Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Talât Şalk’la “Öcalan’a İmralı’da Soruldu” ‘PKK’yle mücadele küçümsenmemelidir’ Talât Şalk, 1970’te cumhuriyet savcısı olarak göreve başladığında ne ayrılıkçı terör örgütü vardı ne de örgütün başında Abdullah Öcalan. O yıllarda sadece Molla Mustafa Barzani’den söz ediliyordu, o kadar. Sonraki yıllarda Şalk, cumhuriyet savcısı olarak görev yaptığı Güneydoğu’da ayrılıkçı terör örgütünün kuruluş sürecini ve bazı eylemlerini yakından izledi. Sonra bir gün bölücübaşı Abdullah Öcalan, Kenya’da teslim alınarak Türkiye’ye getirildi. Talât Şalk da, Öcalan’ı sorgulamak üzere İmralı Adası’na gitti. 2003’te emekli oldu ve 33 yıllık meslek anılarını, editörlüğünü araştırmacı gazeteci Aykut Küçükkaya’nın yaptığı Öcalan’a İmralı’da Soruldu kitabında topladı. Bölücübaşı Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirildiğinde en çok neyi merak ettiğini ve İmralı’daki sorgu odasında Talât Şalk’a en çok hangi soruyu sorduğunu bu kitapta bulacaksınız. seydi o tarihte Türkiye içinde gerekli tedbirler alınır, PKK’ye yardım eden devletler nezdinde girişimlerde bulunulur, PKK’nin yolu kesilirdi diye düşünüyorum. Türkiye’nin PKK ile mücadelesi küçümsenmemelidir. PKK başlangıçta kolay başarı kazanacağını düşünmüş, hesabını buna göre yapmıştır. Ancak güvenlik kuvvetlerimizin fedakârlığı PKK’nin hesabını boznuştur. PKK güneydoğu ve doğu bölgelerimizde tamamen hâkimiyetinde olan kurtarılmış bölge kazanma hedefine ulaşamamıştır. Yönetimin PKK’yi başlangıçta iyi değerlendirememesi PKK’nin büyümesinin en önemli sebebidir. Düşünülürse Suriye ve Irak’tayken PKK’nin mahtut gücü vardır. PKK terörist saldırılarını ve propagandasını arttırdıkça doğu ve güneydoğu kökenli ailelerden PKK’ye katılımlar çoğalmıştır. Bu katılımların tamamı gönüllü katılımlar değildir. Bir kısmı ve belki çoğunluğu PKK’nin tehditiyle dağa çıkmış, PKK teröristi olmuştur. Bugün doğu ve güneydoğu bölgelerimizde binlerce ailenin çocuğu PKK’ye katılmıştır. Bu aileler ne olursa olsun PKK’ye operasyon yapılmasını gönülden desteklemezler. Türkiye’nin asıl zorluğu buradadır. Bu nedenle PKK’yi baştan iyi teşhis edemeyenler, küçümseyenler Türkiye’ye en büyük zararı vermişlerdir. KORUCULUK SİSTEMİ Koruculara yerli işbirlikçi dedi ve nefret etti Öcalan. Korucu köylerini deyim yerindeyse duman etti PKK... Yaktı, yıktı, bombaladı... Bugün korucu teröründen bahsedilirken o döneme baktığımızda korucuya da bir terör söz konusu... Güneydoğu’da yıllarca görev yaptınız size göre koruculuk sistemi kaldırılmalı mı? PKK ile mücadelede korucular büyük görev üstlenmişlerdir. Binlerce korucu şehit olmuştur. Kitabımda da yazdığım gibi en büyük acılar korucu köylerinde yaşanmıştır. Abdullah Öcalan bu fedakâr insanları PKK’ye kazandırmak için çok çalışmıştır. Tehdit etmiş, köylerini basmış, ailelerini katlettirmiştir ama korucuları kendi safına çekememiştir. Korucular bugün de PKK ile mücadelede önemli görev yapmakta, şehit olmaktadırlar. Koruculuk sistemi devam etmelidir. Ama her kurum gibi korucular da denetlenmelidir. Mardin’in Bilge köyündeki katliamın sebebi bazılarının iddia ettiği gibi koruculuk sistemi değildir. Katliam töre veya namus cinayetine de benzemiyor. Töre ve namus cinayetlerinde toplu katliam olmaz. Önceden planlanmış gibi tam namaza durulduğu anda baskın yapılıyor ve sanki tanık da bırakılmamak isteniyor. Bu olay çok iyi araştırılmalıdır. ‘DAĞDA NE YAPIYOR O ADAM?’ Özal’ın Cumhurbaşkanıyken terör örgütü PKK’nin elebaşı Öcalan’a gönderdiği mesajı mutlaka anımsatmalı okurlara... Ve ardından “günümüzle pek bir buluşan izdüşümleri”ni açalım... “Çocuklar gidin ona söyleyin, ateşkesi uzatsın. Ateşkesi uzatsın ki generalleri de ikna etme şansı bulabileyim. Dağda ne yapıyor o adam? Gelsin Ankara’da siyaset yapsın...” Turgut Özal, Abdullah Öcalan’a yolladığı Orhan Doğan ve arkadaşlarına böyle söylemişti. Ama Abdullah Öcalan’ın amacı belliydi. Türkiye’nin üniter ve ulusal yapısını bozacak bir taviz koparmadan silahları susturmaya niyeti yoktu. İmralı’da tutuklu olduğu günlerde de Cumhuriyet’in kurucu iki halkı olduğunu, Cumhuriyet’in demokratikleşmesi halinde eskiden olduğu gibi bu iki halkın birlikte yaşayabileceğini söyledi. Sözleri çok açıktır. Anayasa değişecek TC’nin kurucu halkı olarak Türk ve Kürt halkı diye iki halk tanınacak, Türkiye iki dilli, iki halklı bir devlet olacaktır. Ancak o zaman Türk ve Kürt halkı birlikte yaşayabilecektir ama anayasada yapılması istenen bu değişiklik dahi PKK için sadece bir başlangıçtır. PKK’nin asıl amacı ‘Büyük Kürdistan’ı kurmaktır. Bir müddet önce Hasan Cemal, Irak’ın kuzeyine yerleşmiş PKK teröristlerinin önde gelen liderlerinden Murat Karayılan’ı Kandil’de ziyaret etti. Karayılan’la röportaj yaptı, gazetesinde yayımladı. Aynı günlerde Cumhurbaşkanı Gül, “adına ister güneydoğu meselesi deyin, ister Kürt meselesi, terör deyin ne derseniz deyin, çözüme gitmek zorundayız. Küresel değişim sorunun çözümü için Türkiye’nin önüne tarihi bir fırsat getirdi. Çok yakında sorunu çözeceğiz” gibi demeçler verdi. Cumhurbaşkanı’nın konuşması açık olmadığı için Türkiye’nin önüne gelen tarihi fırsatın ne olduğunu bilemiyoruz. Bazıları çözüm planının ABD’de hazırlandığını hatta Türkiye’ye dayatıldığını da düşünüyor. Karayılan’ın röportajının yayımlanmasından sonra İçişleri Bakanı röportajı dikkatle okuduğunu ve önemsediğini söylüyor. Aynı sözleri TBMM Başkanı da söylemiş. Bugüne kadar Türkiye hiçbir şekilde PKK’yi muhatap kabul etmemişti. İçişleri Bakanı’nın ve TBMM Başkanı’nın sözleri PKK’nin muhatap kabul edilebileceğini de düşündürüyor. Şimdiye kadar hiçbir resmi törene katılmayan PKK’nin Türkiye TBMM’deki temsilcileri de herhalde çok ümitlenmişler ki tam kadro 19 Mayıs törenlerine katıldılar. Bir demokratik açılımdan bahsediliyor. Benim bildiğim demokratik açılımlardan bütün halkımız yararlanır. Endişem demokratik açılım adı altında etnik bir gruba ayrıcalıklar verilmesidir. Bu Türkiye için küçülmenin başlangıcı olur. Karayılan ve DTP’li milletvekilleri üniter yapısına saygılıyız demişler. Anayasanın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez dediği devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüdür. Yani Türkiye Cumhuriyeti devleti bir ulus devletidir. Anayasa sadece ülke bütünlüğünü değil ulusun birliğini de korumaktadır. Bu sebeple ulus bütünlüğü içinde yer alan etnik bir topluluğa ayrıcalık sayılacak haklar verilmesi ulus birliğini çözülmesine yol açar. Bu bir müddet sonra üniter yapının bozulması neticesini doğurur, PKK’nin de hedefi budur. ABD’nin baştan beri istediği Öcalansız PKK’ydi, bu net... Peki, terör örgütü PKK’nin elebaşısı Abdullah Öcalan aşiret liderleriyle flörtleşen ABD’den ümidi asıl ne zaman kesmişti? ABD yetkilileri Kuzey Irak’ta Abdullah Öcalan’la da ilişki kurdu. Abdullah Öcalan umutluydu. Kuzey Irak’ta ABD’nin kendisini tutacağını ümit ediyordu. Ancak ABD Kuzey Irak’taki oluşum için Celal Talabani ile Mesut Barzani’yi tercih etti. Abdullah Öcalan Amerikan yetkililerince Talabani ve Barzani’nin aralarındaki düşmanlığa son vermeleri için Washington’a götürüldüklerini duyduğunda ABD’den tamamen ümidini kesti. ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr İmralı’da Öcalan’a Soruldu / Talât Şalk / Cumhuriyet Kitapları / 200 s. Ë Gamze AKDEMİR Eylül örgütlere büyük darbe indirdi ama terörist Abdullah Öcalan’ı öngöremedi... Neden? Ayrıca Eruh ve Şemdinli baskınları doğru değerlendirilebilseydi PKK’nin yükselişi nasıl önlenebilirdi? 12 Eylül bütün örgütlere büyük darbe indirdi. PKK ve bölücü diğer terör örgütleri de 12 Eylül Harekâtı’nda büyük darbe yediler. KUK gibi bölücü örgütler tamamen yok edildi. PKK de etkisiz hale getirildi. Çok sayıda PKK teröristi yakalandı, yargılandı. Dikkat edilirse 1980 12 Eylül’ünden 1984 yılı 15 Ağustos’undaki Eruh ve Şemdinli baskınlarına kadar Türkiye’de PKK terörü yoktur. Abdullah Öcalan 12 Eylül 1980’den önce 1979 yılı Haziran ayında kaçak yollardan Suriye’ye geçmişti. Suriye istihbaratı Bekaa Vadisi’nde Filistin Kurtuluş Örgütü’ne ait 2 kampı PKK teröristlerinin barınması ve eğitmesi için hemen Abdullah Öcalan’a vermişti. 12 Eylül 1980’den önce Türkiye’de aranan ve yakalanma tehlikesi olan PKK teröristleri bu kamplara yerleştirilmişti. 12 Eylül Harekâtı’ndan sonra ise PKK teröristlerinin bir kısmı Avrupa’ya kaçarken büyük bir kısmı Suriye’ye sığındı ve PKK kamplarına yerleşti. PKK teröristleri bu kamplarda eğitildi. Avrupa’ya kaçanlar da boş durmadılar. Abdullah Öcalan’ın talimatlarıyla PKK’nin Avrupa teşkilatını kurdular. Suriye’deki kamplarda hazırlanan PKK’nin hedefi Türkiye idi. Günün birinde Türkiye’ye terörist saldırıları başlatacaktı. Irak’ın kuzeyine de bu amaçla geçilmişti. Irak’ın kuzeyi gerek arazi yapısı gerekse Irak devletinin burada hâkimiyetinin olmaması nedeniyle Türkiye’ye saldırı için daha elverişliydi. Suriye ve Irak’ta hazırlanan PKK’liler Türkiye’deki taraftarlarıyla da irtibat halindeydiler. Türkiye’den istihbarat alıyorlardı. Şemdinli baskınında PKK teröristlerine kılavuzluk eden Seferi Yılmaz PKK’nin Türkiye’deki adamlarından biriydi. PKK’nin saldırı öncesi Suriye ve Irak’taki hazırlıklarından Türk istihbaratının mutlaka haberi olmuş ve durumu ilgililere duyurmuştur diye düşünüyorum, ancak 12 Eylül idaresi de ondan sonra gelen idare de PKK’nin hazırlanışını iyi değerlendirememiş ve önlem almamıştır. Eruh ve Şemdinli baskınları dahi anlaşılamamış “birkaç eşkıyanın işi” diye küçümsenmiştir. Eğer bu baskınlar doğru değerlendirilSAYFA 14 12 Talât Şalk, demokratik açılım adı altında etnik bir gruba ayrıcalıklar verilmesinin Türkiye için küçülmenin başlangıcı olacağını vurguluyor. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1016