05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Jacob Bronowski’den ‘İnsanın Yükselişi’ Yeni bir felsefe yaratmak Jacob Bronowski Jacob Bronowski, İnsanın Yükselişi‘yle yirminci yüzyılın her şeyini içinde barındıran bir felsefe kurmayı amaçladığını belirtir; bunun da Tanrısal açıklamalar ya da bilim felsefesinden çok, bir doğa felsefesi olacağını söyler. dü. Televizyon bir şeyi çeşitli yollardan anlatmak için ideal bir araçtı. Etkili bir biçimde ve anında göze hitap edebiliyor, izleyiciyi anlatılan süreç ve yerlere götürebiliyor, tanık oldukları hakkında da bilinçlendirebiliyordu. Uygarlığın gelişimi sadece zihnin değil, insanlığın da ürünüydü. Televizyon bu düşünceleri somutlaştırmak için kullanılmazsa bir işe yaramamış olurdu. Hemen kolları sıvadı. Uzun bir hazırlık sürecinden sonra 13 bölümlük belgeselin tüm bölümleri hazırlandı ve çekildi. Yayınlandığı dönemde, basit ve anlaşılır dili, sunumu ve görsel malzemesiyle oldukça ses getirdi. Ancak iş, Bronowski için burada bitmemişti. Ona göre televizyonun tüm olanaklarına karşın, basılı kitabın bir ayrıcalığı vardı. Herhangi bir konuşma zamanın ileri doğru akışına Ë Nuriye BİLİCİ ngiltere’de BBC televizyonu yetmişli yılların başında Jacob Bronowski’den bilimin ve uygarlığın gelişimini anlatan bir belgesel program hazırlamasını istedi. Bronowski bu iş için biçilmiş kaftandı. Saygın bir matematikçi, şair, oyun yazarı ve hümanistti. Uğraşları bununla kalmıyor, hem felsefeyle hem de uygarlığın gelişim çizgisi içinde yer alan, insana dair her disiplinle ilgileniyordu. Çalışmalarını anlatan bir düzine kitap yazmıştı. California Biyolojik Araştırmalar Enstitüsü İnsan Biyolojisi Konseyi direktörüydü. Belgesel teklifi kendisine ulaştığında, bilimsel çalışmalarına ara verip bunu yapmanın ne kadar doğru olduğu üzerinde düşün İ amansız biçimde bağlı iken kitapta durum böyle değildi. Okuyucu, izleyicinin yapamadığı şeyi yapabilir; durur, düşünür, sayfaları geriye doğru çevirir, üzerinde tartışır, bir olguyu diğeriyle karşılaştırır ve genelde, dikkatini dağıtmadan her ayrıntının zevkini çıkarabilirdi. Böylelikle Bronowski belgesel aracılığıyla anlattığı her şeyi, zaman kısıtlaması nedeniyle belgesele koyamadığı ayrıntıları ve örnekleri de katarak, kâğıda dökmeye başladı. Sonunda ortaya şimdi elimizde bulunan ve Say Yayınları tarafından çevirisi basılan İnsanın Yükselişi adlı bu yapıt çıktı. Kitaba bu adı vermesinin nedenini “içeriğinin bilim alanından daha geniş olması ve kültürel evriminin tüm aşamalarını içermesi” olarak açıklıyor Bronowski. Amacı, yirminci yüzyılın her şeyini bir bütün halinde toplayacak felsefesini yaratmak. Bunu da Tanrısal açıklama ya da bilim felsefesinden çok, doğa felsefesi olarak açıklıyor. Ona göre insan biyolojisindeki son bulgular bilimsel gelişmeye yeni bir yön vermiştir: Genelden bireye geçiş. İnsansız felsefe olamayacağı gibi doğru dürüst bir bilim de olamaz. Doğanın anlaşılması, hedef olarak insanın doğasının ve insanın doğadaki konumunun anlaşılmasını içerir. Hal böyle olunca çalışmanın içeriği ve içeriğinin zenginliği baş döndürücü. Bronowski ilkel insandan başlamış, tarımın ve teknolojinin başlangıcından, ate şin bulunuşuna ve sanayi devrimine, oradan kültürel ilerlemeler ve DNA’nın keşfine kadar alt başlıklar halinde anlatmış. Bana göre kitabın doruk noktası Charles Darwin ve evrim kuramının anlatıldığı bölüm. 1850’lerde Darwin ve Wallace tarafından birbirinden bağımsız olarak ortaya atılan bu kuram, tam anlamıyla şok yaratmış, o zamana kadar bilinen tüm ezberleri bozmuştu. İlk şok atlatıldıktan sonra başlayan tartışmalar günümüzde bile sürüyor. Çünkü tarihte ilk kez bilimsel bir araştırma, kutsal kitaplarda yazılanların karşıtı savları bu kadar açıklıkla ileri sürüyordu. Bu, bilinenlerin sorgulanması ve yeniden düzenlenmesi anlamına geliyordu. Aslına bakarsanız bunu öngören Darwin, çalışmalarını ölümünden sonra açıklanmak üzere karısına bırakmıştı. Ama hemen hemen aynı dönemde Wallace’ın aynı sonuçlara ulaşması ve bulgularını Darwin’le paylaşması, sonunda onu kabuğundan çıkarmış ve Türlerin Kökeni’ni bu sayede yayımlama cesareti göstermişti. Daha üç beş yıl önce G. Bush tarafından desteklenen “Yaratılış Teorisi”nin okullarda ders olarak okutulması tartışılıyordu. Benzer bir tartışma ülkemizde de yaşanmış, günlerce ülke gündemini işgal etmişti. Sadece bu nedenle bile kitaptaki ilgili bölümlere göz atmak, tartışmaları yeniden hatırlamak ve üzerinde düşünmek için iyi bir araç olabilir. Belli ki bu konu tartışılmaya hep devam edecek. İnsanın Yükselişi rafine bir kitap, iyi anlatılmış, iyi yapılmış bir çeviri. Bilim ve uygarlık tarihine derli toplu bir bakış. Bizlere tüm bu sürecin doğadan bağımsız olamayacağını, aklımıza ve zihnimize rağmen doğanın bir parçası olduğumuzu anlatıyor. ? İnsanın Yükselişi/ Jacob Bronowski/ Çeviren: Aykut Göker/ Say Yay./ 352 s. Öyküde kendi dilini oluşturmayı başaran Jale Sancak’ın hazırladığı İstanbul Öyküleri Antolojisi’nde Oktay Akbal, Tezer Özlü, Hulki Aktunç, Murathan Mungan başta olmak üzere yirmi beş yazarın seçilmiş birer ve Sait Faik’in iki öyküsü yer alıyor. Ë Bâki ASİLTÜRK 980’lerin ortalarından bu yana öykülerini okurla paylaşan Jale Sancak, hikâye anlatma tekniği ile olduğu kadar ilgi çekici noktalarda derinleşmesiyle de farklı bir yazar profili çiziyor. Onun hikâye anlatma tekniği, ihtiyat payı bırakmak kaydıyla, bir şairin öykü yazma tekniğine benzetilebilir. Tekdüzeliğe prim vermeyen, öykünün akışını sürpriz kesinti ve başlangıçlara bırakabilen yazar, şiirselliğe uzak durmayan bir öykü dili yaratmıştır. Öyküde kendi dilini oluşturmayı başaran Jale Sancak’ın hazırladığı İstanbul Öyküleri Antolojisi’nde yirmi altı yazardan seçilmiş yirmi yedi öykü yer alıyor. Edebiyat tarihimize “İstanbul öykücüsü” olarak geçmiş, modern Türk öykücülüğünün büyük ismi Sait Faik’in “Sivriada Geceleri” öyküsüyle açılıyor kitap. Ardından, yine bu büyük ustanın “Yorgiya’nın Mahallesi” başlıklı öyküsü geliyor. Yüreği ve kalemi insan sevgisiyle pır pır eden Sait Faik’in pek çok öyküsü gibi bunlar da İstanbul’u insan zenginliğiyle yansıtan, kentin nabzını kendi nabzında duyan kişilerle biçimlenen öyküler. İnsan, deniz, kent birlikteliği kimi zaman uyumla, çoğunca da uyumsuzlukla kabarıyor cümleler arasında. 1940’lardan günümüze yapıtlarıyla edebiyatımızı zenginleştiren Oktay Akbal’ın “Son Vapur”u bugün de hayatımızda önemli yer tutan, yakın zamanda yenilenmeleri konusundaki tartışmalarda İstanbul’un simSAYFA 18 Jale Sancak’tan ‘İstanbul Öyküleri Antolojisi’ Yirmi yedi İstanbul Jale Sancak 1 gesi olarak gösterilen vapurlara ve vapurlardaki insan manzaralarına odaklanıyor. Sohbet eden iki genç kadın, gizli gizli öpüşen genç çift, uyuklayan ihtiyar adam, durmadan bir şeyler anlatan subay, hatta “ışıl ışıl köprü” bu vapurun son yolcuları olarak yazarın kaleminde canlanıyor. Tezer Özlü’nün “Café Boulevard”ında İstanbul’un ürpertici, haz verici, rahatsız edici yönleri bir karmaşa içinde resmediliyor. Kahvehane ve bulvar müdavimleri, garsonlar, dondurmacılar, şoförler, ütücüler, apartman sakinleri, eski ve yeni onlarca eşya… İstanbul denince akla gelebilecek neredeyse her şey, Özlü’nün yaratıcı bakışıyla buluşturuluyor. Hulki Aktunç “Pinilupi Sara”da adanın lodos yanından bakıyor İstanbul’a. Manastırın oralardan yankılanan çocuk sesleriyle, gümüşbalıklarının ürkekliğiy le, insanın insana değmesinin yarattığı sevgiyle, yardımsever bir yamağın acı sonuyla kuruyor öyküsünü. Murathan Mungan’ın “Boyacıköy’de Kanlı Bir Aşk Cinayeti” öyküsü denize inen sokakların kesiştiği bir hüzün mekânını, dört mevsim sonbaharı yaşayan bir durağı getiriyor sayfalara. Yanılsamalı bir aşkın gerçekliğini, platonik bir buluşmanın anlamını arıyor. Film kareleri gibi düşsellikle gerçekliğin iç içe geçtiği bir zamanı kovalıyor. Vecdi Çıracıoğlu ise “Oltacı Miran ve Sarıkanat”ta denize döküyor İstanbul’u. Sonra da bir oltacının düşleriyle denizden çekiyor. Bir oltacıyla bir sarıkanat balığının serüvenini iç içe geçiriyor. Kitapta Semra Aktunç, Nalan Barbarasoğlu, Jaklin Çelik, Nemika Tuğcu, Selim İleri, Bilge Karasu, Peride Celal vd. daha pek çok yazarın öyküleri okunmayı bekliyor. Her antolojide, seçkide olabileceği gibi, okurun görmeyi arzuladığı bazı İstanbul öyküleri Sancak’ın hazırladığı İstanbul Öyküleri Antolojisi’nde yer almamış olabilir. Bu kitabı bir seçki olarak ele almak gerekir ve hiçbir seçki de kronolojinin tamamını kapsayan bir edebiyat tarihi değildir. Bu antolojide İstanbul’u İstanbul yapan pek çok ayrıntıyı bulmak mümkün. Derlemenin en önemli yanı, İstanbul’un sadece nostaljiyle değer kazanan bir kent olmayıp, insanla ve yaşamla iç içe kanlı canlı bir kent olarak yansıtılması. Sancak’ın seçiminin kitaba böyle bir karakter kazandırdığı söylenebilir. ? İstanbul Öyküleri Antolojisi/ Jale Sancak/ İkaros Yayınları/ 248 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1016
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle