05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

‘Pir Sultan Ölür Ölür Dirilir’ Kepirtepeli Pir Sultan Pir Sultan Ölür Ölür Dirilir, bir destan denemesi: Yeni Troyaların, Sabahattin Ali’nin ve öldürülen aydınların, işçi bayramında katledilen işçilerin, emekçilerin, Sıvas’ta kalanların... doğum günü işaretlenmemiş, doğması istenmemiş çocukların destanı. Ë Sennur SEZER ir Sultan adı benim için bir ozan adıdır öncelikle. “Bu yıl bu dağların karı erimez” dizelerine yenilgiyi sığdırabilmiş bir ozan. Yenilginin, ölümün geçici bir durum olduğunu söyleyebilmiş, kesin zafere inanmış bir insan. Adını bir düşüncenin adı yapabilmiş biri, bir ozan olduğu kadar bir dünya görüşünün savunucusu kısaca. Bu yüzden edebiyatımıza ne zaman şöyle bir göz atsam nice çağdaş Pir Sultan’la karşılaşıyorum. Cumhuriyet döneminde bile: Nâzım ustalarını rehber edinmiş ama onu taklit etmemeye özen göstermiş bir fedailer mangası, yani A. Kadir’i , Rıfat Ilgaz’ı, Ömer Faruk Toprak’ı, Şükran Kurdakul’uyla tüm 1940 Kuşağı. Okuma olanağı buluşlarını borçlu oldukları sınıf için kullanan Köy Enstitülüler... Burada bir an duralım, bir soluk saygıyla düşünelim Köy Enstitülüleri: Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Behzat Ay, Ali Yüce, Ümit Kaftancıoğlu, Osman Şahin ve Mehmet Başaran. Başaran’ın adını en son andım, çünkü Mehmet Başaran’ı anlatmak istiyorum. Hasan Akarsu’nun yaptığı çalışmada Kepirtepe Güneşleri adıyla andığı nice köy çocuğundan biridir o. Belki bir adım ilerdedir, başarısıyla da çilesiyle de. Şiir, çocuk edebiyatı, roman dallarında bol ürün vermiş bir yazarımızdır: Ahlat Ağacı (1953), Çarığımı Yitirdiğim Tarla (1955), Karşılama (1958), Nisan Haritası (1960), Aç Harmanı (1962), Kocakent (1963), Zeytin Ülkesi (1964), Pıtraklı Memleket (1969), Sürgünler (1970), Tonguç Yolu (1974), Gök Ekin (1975), Mehmetçik Mehmet (1978), Meşe Seli (1982), Günler Tuz Rengi (1986), Yasaklı (1987), Sis Dağının Başında Borana Bak Borana (1990), Eylülün Kızgın Soluğu (1996), Koca Bir Troya Dünya (1997) ve Pir Sultan Ölür Ölür Dirilir (Evrensel Basım Yayın, İkinci Baskı 2009) Unuttuklarım da vardır kuşkusuz. Benim doğduğum yıl, 1943’te bitirmiş Kepirtepe Köy Enstitüsü’nü, üç yıl sonra da Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nü. 1947’de askerlik, askerlikten sonra BalıkesirEdremit bölgesinde gezici başöğretmenlik. Bu görevden ilkokul öğretmenliğine verilişi soruşturma ve sürgünlerin başlangıcı sayılabilir. O da güzel günlere inanan her aydın gibi, döneminin bütün Köy Enstitülüleri gibi “ölüp ölüp dirilmeye” yargılıdır. 1979’da emekliye ayrılması onu 1980 fırtınasından korumayacaktır. TÖS ve TYS’dekiler de dahil etkinlikleri ve yazdıklarının hesabını verecektir. Ama o baskılar yargılarla değil, kızı Deniz’in ve eşi Hatun Birsen’in “can evlerindeki mor ısırgan”la çekip gitmeleriyle örselenmiştir: SAYFA 8 P Hızarcılar’da Beypınarı’nda Gürültüyle devriliyor çamlar İnce ince tütüyor Toprağın karnı Türkmenler tomruk çekiyor Mandalarla yine Çeyizderesi’nden geçerken Suda senin, Deniz’in yüzü Üşüyor yüreğim Sizi soruyor taşlar Doğa tutkunu Başaran Ege’nin bitek doğasının her yaprağında geçmişin mutlu günlerinden bir şeyler anımsayacaktır. Sevdiklerinin söylence kahramanlarıyla aynı pınarda yüzlerini yıkadığını anımsar. Onlar da mı söylencelere karışmışlardır: destan denemesidir: Yeni Troyaların, Sabahattin Ali’nin ve öldürülen aydınların, işçi bayramında katledilen işçilerin, emekçilerin, Sıvas’ta kalanların... doğum günü işaretlenmemiş, doğması istenmemiş çocukların destanıdır bu. “Zamanın gövdesinde öyle bir çentik.” Tüm destan kahramanlarını anımsar usulca. Özellikle ölen sevdiğini görebilmek, onu yaşama döndürebilmek için yeraltına inmeyi göze alan Orpheus’u. O da Hatun Birsen’i döndürecektir yaşama. Ne çile varsa çekmeğe hazırdır. Onu toprağın üstüne çıkardığında ister gece olsun ister gündüz önemi yoktur. Ozanın sevdiğinin ilk yaz sabahına benzeyen yüzü ışıtacaktır dünyayı. Yüreğinin sesi taşları uyandıracaktır. Mehmet Başaran’ın gürleşen soluğu da meşeleri hışırdatacaktır, çünkü elele olacaklardır. Bu şiiri okuyan herkesin Başaran’ın ‘Elif Diye Bir Türkü’sünü , ‘Mehmetçik Mehmed’ini de okuması gerekir. Bir sevdanın nasıl bir yanıyla yoldaşlığa, dayandığının da öyküsüdür çünkü bunlarda anlatılanlar. Başaran ile Hatun Birsen’in öyküsü, birbirine bakmak kadar birlikte aynı yöne bakmanın da öyküsüdür. Dağı tek başına devirmeye çalışan Ferhatların değil, Ferhatıyla kazmayı birlikte kavrayan Şirinlerin öyküsüdür onların yaşadığı. Bergama’da çıkarılan altına karşı koyanlar kadar dirençli, doğduğu topraklardan göçmek zorunda kalanlar kadar bilinçlidir Başaran’ın şiirlerinden tanıdıklarımız. Kimisi bir kitabın kişisidir, kimisi o kitabın yazarı. Pusuya düşürülmüştür çoğu. Dizeler onların anısına mı yazılmıştır yoksa o dizeleri dizelerin kahramanları mı yazmıştır belli değil: “İnsanlar kendinin söylencesidir.” TAKSİM ALANINDA BİR TOP GÜL “Taksim alanında” diye başladı mı söze bir ozan, bir destana başlamış sayılır. Bu yarım bir destandır. “Öfke gibi kan kırmızı/ Aşk gibi sımsıcak” bir top güldür, Taksim alanının ortasında her yıl yürek yürek açan destan. “Sana bana ölüm”ü değil, dünyada zulüm olduğunu yineleyenlerin ilk dizelerini söylediği bir destandır bu da o yüzden yarımdır. Otuz dört kez kanamış fabrikalar, kondular, derslikler gelir gözümüzün önüne. Ağıtları değil türküleri hak eden emek gelinler, emek yiğitleri, geleceğin ışıkları çocuklar. Mehmet Başaran’ın öğrencisi de vardır aralarında: Jale Yeşilnil. Daha doğrusu Başaran’ın öğrencileridir yitenler, komşuları, arkadaşları. Her 1 Mayıs sabahı bir daha tazelenecek bir acı. Dünyayı öğrenen 34 kişi eksilmiştir bir sınıftan. Üretenler sınıfından. Başaran böyle bir sınıfın öğretmenidir. Başaran, ölüp ölüp dirilen bir Pirsul tan’dır. Her adımında sevdiğini anımsayan bir Orpheus. Ama bunu, sağlık kontrolünde bir makineye girdiğinde daha iyi anlarız. “Emar Tüneli”nde Mavi Balkanlar’dan ya da Istrancalar’dan yansıyan çocukluğuna uzanır. Makinenin boğucu havası tekdüze tıkırtısıyla tüm yaşamı geçiyor gözlerinin önünden. Babası. Yitirdiği sevdiği. Sonra ne zaman çıkıyoruz birlikte MR makinesinden. Server Tanilli’yi hedef alan silahın toplumumuzdan kopardığı aydınların listesinin önünde buluyoruz kendimizi. Yaşı büyütülüp idam edilen Erdal’ı kucaklıyoruz, fark bile etmiyoruz. Konuşan Mehmet Başaran mı yoksa Anadolu’nun kadim ozanlarından biri mi. Belki de yıllardır, bin yıllardır köklenen zeytinlerin, kurutulan ırmakların, savaşın kanıyla kirlenen çayırların bilinen destanıdır bu. Sözleri ve dili değişse de ezgisi tanıdık kılıyor bize. Biz kendi acılarımızı ekliyoruz dinlediklerimize. Kendi sevinçlerimizi. Dinlediğimiz bizim öykümüz değil belki, ama bu öykünün sonucuyuz biz. Kuşatmalar, yağmalar bitti hele, deyip soluklanamamayı tanıyoruz. Soluğumuz sayılı olsa da umurumuzda değil. Kemiklerimiz karışıp gittiğinde toprağa, denize, dünyanın tadında bir tutam tuzumuz olacak. Dünyaya yeniden geleceğiz, kuş, bulut, kırlangıç leylek olmasak bile bir çiçek, böcek sesiyle. Söyleyeceğiz zulmün gelgeç olduğunu. Emeğin üretkenliğini. Sesimizi emeği tanıyan bilecek. Tanımayan su sesi sanacak. Rüzgâr. Çocuklar hoşlanacak, kötüler korkacak. Bu hepimizin şarkısıdır, çünkü her sesinde soluğumuz var: Ellerimiz bahar toprağı mı ne Bir şeyler katar evrene durmadan Derken kanımızda büyüyen akşam Uzanır çatal matal can köyüne Can köyü dedimse öyle bir ülke Belki anılarda düşlerde belki Bulmuş mevsimini can erikleri Çiçek açar karanlığın dibinde Oradanız sevimiz canımızla Yıldızlar sürünür yalnızlığımıza Bilmeyiz halkının halleri nice Ateş balıkları ışıtır yolu Kemiklerimizde sonsuzun tuzu Karışır gideriz yaz denizine Ve bir çocuk bu denize karışıp giden Pir Sultanlardan birinin yerine büyümeye başlar. Zaman İsa’dan bin dokuz yüz yirmi altı yıl sonradır. Yer Trakya’dır. Topraklar çoraktır. Kepir der yöre halkı. Kepirtepe denir bir yerde, çocuk avuçlarından kerpiç kerpiç yükselir aydınlık. Bir umudu dile getirir türküler: “Sürer eker biçeriz güvenip ötesine...” Üretenin kazancı üretenin kesesine girecektir. Umut gerçek olur, gün gelir umudu tırpanlayacaklar yola çıkar. Pir Sultanlara kastedilir. Ama Pir Sultan ölür, ölür dirilir. Ölür dirilir. Gün gelir umuda el süremez olur Hızır Paşalar. Gün gelir. ? Pir Sultan Ölür Ölür Dirilir, Şiir/ Mehmet Başaran/ Evrensel Basım Yayın/ 128 s. Mehmet Başaran İşte Uzunoluk Bir zaman Çoban Paris’in de eğilip su içtiği Senin terli yüzünü yıkadığın Deniz’le Yazgülü’nün Başında türkü söylediği Söylenceye döndüğü yer yaşamın Çiğ damlar gülden ama kül kokusu gelir Ozan Başaran’ın burnuna. Neresidir yakılan, bu dağın öte yüzünde? Troya mı? Orman içini çeker. Belki de ozanın genzini yakan kül kokusu adını anmak istemediği bir başka Troya’dan, Sıvastan’dır. Troyayı anması boşuna değildir, o eşiyle birlikte tüm dostlarını geçirir aklından belli. Onlardan kalan mor ısırganın acısına ressam kızıyla torunu basıp dayanır. Onlarla birlikte tüm gençleri.... Pir Sultan Ölür Ölür Dirilir, yeni bir CUMHURİYET KİTAP SAYI 1016
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle