05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Doris Lessing’den ‘Alfred ile Emily’ Savaş olmasaydı... Nobel ödüllü Doris Lessing, Alfred ile Emily adlı romanında, hayaller ve gerçekler üzerinden giderek ailesinin geçmişiyle hesaplaşırken hâlâ çok canlı; bu yaşında bile, genç bir kız kadar sert ve tutkulu... Ë Caryn JAMES* rgen bir genç olarak Doris Lessing, Afrika’daki zorluklar içinde zar zor geçindikleri çiftliklerinin verandasında oturan ailesine baktı şimdi Rhodesia kolonisinde hayal kırıklığıyla sonuçlanan bir evlilikle birbirine bağlanmış, Birinci Dünya Savaşı’nda bacağının tekini kaybetmiş bir askere ve Londra hastahanesinde ona bakan bir hemşireye ve savaşın bulaştırdığı hastalıklı yaşamların kendi sonunu hazırlayacağını gördü. Otobiyografisinin ses getiren birinci kitabı olan Derimin Altındaki ’nde yazdığı gibi, “O savaş olmasaydı nasıl yaşarlardı, yıllar boyunca, tıpkı bir film gibi kafamda canlandırdım” diyor ve dokunaklı bir şekilde çocuklarına bağlanan annesini, bir hastaneyi başarıyla yönetirken, yarı diyabet hastası babasını da güçlü ve hayat dolu olarak görüyor. Pek çok genç gibi Lessing de asla “Bu hasta ve yarı deli insanlar, ailem” gibi olmayacağına yemin etti ama çoğundan farklı olarak o, Nobel edebiyat ödülü sahibi parlak bir yazar oldu ve Alfred ile Emily ’yle ailesine alabilecekleri en büyük ödülü verdi: Yaşamış olabilecekleri hayatları. Kitabın ilk yarısı barış içindeki zengin İngiltere’de büyüyen hemen birlikte olmadıklarını öğrendiğimiz Alfred ile Emily’i anlatıyor. İkinci kısmı, kurgu olmayan versiyonu, kızlarının onları bildiği gibi mutsuz olan bu karakterlerin gerçek hayatlarını yazıyor. Bu kız Doris Lessing olduğu için onları en iyi yapıtı olarak tüm öfkesiyle ve duygusuz bir dürüstlükle, ama yine de kendisiyle sıklıkla bağdaştırılmayan özelliklerle: Cömertce ve onurlandırarak yeniden yaratıyor. 1994’teki Derimin Altındaki ’yle Lessing uzun yıllardır bu konunun etrafında dolanıp durdu. Bunlardan ve diğer pek çok işinden, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra doğmuş olsa da, ailesinden dolayı onu çocukluğunun üzerine çökmüş kapkara bir bulut olarak yaşadığını biliyoruz. Tutkuyla bağlı olduğu, savaşın kendilerini yok ettiği yargısı ya da en azından Afrika’da tecrit altında geçirdiği gençliği hayat boyu sosyal aktivistliğinin nedeni olabilir. Alfred ile Emily bütün olarak kitabın her iki bölümünden daha çok anlatmaya değer bir proje. Biyografik materyaller daha çok Derimin Altında’kini andırıyor. Fakat 88 yaşındaki Lessing’in hâlâ ailesinin parçalanmış hayatını anlamak için göğüs göğüse savaşmasına şahit olmak inanılmaz. Tabii ki onları anlatırken kendisini de anlatıyor. Bu kitap onun alternatif gerçekliğe olan tutkusunun bir devamı gibi. (En yakın örnek 1974’teki romanı Hayatta Kalanın Anıları’ndaki kahraman oturma odasının arkasında paralel bir dünya bulur.) Lessing’in yeni kitabında kurduğu alternatif hikâye, henüz daha yirmilerinde olmayan Alfred Tayler ve Emily Mcveagh’nın bir kasaba kriket maçında tanışmasıyla başlıyor. Tanışma tamamıyla hayal ürünü ama inandırıcı. Gerçek hayatlarından yaptığı alıntılarla Lessing babasının, kendi annesinin bankada çalışması için yaptığı baskıya karşı gelip çiftçi olmasına izin veriyor. Daha basit bir karakter olan, mutlu bir hayat için çabalayan babasını içgüdüsel olarak, “biliyor”. İpleri elinde tutmayı seven annesiyle olan ilişkisi ise daima gergin. “Annemden nefret ederdim” diye anımsıyor. Lessing’in kitabına uygun bir cümle bu, hatta şimdi bile eski kininden tamamıyla kurtulmuş değil. Annesinin, çok âşık olduğu bir doktorun boğulmasıyla nasıl düşkırıklığına uğradığını dinleyerek büyümüş. Hayali, Emily’nin bu adamın karısı olmasına izin veriyor fakat soğuk bir evlilik bu. Lessing’in söylediğine göre kişilikler özellikle o buz gibi olan annesininki hiç değişmemiş. Yine de en gerçekçi, en katlanılabilir özelliklerinden bahsederek annesine karşı şefkatini gösteriyor: İyi bir hemşire olan Emily, kendisine karşı duyduğu tüm hisleri bu geleneksel evlilikte yitiriyor. Lessing de bu yüzden uygun bir yolunu bulup kocayı öldürüyor. Bir dul olarak, diğer Emily kendine geliyor, fakir çocuklar için Montessori okulları kurulmasına yardım ediyor. SAVAŞIN YARALARI E TEK ROMANLIK BİR YAZAR MI? Nobel sahibi olsun ya da olmasın, bazıları hâlâ Lessing’i 1962’deki feminist klasiği Altın Defter ’le ün yapmış, tek romanlık bir yazar ya da kedileri hakkında yazıp diğer gezegenlerde geçen hikâyeler anlatan, ihtiyar deli kadının edebi versiyonu olarak düşünüyorlar. Altın Defter aynı zamanda saptadığı sosyal ve psikolojik gözlemlerle de öne çıkar. Daima birinci sınıf bir realist olan Lessing ise bunu asla Afrika’daki hayatını çizerkenki kadar aşırı yapmamıştır. (Hayatının ilk 5 yılı, babasının bir bankada çalıştığı İran’da geçti; 30 yaşındayken de İngiltere’ye gitmek için Rhodesia’yı terk etti.) Alfred ile Emily yarım kalmış bir dileğin yerine getirilmesi olarak görülebilir, ama keskin bir realist olarak Lessing’in gücünü ortaya koyuyor. 1963’teki Babam adlı yazısı ve Hikâye, tarihi, Dünya Savaşı olmaksızın, kusurlu bir biçimde dolduruyor. İngiltere iyi durumdayken dünyada gerginlik artıyor ve Lessing’in daha az esin kaynağı olan bir fikriyle kadınlar saç modelleriyle TürkSırp savaşındaki rakiplere destek oluyorlar (Türkler için lüleler, Sırplar içinde minik bukleler). Fakat Lessing bu alternatif dünyada kimsenin uzun süre kalmasına izin vermiyor. Bazen, yaklaşan asıl hikâye hakkında cümleler bile kuruyor: “Gerçek hayatta, Somme savaşından hemen önce patlayan apandisiti babamı diğerleriyle birlikte ölmekten kurtarmıştı.” Kitabın daha akıcı olan ikinci bölümünde, savaşın kendisinden kurtulanları nasıl sürekli yaraladığını keşfe çıkıyor. Ona göre kendini korkunun kollarına bırakmak için rüyalarında ölü silah arkadaşları tarafından ziyaret edilen babasından bitmek bilmeyen “cephe, tank, aydınlatma mermileri” hikâyeleri dinliyor. Londra’da duyarlı bir insan, İran’da ise oradan oraya koşturan sosyal bir yardımsever olan annesi Afrika’ya iner inmez yatağa düşüyor, minik yavrularını yanına Hayat dolu olmasıyla, ona şekil veren ve içerdiği öfkeyle Alfred çağırıp “Zavallı anneile Emily, aynı zamanda Lessing’in otobiyografisine olağanüstü, niz” diye sızlanıyor. Lesalışılmadık bir ekleme. sing annesindeki bu acıklı değişime hiçbir anlam veremiyor ve buna savaşı neden gösteriyor. Pek çok yaralı askere bakıcılık yapan Emily, “Ölüyorlardı, anlıyor musun ve bizim elimizden bir şey gelmiyordu” diye dinlemek istemeyen kızına anlatmaya çalışıyor. Geri dönüp baktığında, “Tıpkı cephede olanların babamı yiyip bitirdiği gibi, savaşın ateşten gömleği de onu içerden yakıp yıkıyordu” diye anlatıyor Lessing. Bunda gerçeklik payı olabilir, ama oldukça saf bir şekilde. Çünkü bir kere Lessing’in kendi anlattığı Emily’nin dünyasındaki unsurları azaltıyor. Buradaki ve Derimin Altındaki ’nde en dokunaklı sahneler Emily’nin Afrika’daki göz kamaştırıcı yeni hayatıyla ilgili yanlış beklentilerle yanına aldığı o güzel elbiseler, parlayan gümüş rengi çoraplar, brokar ayakkabılar. Lessing’in nefret ettiği annesinin mutsuzluğunu anlamaya çalışması ve buna şahit olmak insana dokunuyor. Ve öfkesinin geçmediğini görmek de acı veren bu dürüstlüğün bir parçası olsa gerek. Her şeyin ötesinde Alfred ile Emily, belki de Lessing için öfkesine sanatsal bir biçim verme yolu. Annesinin kendi kendine duyduğu acımaya karşı olan öfkesi için, “O zaman hissettiğim nefreti bugün hâlâ hissediyorum” diyor. Babasının savaş hikâyelerine gelince de “Anlayışa karşı öfkede suç ortağıydık” diyor ve onun “cephedeki öfkesinin kendisini ele geçirdiğini” ve “asla bırakmadığına” inanıyor. Lessing’in “bir otobiyografi denemesi” diye bahsettiği Hayatta Kalanın Anıları’nda kahraman Emily isminde bir kızı evine alır ve duvarlarının ardında düşsel bir dünya içinde Emily’nin çocukluğunu görür. Bu çocukluk dönemi Emily McVaugh’nunkinin ipuçlarını taşısa da Doris Lessing’inkine daha da yakın duruyor: Katı, sevgisiz anne figürü ve talihsiz asker bir baba. Hayat dolu olmasıyla, ona şekil veren ve içerdiği öfkeyle Alfred ile Emily, aynı zamanda Lessing’in otobiyografisine olağanüstü, alışılmadık bir ekleme. Daha önce son kitabını yazdığını söylemişti (aslında, saçma sapan çok şey söyledi), fakat burada vedalaşmaya dair en küçük bir niyet yok. Bu yüzden hâlâ çok canlı: Bu yaşında bile, genç bir kız kadar sert ve tutkulu. ? *The New York Times Sunday Book Review, 10 Ağustos 2008, çeviren: Emre Kuzuoğlu. Alfred ile Emily/ Doris Lessing/ Çeviren: Püren Özgören/ Can Yayınları/ 260 s. SAYFA 5 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1016
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle