22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Üstün Dökmen’den ‘Miyase’nin Kuzuları’ “Roman okurlarını uğraştırmak istiyorum” Üstün Dökmen Miyase’nin Kuzuları’nda birebir yaşadığımız ve yaşam boyu karşılaşacağımız toplumsal ve psikolojik açmazları, hayvanların gözünden ve dilinden mercek altına alıyor; ne denli verimli ve yaratıcı olduğunu bir kez daha gösteriyor. Dökmen’le kitabı üzerine konuştuk. Ë Tuğcan DÖKMEN ayın Dökmen, bugüne kadar kişisel gelişim kitaplarınıza alışmıştık, son kitabınız Miyase’nin Kuzuları bir roman. Daha önce de Ladesçi adlı bir romanınız yayımlanmıştı. Giderek kişisel gelişim alanından romana mı kayıyorsunuz? Ladesçi ilk romanım; belki de daha doğru bir ifadeyle, ilk romansı çalışmam. Bence Ladesçi, yüzde doksan beş roman, yüzde beş kişisel gelişim kitabı. Uzun yıllar, bilimsel kitaplar, makaleler ve kişisel gelişim kitapları yazdıktan sonra birden bire romana geçilmiyor; en azından ben geçemedim. Ladesçi’de, yer yer kişisel gelişim havası var; bu ilk romanında dilim, direksiyonum zaman zaman eğitimci bir üsluba kaydı. Son kitabım Miyase’nin Kuzuları ise bence, yüzde doksan dokuz roman, yüzde bir kişisel gelişim. Üçüncü roman sanırım yüzde yüz roman olacak. Bundan sonra belki bir veya iki kişisel gelişim kitabı yazabilirim, ancak zihnimi, zamanımı romana vermek istiyorum. “ROMANDA HEPİMİZE, TOPUMUZA, TOPLUMUMUZA GÖNDERMELER VAR” Kişisel gelişim alanından romana kaymanızın nedeni nedir? Sanırım temelde annemin bana çocukluğumda verdiği bir öğüt yatıyor. Altı yaşımdayken tiyatro ve roman yazarı olmaya karar vermiştim. Bir defterin tümünü doldurursam roman olur sanıyordum. Annem edebiyat öğretmeniydi, bana Fuzulî’nin bir sözünü söyledi. Bugün aklımda kaldığı kadarıyla, “İlimsiz şiir temelsiz duvara benzer, gayetlâ biitibar olur” demiş Fuzulî. Annem bu sözden yola çıkıp bana, “Sanatın temelinde bilim olmalı; hemen edebiyatla uğraşmaya başlama, önce bir bilim öğren, sonra tiyatro, roman yazarsın” dedi. Annem bunu bana bir defa söyledi; aklımda tuttum, unutmadım; annemin sözlerine çok itibar ederdim, dinledim onu. Önce fiziğe girdim, bana uygun olmadığını anladım sonra psikoloji bölümüne geçtim. Psikolojide yüksek lisans, psikolojik danışma alanında doktora yaptım, profesör oldum. Yani Fuzulî’yi ve annemi dinlemiş oldum. Bu arada kişisel gelişim alanında kitaplar yazdım, tiyatrolar yazdım; örneğin Komşu Köyün Delisi benim oyunum. Sanırım arSAYFA 10 S tık yeterli, bundan böyle yalnızca romanla uğraşmak istiyorum, roman okurlarını uğraştırmak istiyorum. Belki biraz da tiyatro. Psikoloji okumanız romancılığınıza katkıda bulunuyor mu? Galiba. Miyase’nin Kuzuları’nı okuyanlar sanırım daha iyi karar verecek. Psikolojiyi öğrenmek en azından Fuzulî’yi anlamama katkıda bulundu. Fuzulî, büyük ölçüde tevazudan ötürü ‘Fuzulî’ mahlasını almış. Oğlu da şair olur ve tutar ‘Fazlî’ mahlasını alır; yani babasının tam tersi, büyük olasılıkla babasına göndermede bulunmak için. Bu durumda yarı şaka yarı ciddi, delikanlının (yani Fazlî’nin) ödipal çatışma yaşadığını, en azından bir ergen tavrı sergilediğini düşünebiliriz. Şimdi bunu düşünmek için psikolog olmak şart mı, bilmiyorum. Miyase’nin Kuzuları’nı niçin yazdınız? Onu hiç bilmiyorum. Şüphesiz birkaç görünür nedenler sıralayabilirim ama altta tam ne var, tam olarak bilmiyorum. Mesleğim bana görünen nedenlerden çok, görünenin altındaki nedenlerle uğraşmayı öğretti. Miyase’nin Kuzuları’nda da görünenin altında birtakım iletiler mi var? Sanırım var. Romandaki görünen, bir çiftlikteki hayvanların yaşamları. Ancak asıl anlatılan şey, günümüz dünyasındaki insanın, söz gelişi ülkemiz insanının trajikomik yaşantısı. Hayvanlar dünyası üzerinden insanlar dünyası anlatılıyor. Niçin doğrudan insanlar dünyasını anlatmadınız da hayvanlar üzerinden iletiler veriyorsunuz? Valla böyle daha komik oluyor. Ben yazarken çok güldüm. Komik bulduğum her şeye gülerim; kendi yazdıklarım da komik gelirse gülerim. Okuyucularım da güldüklerini söylüyorlar. Belli bir olayı insanlar için anlatırsanız, acıklı olabiliyor; ama hayvanlar dünyasında anlatınca nedense komik oluyor. Hukuki açıdan sorun olmasın diye Batılı film yapımcıları gibi kitabın en başında, “Bu romandaki bütün karakterler, olaylar hayal ürünüdür” dedim. Bence bu da komik; başında böyle yazan filmlere de gülerim. Roman dediğiniz, film dediğiniz şey zaten hayal ürünüdür. Bu gerçeği bir de altını çizerek söylemek zorunda kalıyorsanız, ortada bir sıkıntı var demektir. Yine başa, “Romanı okurken sürekli, teşbihler, kinayeler aramayın, üzerinize alınmayın; Anadolu insanı ‘işkilli tavuk dingilder’ der; işkillenmezseniz üzerinize alınmazsınız” dedim. Aslında romanda, belirli siyasilere göndermeler yok; kendimize, hepimize, topumuza, toplumumuza göndermeler var, dünyalıların çaresizliği eleştiriliyor. Miyase kim? Miyase bir kuzu, daha doğrusu bir toklu. Hepimizi veya herhangi birimizi temsil ediyor. Söz gelişi bu söyleşiyi sizinle gerçekleştiriyoruz; ikimizden birisi Miyase, diğerimiz ise patrondur. Belki ikimiz de Miyase’yiz ve göze gözükmeyen bir patronumuz var. Eğer söyleşimiz beğenilirse, sizin patronunuzu yine göremeyiz; ama eğer beğenilmezse patronunuz, en azından sizin gözünüze gözükecektir. BİZİ GERÇEKTE KİM YÖNETİYOR? Miyase’nin Kuzuları’nda kimin patron olduğu mu sorgulanıyor? Galiba. Bence çağımızın iki büyük sorunu var: Birincisi, dürüstlük eksikliği. İkincisi, ‘Bizi kim yönetiyor, olupbitenin asıl sorumlusu kim?’ sorusuna günümüz insanının net bir karşılık verememesi. Dürüstlük eksikliği konusunu Ladesçi romanında ele aldım. Ladesçi’de anlatılan şu: Çağımızda dürüstlük eksikliği olduğu için, ozon tabakası deliniyor, savaşlar çıkıyor, vatandaş içtiği çayın radyasyonlu olup olmadığını bilemiyor, çocuklar anababalarının akşamları hasta ziyaretine mi yoksa gezmeye mi gittiklerini bilemiyorlar. Miyase’nin Kuzuları’nda çağımızın ikinci önemli sorunu dile getiriliyor. Bir çiftlikteki hayvanlar bir birlik, bir tür cumhuriyet kurmuşlar; birlik başkanı seçimle geliyor başa. Çiftlikteki hayvanların kafasında ise cevaplayamadıkları bir sürü soru var. “Bizi gerçekten kim yönetiyor; birliğimizin başkanı Yağızat Atay mı, çiftlik sahibi mi yoksa karısı mı, yoksa kâhya mı, yoksa komşu ülkeler mi, yoksa ormandaki Hayruh mu? Başkanımızı gerçekten biz mi seçiyoruz? Çiftliğimizin çitleri, bizi korumak için mi, yoksa biz kaçmayalım diye mi?” Hayvanlar sürekli bunları sorguluyorlar, özgür olup olmadıklarını bilemiyorlar. Birliğin hayvanları, Dünya Hayvanlar Birliği’ne girip girmemek konusunda da kararsızlık yaşıyorlar. Ne olup bittiğini anlamaya, ne olacağını tahmin etmeye çalışıyorlar, beceremiyorlar. Romanda birçok katman var; hay vanların yaşamları var en önde, Miyase ile koç Tulhan’ın aşkları var, bu iki sevgilinin gelecek arayışları, özgürlük arayışları var. Köpeklerin gelecek kaygıları var. Bir başka katmanda hayvan hakları sorgulanıyor, veteriner andı irdeleniyor. Ben başlangıçta, roman basitten karmaşığa giden birtakım katmanlardan oluşsun diye uğraşmadım, roman ilerledikçe katmanlar kendiliğinden çıktı ortaya, ben katmanlar altında kalmamaya çalıştım yalnızca. Umarım okuyucum da kalmaz. Zaten milletçe, dünyaca, üzerimizdeki katmanlara katlanmaya alıştık. Evet belirttiğiniz gibi romanda, hayvan haklarından insan haklarına, aşktan özgürlüğe ve esarete doğru uzanan birtakım katmanlar var. Romandaki Bilge Baykuş Huhucan, hayvanların bu katmanları sorgulamalarına yardımcı olmaya çalışıyor. Huhucan, “Oyunun kuralını sen koymamışsan, sonucu da sana ait değildir” diyor örneğin; sonra “Aşk, iki kişilik bir iştir ama eziyeti tek başına çekilir” diyor. Bir zamanlar Bağdat yakınlarındaki Babil kalesinin üzerine yazılan “Düşmanlar ebedî” cümlesine, “Kuzular da ebedî değildir, ya büyürler ya pişerler” diyerek gönderme yapıyor Huhucan. Romanda, gerçek empotansın esaret olduğu söyleniyor. Bazı iletiler açık ama bazıları şifreli, birtakım şifreler yerleştirilmiş romana. Şifrelerden birisini bulana ödül vaat ediliyor. Evet, altı çizilen ve çizilmeyen bazı şifreler var. En karmaşık şifrenin çözümünü kaybettim. Gerçekten kaybettim. Çözümlerini okuyucularımdan bekliyorum. Miyase’nin Kuzuları George Orwell’in Hayvanlar Çiftliği’ne benziyor mu? Bu soruyu romanın kahramanları da soruyor. Miyase’nin Kuzuları’nın tekniği fabl olabilir ama içinde söylenenler galiba farklı. Orwell, Stalin’e kibarca “domuz” demişti. Ben kimseye domuz filan demedim. “Koyun” dedim mi, tartışılabilir ama kimse üzerine alınmazsa dememişimdir. Romanın yazarı olarak ben, bilge baykuş muyum, koyun muyum, inanın bilmiyorum. Bu sorunun cevabını da okuyucularımdan bekliyorum. ? Miyase’nin Kuzuları/ Üstün Dökmen/Remzi Kitabevi /233s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1039
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle