Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
D alışma düzeni olmasa yaşamanın akışı nasıl anlam kazanırdı? İster fikir işçisi olsun, ister beden işçisi; aradığı düzen içinde çalışma savaşımı vermezse, insan, kendine saygısını koruyabilir mi? Ev içi işlerinden büyük bir işyerinin çalışma düzenine doğru, yaşamaya biçim veren bir çalkantıdır gidiyor. O çalkantıyı anlamak, o savaşımı yorumlamak isteyen bir işçi edebiyatımız var mı? Çalışma düzenine öncelik tanıyarak yaşamayı yorumlamak yerine, iş ayrıntıda kalıyor da, yüzeysel olarak insana bakıyorsak, yaşamayı yeterince anlamış olabilir miyiz? Eninde sonunda edebiyat insana bakış anlamına gelse de, doğayı anlatırken bile, insan emeğiyle biçimlenen bir doğayı özleriz. Emeğe öncelik tanımadan bir edebiyat eserini oluşturmak biçem özelliği sayılsa bile, yeterli olmaz. Arif Berberoğlu eğinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN İşçi Edebiyatı “Sonra kuşlar havalandı gözlerimden eğildim sesinin küllerini dökerek yüzüne sözün bir gül gibi dağıldığı yerde kırıldı göğsümde çiçeklenen ekvator çizgisi kalbim sürtüldü çiviyazısı betiklere.” İlhan Erdost’un anısına adanan bir şiire böyle başlıyor Arif Berberoğlu. Hep acıları anlatıyor, “acının soğuttuğu güneşleri”. Köylüyü “işsiz işçi” olarak nitelendiriyor. Martıların, denizin sesini artık duymayacak olan “ölü tersane işçisi” ni anlatıyor. İnsana inanmaktan yanadır Arif Berberoğlu; insanın yaratıcı gücüne, barışçı gücüne. Yoksa bu topraklardaki değişik kültürler nasıl uyum içinde yaşar? “İnsanlar bu kadar mı kendine benzer bu kadar mı inanır insana ey buluttan ve külden karılmış çocuk sütannelik etti bu toprak sana şimdi ahraz, unutmuş bütün dillerini ah, ölümler var ki yanık izi bırakır sevgi, ateşin içinden alınmış bir gülse arada” Arif Berberoğlu insana inanıyor ama hangi insana? “İnsan küçüktür mikroskop altına sığacak kadar İnsan büyüktür düş kuracak kadar” Emeğin değer kazandığı bir dünyada barış içinde yaşamak düş kurmak mıdır? Barışın emek istediğini, kendimizden kurtulmak anlamına geleceğini ne zaman öğreneceğiz? Dünya işlerini Tanrı’ya bırakmaktan ne zaman kurtulacağız? “ne bilen var ne soran hangi kıyamet için saklıyor tanrı kendini” Arif Berberoğlu’nun şiiri yeni yıla umutla bakmamıza engel oluyor. Çünkü işsizlik umutsuzluktur. Ölüme uzanan bir yoldur umutsuzluk: “Yarın yeni yıl, işsiz adam uyanacak ilk karanlık sabahına yeni yılın yeni işsizlik yeni işkence yeni savaş haberleriyle her şey yeni, eski olan ölüm ve işsizliktir sadece.” Cemal Süreya 2009 Şiir Ödülü’nü de kazanan bu şiirler üzgünlükten tat alma alışkanlığını sürdürüyor. Arif Berberoğlu, yazgısı karartılan insanların acılarını yazıyor. O ince keder; “yanık izi bırakan bir ölüm”, “ateşin içinden alınmış bir gül” gibi içimizi acıtıyor (ZİNCİR İZLERİ, Epos Yayınları, 2009). “GREVDEN DÖNENİN” “Yaşamak anımsamak mıdır?” Bu soru içimizde yankılanarak sürüp gidecek. Anılar, belgelere dayansa bile, insanı yanıltabilir. Yakınlık duyduğumuz kişileri bağışlarız. Uzak insanların haklı olmadığına inandırırız kendimizi. Üstelik zamanın sisleri arasında silinip giden nice anılar vardır. Artık onları anımsamıyorsak kendimizi yaşamış saymayacak mıyız? Sorumluluk aldığımız görevlerde kendimize saygımızı koruyabildik mi? Anılar kendimizi aldatmaya mı yarıyor, denetlemeye mi? Bu sorulara sağlıklı yaVecdi nıtlar vermek kolay değilÇıracıoğlu dir. Ancak, yaşadığı olayların ayrıntılarını anlatan yazar, bize iyi bilmediğimiz bir dünyanın içyüzünü gösteriyor. Celal İlhan, “Bir Sendikacının Anıları”nda, işçi haklarının çiğnendiği günümüz koşullarında bile, özel bir önem taşıyan örgüt çalışmalarının içyüzünü anlatıyor (GREVDEN DÖNENİN, Kanguru Yayınları, 2009). Kuşkusuz örgüt çalışmasına girişen insanın siyasal bir görüşü olmalı. İşçi sınıfının yaşama koşullarını iyileştirmekle yarınki Türkiye’nin gücünü oluşturacak bir sınıfa yönetim olanağı tanıma bilincinde olan bir örgüt insanının anılarıdır bu kitap. Celal İlhan gibi edebiyattan gelen bir yazarın yaşadığı dönemle ilgili ipuçları taşıyan bu yol gösterici anıları sağlam bir metin oluşturmaktadır. Bozkırda yetişen yazar deniz özlemi içinde Mersin’e yerleşir. “Akdeniz Gübre Sanayii”nde iş bulur. İşverenin desteği ile kurulan yerel bir sendikada işçi örgütlenmesinin gelişme gösteremeyeceğini görür. Böyle bir gelişmeyi sağlayacak olan “Petrolİş Sendikası”nda görev alır. Celal İlhan’ın anıları örgüt içi savaşımın ayrıntılarını öğretir. Bu ayrıntıları anlatmak gerekmez. Ancak örgütte çalışanlarla işçiler arasında güven oldukça, çalışma düzeninin daha iyi gelişme göstereceği anlaşılmaktadır. Ne var ki işverenin, yöneticilerin, sendikacıların, işçilerin dengeli bir çalışma düzeni içinde oldukları söylenemez. Örgütü ele geçirmek isteyen değişik görüşteki sendikacılar, işverenden yana görünen yöneticiler, bilinçlenme olanağı bulamayan işçiler, özellikle işçiler arasındaki ücret eşitsizliği sürekli sürtüşmelere yol açıyor; bütün bu ayrıntılar Celal İlhan’ın ustaca anlatısıyla ilgimize sunuluyor. “GLADYATÖR” Vecdi Çıracıoğlu çeşitli kulüplerde amatör futbol da oynamış olan bir romancı. Futbol oynamasını özellikle belirtişim, bir futbolcu olan Metin Kurt’un yaşamöyküsünü romanlaştırırken konuya ne kadar yakın olduğunu anımsatmak içindir. Metin Kurt futbol çalışmalarına Altay takımında başlayan Galatasaray’ın gözde oyuncuları arasında yer alan, uzun süreli Milli Takım’a seçilen usta oyunculardan biri. Sıradan bir oyuncu değil, okumayı seven, futbolcular arasında örgütlenmeyi özendiren değişik bir kişilik. Vecdi Çıracıoğlu’nun Metin Kurt’un özyaşamöyküsüne dayanan romanı belgesel özellikleriyle ilgi çeken, gerçekçi bir temele oturtulmuş (GLADYATÖR, Futbol Arenalarında Bir İsyanın Hikâyesi, “Metin Kurt”, Everest Yayınları, 2009). Yaşamöyküsel roman yazanların ustalarından Hıfzı Topuz ile Ayşe Kulin çok satanlar arasında yer alıyor. Umarım Vecdi Çıracıoğlu’nun belgesel romanı da aynı çizgide gelişme gösterir. Futbolun felsefesinde az adamla yakalandığın zaman gol yemenin doğal sayıldığı anlayışı vardır. Vecdi Çıracıoğlu Metin Kurt’u şöyle nitelendiriyor: “‘Oyunu’ kuralına göre oynamamış, geleceğini, dolayısıyla yaşamını futbolcu kardeşlerinin sendikal hakları uğruna verdiği mücadeleyle sosyalizm adına yitirmiş Gladyatör Metin Kurt.” Günümüzde bir çeşit din gibi bağlanılan futbol, eskil Roma’daki gladyatörler gibi, kimi oyuncuları Tanrılaştırıyor. Metin Kurt ise futbolu iyi bilen üç kişiden biri sayılıyor. Vecdi Çıracıoğlu’nun futbolla yakın ilişkisi olmasaydı bu belgesel romanı yazmak kolay olmazdı. O zaman Metin Kurt’un 30 yıl önce savunduğu hakları günümüz futbolcularının kazandığı da bilinemeyecekti. Abdullah Baştürk ödülleri bir işçi edebiyatının doğmasını sağlayacak mı? İşçi edebiyatı çağdaş edebiyatımızın itici gücü olabilir mi? Emeğe gösterilen özen saygınlığını koruyacaktır. ? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1039 Ç Oysa her çalışma emeğe dayanır. O emeğe öncelik tanımak işçi edebiyatının gelişmesini sağlayacaktır. Böyle bir bilince varılamazsa, emeğin önemi görmezden gelinirse, işçi edebiyatı yeterince gelişemez. İşçi edebiyatının öykü boyutunu geliştirmek için, beş yıldır, “Abdullah Baştürk Öykü Ödülleri” bir gelenek oluşturmuştu? Son iki yıldır bu ödül edebiyatın öteki dallarını da içine aldı. İşçi öyküleri ödüllerini kazananlar böyle bir yarışmaya katılmak için öykü yazmış değillerdi. Ama konularında emeğe dayanan bir yaşama düzeni vardı. “Abdullah Baştürk Öykü Ödülleri” edebiyatımıza Celal İlhan, Zehra Ünüvar, Zafer Doruk gibi öykücüler kazandırdı. Abdullah Baştürk dürüst kişiliği, ödünsüz çalışmalarıyla işçi sendikaları tarihimizin unutulmaz önderlerinden birisiydi. “Genel İş Sendikası” ile ailesinin işbirliği, “Türkiye Edebiyatçılar Derneği”nin katkıları sonucu, gelenek haline getirilen “İşçi Edebiyatı Ödülleri” Abdullah Baştürk’ün de adını yaşatıyor. Bu devrimci işçi önderinin öteki işçi önderlerine yol göstermesi gereken bir kişiliği var. Böyle bir ödülle adı anılırken “İşçi Edebiyatı” da gelişme gösterecektir. “ZİNCİR İZLERİ” İşçi Edebiyatı 2009 ödülleri Arif Berberoğlu’nun şiirine, Celal İlhan’ın anılarına, Vecdi Çıracıoğlu’nun yaşamöyküsel romanına verildi. Üçü de birinci olarak nitelenen bu kitapların ayrı dallardan seçilmiş olması bir rastlantıdır. Aynı daldan seçilmiş olsalardı da üç birinci sayılacaktı. Bu kitapların ortak özelliklerine değinerek tanıtmaya çalışacağım. Amacım yalnız kitap tanıtımı değil, emeğe verilmesi gereken önemin değerini belirtmek olacaktır. Yoksa yalnız Arif Berberoğlu gibi nitelikli bir ozanın şiirini yorumlamak bile bu yazının sınırlarını aşar. Arif Berberoğlu pamuk tarlalarında ırgatlık ederken çocukluğunu bilmedi: “Yedi yaşında okula gidilir Ben pamuk çapalamaya, pamuk toplamaya Kızgın güneşler altında Kara, sıska bir çocuktum Kimse söylemedi çocuk olduğumu bana” Arif Berberoğlu anlatı kolaylığı içinde şiirini gizlemesini bilen bir ozan. Sağlık okulunu bitirip sağlık emekçisi olarak çalışırken, gecesini gündüzüne katıp “Rus Dili ve Edebiyatı” öğrenciliğini de sürdürür. Böyle yoğun bir çalışma düzeni içinde kendini yorgun, yıkık bir insan gibi bulur: “Yorgun, yıkık bir adamdım Ne şiir, ne kitap, ne kadın Yürekte kıl dönmesi, kanlı bir zıpkın Paya düşen yaşanırmış Bu da benim payım.” Çocukluğunu bilmeyen, hep ağır işlerde çalışan bir ozanın üzgünlüğü... Arif Berberoğlu bu acıyı damıtıyor şiirlerine: “Yürek almış bütün yenilgilerden payını ter damlıyor imgesiz dizelerimden: harflerim madenci ellerine benziyor silikozisli gençlerin yüzüne nefretin yaktığı uzak köylere...” Arif Berberoğlu alışılmış imgelerden yola çıkmıyor. İmge olduğunun ayrımına varmadan dizelerin akışına bırakıyorsunuz kendinizi: Celal İlhan Mustafa Şerif Onaran SAYFA 22