havaya varken!.. Şarkının ismini ve sözlerini merak ettim doğrusu... Son “single” şarkımızın adı; “Sanki”. Güftesini şimdilik yayımlamama kararımız için bizi bağışlayın. ? İstanbul’un Ansiklopedik Öyküsü/ Haldun Hürel/ Kapı Yayınları/880 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1084
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle