Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
bir şey vardı: Arkadaşlar hepsi birbiriyle konuşuyor ama bir araya zor geliyordu. Ben geldiğim zaman bir hareket oluştu. Çünkü ben her gün şiire çalışan bir insanım. Arkadaşlara yaşım da elverdiği için diyordum ki: “Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz?” Onlar da “bir şey yapmadık” diyordu. “O zaman yapacaksınız” diyordum. Şiir süreklilik gerektirir. ‘BELKİ BEN HÜZÜNLENMEKTEN HAZ ALAN BİR İNSANIM’ ¥ kez geldiğim zaman burada şöyle “Eylül ki olsun benim de solgun giysim/ hüzünlü özgürlüğüm bölünmüş zamanla/ nasılsa bir orman gibi sevdim/ kuşları kentin sokaklarında.” Kimi zaman dökülmüş yapraklarıyla çağırdığınız, kimi zaman can sıkıcı bulduğunuz sonbaharın habercisi Eylül, Paçalı Bulut’da çokça karşımıza çıkıyor. Eylül’ün şiirimizdeki ve sizdeki önemi ne? Mevsimler… Her mevsim benim için çok önemlidir. Ama Eylül ağırlıkta gibi… Eylül’ün ağırlığı şuradan gelir: Eylül bende hep masumluğu, saflığı çağrıştırır. Zulme uğrayan bir doğayı hissederim ben. Doğa sanki zulme uğramıştır da yapraklar da o anlamda dökülmüştür. Buradan yola çıkarak Eylül bana; halkların, o masum halkların savaşların içinde perişan olmasını, zulme uğramasını çağrıştırır. O bakımından Eylül benim için çok önemli bir aydır. Belki ben hüzünlenmekten haz alan bir insanım. Yaprak dökümünün yaşanması… Evet, onun da etkisi vardır mutlaka. Çok basit şeylerden hüzünlenirim. Sözgelimi yerli filmlerde de ağlamaklı olurum. Öyle bir yapım var. Fakat kitapta Eylül’ün yanı sıra günümüzün gerçekliğine göndermeler de var. Hrant Dink var, onun öldürülüşü var. “Yaz mı Dediniz” şiirinizde Aram Tigran var. Aram önemli bir Ermeni müzisyen. Aynı zamanda Türkçe de söylüyordu. O da çok hüzünlü bir şekilde, kendi toprağına Diyarbakır’a gömülmek istedi ama buna izin verilmedi. Yaşadığımız dünyada insana ters gelen, insanın yadsıması gereken, insanın doğasına aykırı ne varsa şiirimde yer alır. İstiyorum ki benim şiirimi âşık olan da okusun, mazlum bir insan da okusun, bireysel boğuntu içinde olan bir insan da okusun ve tünelin ucundaki ışığı görsün. Belki toplumcu oluşumdan gelen bir davranış, bir tutumdur, bilemiyorum. İlk şiirlerinizde halk şiirinden etkilenmeler vardı. Bundan biraz uzaklaşma mı oldu? İlk şiirlerimde yerel sözcükler daha fazla vardı. Şimdi iletişim dilini yadsıyan bir şiir dili oluşturma çabasındayım. İletişim diline dayanan ama iletişim dilini de yadsıyan bir şiir diliyle yazıyorum. Bu şiir dilinin lirikliği elbette tartışılmaz. Öteden beri şiirlerimde lirizm başat öğedir. Geniş zamanların bilgesi dediğiniz Cemal Süreya, kitabınızda en çok yer verdiğiniz şair. Şairin Paris’teki izlenimlerini aktaran “Rokoko” adlı şiiriyle ilgili yazınızda “şairin yurdu dünyadır” diyorsunuz. Yerelle evrenselin iç içe girdiği bir dünyayı anlatarak şair sınırları kaldırır değil mi? Kuşkusuz. Şair sınır tanımaz. Özgürlükte de sınır tanımaz, dünyada da sınır tanımaz. Dünyadakilerin kardeş olmasını düşler, amaçlar. Dünya daki savaşlar, özellikle küresel kapitalizmin yaptığı zulümler artık boğazımıza kadar geldi. Bugün muhalif ruhu şiirlerimize taşımak gerekiyor. Bugün İsrail yönetiminin yaptığı Filistin’deki zulüm kabul edilemez. Sosyalistlerin, ilericilerin, devrimcilerin en az Müslümanlar kadar Filistin davasına eğilmeleri gerekiyor. Şiirde güncel olan işlenir mi diye bir soru var. Yetenekli, birikime dayanan, donanımı olan şairler çoktan aştı bunu. Yaşadığımız dünyaya da, şiirlerimize de damgamızı vurmak zorundayız. Hangi mekânda yaşıyoruz, hangi zamanda yazıyoruz, ipuçlarını şiirimiz vermek zorunda. Sonra ileride bunun hesabını bizden sorarlar. Otuz, kırk yıl sonra okur sorar, şair hangi mekânda yazmış diye? Benim şiirimde niye Mersin var? İskenderiye, Atina, Beyrut var? Oralara göndermeler var, oralarda yaşanan acılar var çünkü. Oralarda Akdeniz insanın buluştuğu bir ruh var. Sözgelimi Hayfa Limanı nasıl bir limandır? Merak ederim. Şiirin izleğini belirleyen şeyler bunlar. Filistin’de de portakal yetişiyor, Beyrut’ta da ve Hayfa Limanı’ndan aktarılıyor. Meyvelerle, sebzelerle bile dünya kardeşliğine bağlıyız. Benim evim, Mezitli diye bir semtin giriş noktasında. Oturduğum yerden Beyrut’a da, Trablusgarp’a da, Roma’ya da, Balkanlar’a da, Akdeniz’e de, Filistin’e de, Irak, İran’a, Pakistan’a da bakmak zorundayım. O sorumluluğu hissediyorum. Oralarda insani şeyler yaşanıyor, görmek zorundayım. Onları görmedikten sonra sen şair olmuşsun ne işe yarar? Şiirin bir işlevi varsa işte bu noktadadır. Yani insani trajedileri şiirinde yansıtman gerekiyor. Şiir gösterir çünkü. İNSAN VE YAŞAMDAN YANA Veysel Çolak’ın çok sık belirttiği gibi “şiir insandan ve yaşamdan yana olmalı.” Şiir kendi içinde Veysel’in dediği gibi bir devrim yaşamak zorunda. Şiir üretildikçe yeni biçimsellikler, yeni anlam katmanları kazanmalı. Çünkü hayat değişiyor ve o hayata uygun bir şiir yazmak zorundayız. Hayatın gerisinde kalmamalı… Hayatın gerisinde kalanlar da var. Benim kuşağımın şairlerinin çoğu hâlâ 70 duyarlılığıyla şiir yazıyor. Orada kalmışlar. Geçmişin kültürel yaşantısı içinde değiliz oysa. 2000’lerden sonra sermaye artık basımyayım ve iletişim alanına da yatırım yapmaya başladı. Yatırım yapmaya başlayınca yeni televizyonlar kuruldu, gazeteler yayımlandı, çokkutuplu oldu medya ve kör topal ilerleyen yayın sektörü de değişti. Yayın sektörüne de banka sermayesi yatırım yaptı. Yeni bir dizge oluşturdu. 1940’larda Almanya yaşamış bu oluşumu, biz bugünlerde yaşıyoruz. Adorno bu dizgeye “kültür endüstrisi” demiş. Bizdeki kültür endüstrisi bugün kör topal ilerliyor. Hâlâ dar bütçeyle de çalışan yayınevleri var ama bunun yanı sıra büyük sermayenin yatırım yaptığı alanlar da var. İşte o büyük sermaye her şeyi tekeline almaya çalışıyor. Büyük sermaye niye giriyor? Çünkü kültürü de değiştirmek, kendine benzetmek istiyor. Bu incelenmesi gereken bir alan. ? Modern Şiir Üzerine Yazılar/ Ahmet Ada/ Diagraf Yayıncılık/ 176 s. Paçalı Bulut/ Ahmet Ada/ Artshop Yayınları/ 56 s. SAYFA 17 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1084