24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K Mayıs’ta “Kitaplar Adası”nda yayımlanan “Taşrada Öykü” üzerine arayan, ileti gönderen epeyce okuryazar oldu. Tam da o günlerde, 3031 Mayıs’ta Eskişehir’de çağrılı olduğum bir öykü günleri düzenlenecekti. Nicedir üzerinde düşündüğüm “taşrada öykü” konusunu yazmaya o sıra karar verdim. Ama yazıyı gazeteye göndermiştim ki etkinliğin düzenleyicilerinden öykücü İlkay Noylan’dan bir mektup gelmesin mi… Meğer, etkinlik bu yıla özgü iptal edilmiş sessiz sedasız. itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Taşrada bir öykücü... ği yapacak. Yazmak, üretmek, paylaşmak ve gelişmek adına çıktığımız yolumuza devam ediyoruz.” TAŞRA ÖYKÜCÜLÜĞÜNÜN DAYANILMAZ BUNALTISI... Oysa tam da o günlerde 30 Mayıs’ta, Bursa’da yaşayan öykücü Serap Gökalp’ten de bir mektup almıştım… Öykünün taşrada direnen kalelerinden biri de Serap Gökalp kuşkusuz. Bugüne dek yayımladığı iki öykü kitabı, bu alandaki veriminin yanı sıra deneyimini de gösteriyor bize. Gökalp’in Astak Kum Saatinde Akarken (Sistem, 2002), Kulak Misafiri (Pupa, 2009) adlı öykü kitapları üzerinde bir başka yazımda duracağım ileride. Üstelik yalnız öykü türünde direnmiyor, yanı sıra başka türlerde de verimini sürdürüyor o. Örneğin bir oyun dosyasını okumuştum, tatlar alarak… Ama öykülerine, oyunlarına değinmek yerine, bu hafta konuk yazar olarak almak eğilimindeyim onu “Kitaplar Adası”na. Serap Gökalp, mektubuna taşranın dokunaklı hüznüyle giriyor: “Bu haftaki yazınızı yine keyifle bu kere birazcık da kendime sevinç payı çıkararak okudum. Sizin anımsattığınız, Nasrettin Hocanın sözüyle durduğum yerden bir bakışı sizinle paylaşmak ben de sizi bir mektupla selamlamak istedim. “Taşra, görevliye; ‘Dayımla geldik’ diyen sıkılgan delikanlının, ‘Dayın kim’ sorusuna ‘Annemin erkek kardeşi’ diye cevap verdiği yerdir. “Bursa, bizim çocukluğumuzda Türkiye haritası üzerinde dumanı tüten, çatısı kırtıklı dikdörtgenler çizip böbürlenerek ‘burada sanayi gelişmiştir’ denilen yerdir. Deri üretiminde önemsenecek payı olan, tabakhanelerin dayanılmaz kokuları, sıçanları arasında emekçilerin alın teri döktüğü, havalandırması olmayan kamu taşıtlarıyla insanların taşındığı bir kenttir. “Kışın yağmur getiren güney rüzgârı Notos, mitolojiden sıkılıp sanayi bölgesinin üstüne çöreklenir bazen. Fabrikaların ‘sireneleri’, işçileri çağırırken, ‘yağmurdan ağırlaşmış sakalıyla uçan, alnında bulutlar yığılmış’ Notos’la selamlaşırlar. Fabrikalar hiçbir zaman yorulmazlar. Onların sonsuz devinimini sağlayan vardiyalar, işçilerle yenilenir; işçiler parayla, para yine yeni işçilerle. Çalışanlar daima güçlü olmalıdır; karnı aç ama gözü tok. Yeni vardiyalara hazır olmalıdır; uykusuz ama güçlü. Bunun için yenir, uyunur, yeni işçiler yetiştirmek için çiftleşilir. Var oluş nedenleri fabrikayı beslemektir; onlar para kazandıklarını sanırlar. Fabrikanın var oluş nedeni, birinin düşlerini gerçekleştirmek içindir; üretim yapıldığı sanılır. Biri düşlerim gerçekleşiyor sanır; yaşamı bu uğurda tükenmektedir. Çekiçler; kumanda düğmeleri, yeni ellerce teslim alınır. Metal ve betondan oluşan dev, bir an yorgun düşse bile çabucak toparlanır . İşlikler, ter, kimyasal, pres sarsıntıları, kaynak şimşekleri, çeyrek paydosları, vardiya sesleri, beyaz sabun, yamulmuş soyunma dolapları, kararmış yer karoları, çiş kokusu, aynada taranan jöleli saçlar, kıllı erkek bedenleri, kadın kokusu, yemek, metal, telefon, forklift, ısıl işlem, kalite kontrol, baret, boya, tutkal! Fabrika! Fabrika! Fabrika! “Pis kokulu sisler içinde oradan oraya seken işbaşı düdükleri, servis arabalarından dökülen, göz kapakları inik tırtılları işçilere dönüştürür. İşçi yutan kapılarsa her yutkunuşlarında saat kartlarının sinyalleri çınlar. “Tarım ve beden işçileri iş bekledikleri yerde gün doğmadan öbek öbek toplanırlar. Seçilmeme, o gün aç kalma korkusuyla gündelik işler için taşıtlara saldırdıkları o karmaşayı izler, utanırsınız. Ama Bursa, hâlâ gizemli bir kenttir. Birinci derece deprem bölgesinde olup yatırların kenti koruduğuna inanılır. “Karları katırlarla İstanbul saraylarına şerbetleri soğutmak için taşınan Ulubuzluk, kayak cennetine dönüşmüş, Apollon kelebeklerinin, sokak bozacıları ve yoğurtçularının, küfe yapan ustaların, ipekböceğinin nesli tükenmiştir. Sokak çeşmeleri tümden kurumuş, şişe suyuna tutsak su şehrinin, yeşili de yalnızca broşürleri süsleyen görüntü parçacıklarıdır. “Geçmişimize hâlâ meraklıyız evet. Ama şehrin düşman işgalinden kurtuluşundan çok fethini kutlamayı sever olduk. Dünden günümüze değişmeyen az ayrıntıdan biri nargile keyfidir. Nargilenin fokurdayan suyuna derin derin bakıp ağır laflar etmeyi severiz; ‘Memedgillerin gelin hâlâ gebe değil, kısır mı ne?’” TAŞRALILIĞA KARŞI ÖYKÜNÜN GÜCÜ... Serap Gökülp, taşrada öykü yazmaya getiriyor konuyu: “Taşrada neler yazılır? “Cumhuriyetin anıtı olmuş Merinos Fabrikası yerle bir olurken kahrolup, kaleme kağıda sığınırsınız. Açık hava tiyatrosunda Kuğu Gölü ‘gösterisini’ (balesini değil çünkü yer dar) izlemek için gelip, gösteri boyunca yanındaki torununa ‘bak abla ne yapıyor’ ‘ağbi nasıl hopluyor’ diye anlatan, hışırtılı naylon torbalardan kıtırtılı çerezler yediren büyükanneye gülümser, bunu aklımda tutayım dersiniz. “Kaplıcada natırın insafsızlığına mı, kendi akılsızlığınıza mı kızacağınızı bilemeyip deriniz yüzülürken kubbeye yükselen buharları ve sabrı yazabilirsiniz. “Hafta sonları sorunlarını, kirliliği tescilli Marmara’ya bırakanlara veya Uludağ piknik yerlerinde mangal dumanında yelpazelemeyi yeğleyenlere katılabilirsiniz. Türlü kımıltılar, açılan bira kapakları, çocuk ağlamaları, bardaklarda dönen çay kaşıkları, dondurmacı çanları… ‘Pişmedi mi şu etler hâlâ yahu?’ sahnelerini biriktirebilirsiniz. /…/ “Cinayet, yoksulluk, yitirilen işçi hakları, selde sürüklenen, lodosta çatıları uçan evler, kırımdan, kongodan gelen kenelere rağmen evinizden bile çıkmadan, komşu hakkıdır, diye karşı daireye bir tabak yemek götürmek öyküdür... Üst komşu temiz çamaşırlarınızın üstüne paspas silkince küsmek, ama bayramda baklava yiyerek barışmak, başka bir öykü. “’86’da gelme göçmenim, tekniker diplomam var, temizlikçi arıyormuşsunuz’ diyen kadının romanını bir öyküye sığdırmak için günlerinizi gecelerinizi tüketirsiniz. “Burada öykücü olmak, tek başınalık değil görkemli kalabalıkla yaşamak, söz, insan, olay seli içinde akıntıya karşı alabalık olup yüzmektir. Öykü sizi bulur. Biz büyük kentin yazarı gibi tek bir göze dönüşüp kıvrılıp içimize yönelemeyiz. Öykülerin kanat vuruşları her zaman alnımızda, çevremizdedir, rahat edemeyiz. “Taşrada yazmak ‘biz’ labirentinde gezme becerisi, İstanbul’da ‘ben’ labirentinde gezme becerisidir. “Mudanya’da ‘bir bardak rakıda buz oldun mu’ enflasyon da neymiş? Hani peynir, hani kavun? Denizde yüzen kâğıt peçeteler, pet şişeler mi varmış, aman canım ne gam, varsın olsun… “Ya işte böyle Sayın Aslankara. Bu iletiye başlarken amacım öykülerimize ‘kulak misafiri’ olan, yazılarını her zaman bir fincan orta şekerli kahveyle okumayı sevdiğim, yazarlarımdan birine, benden bir fincan kahve niyetine küçük bir söyleşi sunmaktı. Ama bu mektubu sonuna kadar okudunuzsa eğer, ben bu yazma işini sevdiğim kadar, okunmayı da hak ediyorum demektir. Adımıza sıkıntılarımızı seslendirdiğiniz için teşekkürler. Ferah kahvelerimiz, gönençli yarınları müjdeleyen fallarımız olsun. Çünkü burası öngörülerin, düşlerin ve tasarıların alt üst olduğu bir yer… Bursa’dan selam olsun…” Evet, benden de selam olsun taşrada direnen bu güzel öykücülere! ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1016 28 Üzerinde durulacak bir yan yoktu bana göre. Taşrada bu tür etkinlikleri gerçekleştirmek kolay mı? Geçmişte buna benzer “şenlik” etkinliği deneylemiş biri olarak bunun ne mene iş olduğunu iyi biliyorum. Derken Eskişehir Sanat Derneği Başkanı Şehabettin Tosuner’den de bir mektup… Böyle olunca iş değişti, bu mektupları taşrada sanat üretmeye, öykü verimlemeye çalışan insanlarla da paylaşmanın zorunlu olduğunu düşündüm… SANAT ETKİNLİKLERİNDE TAŞRA SIKINTISI... İlkay Noylan, 20 Mayıs tarihli mektubunda etkinliğin iptalini şu satırlarla özetlemişti: “Eskişehir Sanat Derneğindeki bir iç sorun yüzünden Öykü Günlerimizi iptal etmek durumunda kaldığımızı üzülerek size bildiriyorum. Bu olumsuzluktan dolayı sizden şahsım adına özür diliyorum./…/ Eskişehir’de edebiyat etkinliklerinin daha sağlam bir zeminde yapılabilmesi için yeni bir oluşuma gidilecektir. Diliyorum ki sizinle gerçekleştirmeyi arzu ettiğimiz etkinliği ilerleyen zaman diliminde mümkün kılabiliriz. /Derin üzüntü ve saygılarımla.” Eskişehir Sanat Derneği Başkanı Şehabettin Tosuner ise 15 Haziran tarihli mektubunda şunları söylemişti: “Eskişehir’e ulusal edebiyatımızı taşımak amacıyla düzenlediğimiz ve 30 31 Mayıs tarihlerinde beşincisini gerçekleştirdiğimiz Eskişehir Öykü Günleri etkinliklerimize programda yer alan konuğumuz olmanıza hatta Cumhuriyet Kitap ekinde yazmanıza karşın katılmamanıza başta sponsorumuz Tepebaşı Belediye Başkanımız Ahmet Ataç olmak üzere bizleri üzdü. Dahası sayın Ataç özel hazırlık yaparak sizlerle bir akşam yemeğinde bir arada olmak istemişti. Bunları bilgilerinize sunmak istedim. Saygılarımı sunarım.” Şaşırmamak elde değildi, telefonla İlkay Noylan’ı arayıp Şehabettin Tosuner’in mektubundan söz ederek, bunun nasıl açıklanabileceğini sordum kendisine… Noylan, 23 Haziran’da bir mektup daha gönderdi: “Eskişehir Sanat Derneği Başkanı Şehabeddin Tosuner tarafından size yollanan iletide belirtildiği şekilde 30 – 31 Mayıs tarihlerinde Öykü Günleri gerçekleştirilmemiştir. Davetli ulusal yazarlarımızdan ve Eskişehir’de görevli katılımcı yazarlarımızdan hiçbiri yapıldığı söylenen etkinliğe katılmamıştır./ Dernek Başkanı yalnızca 30 Mayıs tarihinde birkaç saatlik programsız bir etkinlik gerçekleştirmeye çalışmıştır. Bunun 5. Eskişehir Öykü Günleri şeklinde yansıtılması hoş değildir. İzleyici bazında da katılım olmadığı tespit edilmiştir. /……Organizasyonda ve etkinlikte görevli arkadaşları(n), konukları(n) zan altında bırak(ıl)maya çalış(ıl)masını kabul etmemiz mümkün değildir. “Etkinliğimizi, 30 – 31 Mayıs tarihlerinde ancak Sanat Derneğinden bağımsız şekilde gerçekleştirme düşüncesini de aramızda değerlendirmediğimiz düşünülmesin. Bir kurum adına davet edilip de o kurumdan ayrı etkinlik yapmanın etiği karşısında konuklarımızın tek tek düşüncelerini alma olanağımız yoktu.” Ertesi günü bir mektup daha Noylan’dan: “Hasan Özkılıç ile Akyaka Edebiyat Günlerinde birlikteydik. Kendisiyle Eskişehir’deki sorunlu süreci, Öykü Günlerimizin iptal ediliş sebeplerini, dernekteki sıkıntıları uzun uzun konuştuk./ Ne var ki diğer üç konuğumuz (Feyza Hepçilingirler, Faruk Duman ve Feridun Andaç) buradaki sorunlarla ilgili çok fazla ayrıntı bilmemekten kaynaklanan soru işaretleri taşıyor olabilirler zihinlerinde. Eskişehir’deki edebiyat ortamını kaoslarla zihinlerine kaydetmelerini istemem. (…)/ Nasıl olsa sorunlar bitecek, düze çıkacağız. EGEV’de (Eskişehir Gelişim Vakfı) gittiğimiz yeni yapılanmada güzel sonuçlar alıyoruz. Eylül ayından itibaren Eskişehir başarılı edebiyat etkinliklerine ev sahipli SAYFA 20 Serap Gökalp
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle