05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

D (Ahmet Tevfik Küflü ile yaşama sevincini paylaşmak için) eğinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN Yaşama dediğimiz “Büyülü Serüven” kılma”yı da bu anlamda değerlendirmek gerekir. İzmir’de yaşayan İtalyan asıllı bir dünyalı var: Gianna Paradiso. Ailesi yaklaşık 100 yıl önce İzmir’e yerleşmiş. İki kültürün zihin coğrafyasın iyi tanıyan bir yazar. Ama o, “insan kimliği”ni araştırıyor, inançla bilimin birleşiminden bakıyor Tanrı’ya. Bedenini duyumsamadığı zaman “Reiki” ile beyin gücünü geliştirerek ruhun ölümsüzlüğüne inanıyor (Tanrım Bana Kim Olduğumu Söyle, Yükselişin Seyir Defteri, Cinius Yayınları, 2008). Bir insan yaşarken öldüğünü algılayabilir mi? Gereksiz bir bedenle ruh yeteneği arasındaki çelişki nasıl açıklanabilir? Gianna Paradiso sözlerine şöyle başlıyor: “Bir gün ya da bir gece, öldüğümü anladım. Algım, vücudumun o ana kadar beni ben yapan sistemin çöktüğünü söylüyordu. Bedenim ölü olduğu için acı çekmiyorum. Acıyı çeken ruhumdu. Algılarımı hâlâ yaşatan ruhum, bedenimle birlikte ölüp gitmemişti.” “Reiki” eğitimi, bir çeşit evrensel enerji akımıyla beyin çalışmasını geliştirmeye yarar. Beyin, yaratıcı bir güç olmanın dışında, bedeni denetleyen bir güce dönüşür. İnsanın kendini kurtarmasında böyle bir güce gereksinimi olabilir. Demek ki “Yaratıcı Beyin” gövdemizin yeniden oluşmasına olanak sağlayacak, “insan tükenmez” dediğimiz anlayışla, ölüme direnmenin gücünü oluşturacak. Gianna Paradiso, “Reiki” eğitimiyle yeni bir ruh yeteneği kazanırken, bilinçaltındaki coşkuyu günlüklerine döküyor. Acıma duygusunu, iyilik anlayışını unutan insanlığa yeni bir yorumla bakmak için önce kendini düzeltmek gerektiğine inanıyor. Sonra da yeni insanın nasıl olması gerektiğini anlatıyor: “Benim yapmak isteyip de yapamadıklarımı sen yapacaksın. Anlamayı öğreneceksin! Sadakati öğreneceksin! Eşitliği öğreneceksin! Paylaşmayı öğreneceksin! Yardım etmeyi öğreneceksin! Affetmeyi öğreneceksin!” Paradiso, beyin gücünü geliştiren “Reiki” eğitimiyle yazdığı günlüklerde bedeniyle konuşmayı öğreniyor. Sevi, dürüstlük, güven, paylaşma, inanç, umut, eşitlik gibi duygularla nasıl bütünleşeceğinin bilincine varıyor. GECEYE KARŞI DURMAK Ama beyin gücü, yaratıcı olmaktan önce, bizi bırakıp giden bedene “dur” demesini bilmeli. Ölümcül bir hastalığa bile engel olmalı. “Yaratıcı Beyin” gerçek yaratıcılığını insanın kendini kurtarması için kullanmalı. Beyin gücüne böyle bir anlayışla bakarken Muammer Öner’in kanserle savaşımında nasıl bir direnme gösterdiğini anımsamak gerekecek (Bir Ömür Dört Yaşam, Kanserle 16 Yıl, Cinius Yayınları, 2009). Bir insanın anılarından alacağımız dersler olmalı. Yaşadığı önemli bir dönemi hastalığıyla savaşmaya adamışsa, bu savaşımdan başarıyla çıkmışsa, bir hekimin öğütlerinden çok, o hastanın deneyimleri ilgimizi çekmeli. Prof. Dr. Muammer Öner Hacettepe Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapan bir maden mühendisi. Yanlış yöntemler yüzünden geç tanıya varılabilen bir kemik iliği kanseri hastası. Hekimlikte “Hastalık yok hasta var” sözü, yerleşik bulguların aynı hastalıkta her zaman bulunmadığını anımsatıyor. Böyle durumlarda hekimler kuşkucu olmalı, en kötü olasılığı göz önünde bulundurarak her hastayı derinlemesine incelemeye çalışmalı. Üstelik hastanın gösterdiği duyarlığa da önem vermeli. Muammer Öner’in anılarından anlaşılıyor ki, başlangıçta işler yolunda gitmemiş, tanıya varılmada zorluk çekilmiş, bu durum zaman kaybına yol açmıştır. Ama o, geceye karşı koymak gerektiğine inanmıştır. İncelemeler yapılırken, kemoterapi uygulanırken süregelen yanlışlar hastayı üzen olaylara yol açıyor. Muammer Öner, katlanmaya alışan bir hastanın hoşgörüsüyle, biraz alaysamalı ama yumuşak bir biçem anlayışıyla başından geçenleri anlatıyor. Öfkesine yenilmeyen bir olgunluk içinde görünüyor. Bu tutumu, yazgısına katlanmak değil, iyileşme umudunu diri tutmak için hoşgörülü davranmak diye yorumlamak, hastalığın gidişini de yumuşatabilir. Hastalığın yan etkisi olarak kemikte kırık oluşması, akciğer sorunları, ayrıca, kemoterapi yapılırken çekilen zorluklar, uzun sürecek iyileşme aşamalarında hastanın katlanması gereken karmaşıklıklardır. Derken hastalık bir duraksama evresine girer, hasta yeniden dünyaya gelmiş gibi olur. İlk “İlik nakli ameliyatı” Boston’da yapılır. “Hastane Oteli” biriminde geçen zaman, insanların dayanışma içinde olması, nice zorlukları kolaylaştıran olanaklardır. Hastalık yeniden alevlenince ikinci ilik aktarımı girişimi Ankara’da yapılır. Nice deneyimlerden sonra artık eşi de iyileştirme dönemine yardımcı olmaktadır. Derken tioit bezindeki yayılma da cerrahi girişimle önlenir. Üçüncü girişimde kök hücre aktarılır. Sonra, insanın kendisiyle barışık olmaya çalıştığı, İznik Gölü kıyısında bir dinlenme evinde yaşamının anlamını işe yaramakta bulduğu, güvenli bir dönem. GİZLİ BAĞ Muammer Öner’in hastalık savaşımıyla ilgili anılarını, hekimlik dilini kullanmamaya özen göstererek anımsatmak istedim. Birbiriyle ilgisi olmayan üç kitabı; Dr. Nancy C. Andreasen’in “Yaratıcı Beyin”, Gianna Paradiso’nun “Tanrım Bana Kim Olduğumu Söyle”, Muammer Öner’in “Bir Ömür Dört Yaşam” adındaki kitaplarını birlikte anlatışım, aralarında gizli bir bağ olduğu izlenimini düşündürüyor. Daha beynimizin nice alanları keşfedilmiş değil. Hiç önemsemediğimiz bir insanda nice gizilgüç olduğunu bilemezsiniz. Yaşamınıza sınır çizecek engeller çıkabilir. İçinizdeki sese kulak verirseniz, daha sıranız gelmemiştir. Yeter ki bilenmiş bir sabırla o engelleri aşmasını bilin. Sabırlı olmayı denemek hoşgörü içinde yaşamayı kolaylaştırır. Ama hoşgörülü olmak ödün vermek anlamına gelmemeli. Yolun sonunu göremezseniz yol ortasında kalacaksınız demektir. Gözünüz doruklarda olmalı. O zaman dağın eteklerine takılıp kalmazsınız. Bu üç kitapta da o “Sonsuz Güç”e inanmanın değişik yorumları var. Tanrı’yı kendimizde ararsak nice engelleri aşmamız kolaylaşacaktır. Kendimize yenildiğimiz zaman, artık dünya yaşanacak bir yer değildir...? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: ün olur, insanı insan yapan “eksiksiz denge” bozulmaya başlar. Dağınık bir yaşamanın içinde işler iyi giderken; bir insan, bir olay, bir ses, bir koku bir şeyleri değiştirebilir. O değişimin yavaşça ayrımına varsanız da, artık iş işten geçmiştir. Oysa biz insanın tükenmezliğine inanmıştık. Kendimi cerrahiye adadığım yıllardan bilirim: İnsanı insan yapan “eksiksiz denge” bozulmaya başladığı zaman elin dengesi hasta dokuyu iyileştirebilir. Eliniz o dengeyi bulamamışsa, hasta doku, insanı ölümün kıyısına bırakır. (Dilin dengesi de yazarlığın ustalığını gerektirir. Bunu yorumlamak ayrı bir konu.) Kalıtımla gelen sağlam bir canı çürütmek de elimizde; çürük bir canı iyileştirmek, korumak, geliştirmek de elimizde. G Yaşama serüvenimizi etkileyen öyle olaylar var ki, nasıl oluştuğunun, bizi nerelere sürüklediğinin ayrımında değiliz. Zaman geçip de ölümün kıyısına gelince, o “büyülü serüven”in daha başlamamış olduğunu sanırız. Zamanın görece oluşunu Yunus Emre şöyle anlatır: “Geldi geçti ömrüm benim, Şu yel esip geçmiş gibi. Hele bana şöyle gelir; Bir göz yumup açmış gibi.” Bu akıp giden zaman içinde kendimizi tanımadan, kendimizdeki gizilgücü keşfedemeden mi göçüp gideceğiz? “YARATICI BEYİN” “Yaratıcılığın Doğası”nı inceleyen bir akıl hastalıkları hekimi, günümüz insanına benzeyen insanların yaklaşık 100 000 yıldır dünyamızda yaşadığına inanıyor. Bu insan anlayışını “neandertal” insana dek uzatmak olanağı da var (Yaratıcı BeyinDehanın Nörobilimi, Dr. Nancy C. Andreasen, Çeviri Kıvanç Güney, Arkadaş Yayınevi, 2009). Dr. Nancy Andreasen beyin gücünün gelişmesini inceleyen bir hekim. Cinselliğin ötesinde sorunlar olduğunu anlamanın bilincine varıyor: “Yaratıcılık tohumlarının filizlenmesini önleyen etkenler ırkçılık, önyargı, yoksulluk, savaşlar, eğitimsizlik ve daha bir çoğunu da içeriyor. Bize verilen armağanları boşa harcamayı göze alamayız. Yaratıcı doğamızın nasıl besleneceğini öğrenmek zorundayız.” Yazılı belgeler olmasa da, kimi tarihöncesi insanlarının yaratıcı gücünü biliyoruz. Mağara resimleri M.Ö. 17 000’lere uzanır. Tarihöncesi dönemlerden bu yana, “Yaratıcı Beyin”, inanılmaz olayları gerçekleştirerek günümüz insanının gücünü kolaylaştırmış. İngiliz ozanlarından William Blake İslam tasavvufunu bilmeyebilir. Ama “akl için tarik birdir” sözünü doğrular gibi, gerçeği şu dizelerde aramıştı: “Dünyayı bir kum tanesinde görmek Cenneti yabani bir çiçekte Sonsuzluğu avucunda tutabilmek Ve ölümsüzlüğü bir saate sıkıştırmak.” “Yaratıcı Beyin”, kalıtımsal bir güçten kaynağını alsa bile, doğa ile eğitimin etkileşimi o gücü besler. Böyle bir etkileşim yaratıcı bir çevre oluşturacaktır. İnancın dayatmasından kurtulan özgür düşünce, yaratıcı bir toplumla iletişim içinde olma, seçkin bir insanın güvenini kazanma, yaratıcı bir kültür çevresinin önemini artırır. Dr. Nancy Andreasen her insanda “Yaratıcı Beyin” olmadığını bildiği için, “Zihin Araştırmaları” ile beyin gücünü nasıl gelişirmek gerektiğini de anlatıyor. İnsan nasıl bedenini geliştirip sıkıdüzene sokmaya özen gösteriyorsa, asıl beyin gücünü geliştirmeye bakmalıdır. Dr. Nancy Andreasen diyor ki: “Kendi yaratıcılığınızı geliştirmek için yapacağınız zihin araştırmaları için önereceklerinizin özünde, gündelik hayatınızda düşünmeyi ve yeni şekillerde algılamayı öğrenmeye adanmış bir zaman dilimi ayırmak yatıyor.” BEDENLE RUHUN UYUMU Meditasyon dediğimiz, kendinden geçerek yeni bir oluşuma dalmak, gizemci bir anlayışla Tanrı’yla bütünleşmek, insanda yeni bir ruh yeteneği oluşturabilir. Bütün dinler, “kendinde arınma”, anlamına gelen bir dinginliğe hazırlayarak insanın beyin gücünü geliştirmek ister. İslam’da “namaz Mustafa Şerif Onaran Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1016 SAYFA 22
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle