09 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Turgay Fişekçi’den ‘İnsan Üzerine SorularYanıtlar’ Günebakan şiirler İnsan Üstüne SorularYanıtlar, Turgay Fişekçi’nin toplu şiirlerini içeriyor. Şair, yazar Turgay Fişekçi, geçmişin ve geleceğin şiirini özümsemiş bir ozan olarak, sevileriyle, doğa tutkusuyla, insanlık değerleriyle sesleniyor bize. İnsancıllığı, gözlemleri, betimlemeleri, yalınakıcı dili, özgün şiir tadı bırakıyor damağımızda. İnsan Üstüne SorularYanıtlar çağcıl bir ozanın duyarlı sesi olarak dinlenmeli, okunmalı. Ë Hasan AKARSU urgay Fişekçi’nin toplu şiirlerinin basımında yeniden eskiye doğru bir sıra izleniyor. Biz ise şiirleri tanıtırken eskiden yeniye doğru gidip ozanın şiirindeki gelişmeleri de gözlemiş olacağız. Ozan, Karda Işıltılar‘daki şiirlerinde, kendini sorgularken bir arayış içinde olduğunu, sevgilisinden yana dertli olduğunu vurguluyor: “…Sorma bana kimim/ yaşım kaç, işim ne?/ bana ‘Seviyor musun?’ de/ başka bir şey sorma” (s. 269). Ozan, sevginin kavgasını vermeye doğduğunu, gelecekten umutlu olduğunu yineliyor sürekli: “…Güzel günler uzak değil bizden/ yaşayan görecek/ al şafaklarla toplanan yemişleri/ biz yeni patlayan her tomurcukta birbirimizi anımsayacağız…” (s. 271). Yaşamda direnmekten yana olan ozan, gelecekten umutlu. Onun için de “Bir beyaz güvercin kanatlanıyor yüreğinden”. Dolu dolu bir yürekle yaşayıp yazıyor şiirlerini. Sevdiğiyle yakınlığını insan oluşuna bağlıyor ve ne değin yakınlaşırsa, o değin insan olacağına inanıyor. Güzel bir dünyayı kuracak, güzel yüzlü insanlara güveniyor. Sevgilisine sesleniyor, sevgilisini düşünmek, “sırtüstü bir serinlik” gibi geliyor: “Renk renk türkülerin içinden uyanır sevdiğim/ gökyüzü solur saçlarında/ akar da pembesi, sarısı, yeşili renklerin/ bir bahar şarkısı olur yürüdüğün yollar/ sırtüstü bir serinlik seni düşünmek…” (s. 278). Ozan, daha ilk şiir yapıtında sevgilerin, sevilerin ve insanlığın ozanı olduğunu muştuluyor bize: “İnsan ne zaman insandır?/ en güçsüz yanlarını gizleyemediğinde/…bir insan ne zaman sevmeye başlar?/ karşısındaki de onu sevmeye başlayınca/ sevgi ne zaman biter/ hiçbir zaman/ peki insan ne zaman biter?/ artık sevmediğinde…” (s. 298). Kuşkuluyum Yaşadığımdan (1983) ozanın özlem, sevi ve doğa sevgisini yansıtan şiirlerini kapsıyor. Asfaltlara, betonlara tutsaklığımızı eleştiriyor, dünyamızın “yeşillik diye yalnız mezarlıkların kaldığı bir kent” olduğunu, kıyıların kuşatıldığını anımsatıyor. Yaşadığından ve sevdiğini öptüğünden kuşkulanıyor: “…Bugün sosyal bir insanım sevgilim, nörofren aldım/ yine de dünya topuğu düşmüş bir pabuç gibi aksıyor ayağımda/ beyaz bir lekeyim seni seyretmek için yerleşmiş tuvaline/ orman geniş olsa da korku saçılır av yollarından/ yaşasam da bugün kuşkuluyum yaşadığımdan” (s. 235). Benzetmelerde ilgi çeken bir alaysamayı gözlüyoruz. Dünyanın kirlerinden yakındığını, yalnızca sevgilisiyle yüreğini koruyabildiğini vurgularken, arınma özlemini dile getiriyor. Kimi kez de yalSAYFA 8 T nızlıktan, sessizlikten sıkılıyor: “…Gözyaşlarım akıp boğmadan bu şehri/ işte yine gidiyorum/ yine bana sensizlik kalıyor/ yine bana sessizlik” (s. 242). Yalnız kaldığında, ıhlamurların çiçek açtığını, kısır güllerin yediveren olduğunu duyumsuyor ki bu kez yalnızlığı benimsediğini anlıyoruz. Sevdiğine yaraşan şiirleri bulmak için yola çıktığını belirten ozan, ilkyaz tutkunu aynı zamanda. Meyveleri dalından koparıp yemenin tadını unutamıyor. Sevdiğine seslenirken Cemal Süreya’yı anımsatıyor: “Kol kıvrımımdan öp beni/ tüylerimin arasında yollar açan dudaklarınla/ mavi damarlarımdan/ yüreğimden öp beni/ soyulmuş yumurta beyazlığındaki tenimden/ öpüşlerin yanıp geçen bir ışık değil/ uzun yazların güneşi gibi kalsın tenimde” (s. 254). Yitik Bahar‘da (1989), ayrılık, acı, hüzün vb. izleklerin ağırlıklı olduğunu gözlüyoruz. Ozan, yitirilen güzelliklerin bir daha kolay kolay bulunamayacağını vurguluyor, anneçocuk sevgisini yansıtırken, dünyamızda acı çeken çocukları unutmuyor ve dünya ozanlarının sesini duyururcasına sesleniyor: “…Annen özgürlüksüz bir dünyada yaşadı çocuğum/ saçları kesildi/ anahtarı kendisinde olan bir evi hiç olmadı/ belki bundan, sessizlik ve geceden korktu…” (s. 195). “ÖLMEMEK, TEK ARMAĞAN” Ölümlerin kol gezdiği dünyamızda, “Ölmemek/ bir insanın sevdiklerine verebileceği tek armağan” diyen ozan, Server Tanilli’nin vuruluşunu anımsatıyor. Yaşam kar altında kalıyorsa, bahar dallarına kar yağıyorsa, yiten bir şeyler var yurdumuzda, dünyamızda. Yiten, “Yitik Bahar” değil mi? Dip Sevgi‘de (1994) ozan, yaşanan acıları, çağımızdaki gelişmeleri, savaşların yıkımlarını dile getiriyor. Uygarlığı tanımlarken çağımızla yüzleştiriyor bizi: “temelinde toplu gömütler/ insan derisinden abajurların aydınlattığı odalar olan/ aç çocuk gözlerinin/ çan sesleri gibi rüzgârlarda dağılıp unutulduğu/ bir uygarlık bizimki…” (s. 142). Savaşta atılan bombalarla yanan badem ağaçları, insanlığın yanışı değil mi?: “…Şafakla gelen ölüm kuşları/ bırakıyor toprağa tohumlarını/ radarlar görür mü yanan badem ağaçlarını?/ Can Yücel alkolle yüreğini bombalar her gece/ Güler yoksa sütsüz kalır şiir yavruları/ binlerce kez yıkılan kentler/ her kuşakta örselenen kişilikler/ yıkılmamayı öğrenir bir gün/ bombalar altında da gelir bahar/ kara yağmurun çiçeği de kara açar” (s. 143). Nâzım Hikmet’in, “Dünyayı Çocuklara Verelim” şiirindeki sesini duyumsuyoruz, ozanın “Son Dünya Savaşı” adlı şiirinde: “Sığınaklara indirelim kuşları/ ne ciğerlerinin dayanabileceği gökyüzü/ ne içebilecekleri bir yudum su kaldı/ sığınaklara indirelim balıkları/ kurşuni gövdeleri kurşunlanmadan/ sığınaklara indirelim ağaçları/ cevizleri, çınarları, servileri/ üzerlerindeki sincaplara dokunmadan…/ sığınaklara indirelim Dünyayı” (s. 145). Ozan, sonunda insanın kendine kıyacağını anımsatırken, Sıvas kıyımında yitirdiğimiz Asım Bezirci’nin insan yönünü ne güzel vurguluyor: “…Kim ağlar/ işçi gazetesine yazı yazar mısın deyince?/ Asım ağlar (s. 148) …son fotoğrafı Asım Bezirci’nin/ elinde bir sopayla çekilmiş/ kendini savunmaya hazırlanırken/…Asım yüz yüze gelemedi canına göz dikenlerle/ yüz yüze gelse de kullanamazdı o sopayı…” (s. 149). Doktor, ozan Behçet Aysan, içeride boğulan birini bırakıp gidemeyen ve “onunla ölümü paylaşacak denli” güzel insan. “Gülleriyle değil de, silahlarıyla yarışan insanların var olduğu bir dünyada, ne değin mutlu olabilir insanlık?” gibi soruları bize sorduran bir yönü var ozanın. Bu da evrenselliği anımsatıyor ister istemez. “Emeğe Övgü” adlı şiirinde, geleceğe umutla bakmayı öneriyor bize: “…Üzüm bollaşınca/ kavun bollaşınca/ sanki özgürlük de bollaşıyor/ kardeşlik de/ umut da/ yürekler şıra bekleyen kırlangıç hafifliğinde…” (s. 184). Sevgi Bağları‘ndaki (1998) şiirlerde yurtsama öne çıkıyor. Ozan, babasını, annesini, anneannesini, mobilya ustası dayısını vb. tanıtırken, anılarına götürüyor bizi. “Kıskanılacaksa büyük bir şair/ hayatıyla kıskanılmalı” derken, ozanın şiirleriyle yaşantısının bir bütünlük oluşturduğunu vurguluyor. Ege Bölgesi’ne olan tutkusunu belirtirken, “Ege gittiğim değil, geldiğim yerdir/ nereye gitsem aradığım bulduğum evim/…Ege adaları birer annedir…” (s. 115) diyor. Gökçeada, İznik ve İstanbul sevdiği yerler arasında: “…İstanbul ‘bir hayal şehir’/ düşlerinizin bile yetişemeyeceği” (s. 125). Kumral Gökkuşağı‘ndaki (2002) şiirlerde ozan, sevgilisini tüm yönleriyle betimliyor. Sevgilinin, sevilerin anlatıldığı bir “nehir şiir” diyebiliriz bu şiirlere:” Çözüyorum birer birer gözbağlarını/ zeytin bahçeleri gözlerinin ardı/ dallarında kasım yağmurları parlar/ gözlerin sonsuz, sessiz kırlar… (s. 75)…sevgilim başını çevirdiğinde gün biter/ sevgilim uyur bu kentin bir yatağında… (s. 76)… dünyanın ilk suyudur gözlerin, ilk balığı, ilk kuşu, ilk insanı/ yeryüzünün ilk tatlı suyu, hayatı bugünlere taşıyan…/ gözlerin sınırsız bir dünya özlemi/…gözlerin yeşil denizim, içinde boğula boğula yaşadığım…(s. 7778)… ellerinden fışkırır yeryüzünün bütün yanardağları…/ serçe parmağından doğar Göksu Deresi…(s. 79)…yurdum olmuş alnın, yerleşmişim, ev kurmayı düşünüyorum oraya/… alnın, kendi toprağımı kazacağım kumral ülke…(s. 83)…diline giden bağlardır yaşadığım bütün şehir ler/ yürüdüğüm bütün yollar dilinin çizgileri…(s. 85)…sesin soludukça dalgalanan bir deniz içimde/ sonsuz mavi bir büyüklük, Van Gölü…” (s. 87). Bu şiirlerin yüceltilen bir sevgiliye yazıldığı, Eluard’ın, Neruda’nın sevgililerine yazdığı şiirler değin ustaca olduğu gözleniyor. SEVGİLİDEN GELEN MEKTUPLAR Ayçiçeği Özlemi‘ndeki şiirlerde (2003), bir önceki şiirlerdeki gibi sevi izleği egemen. Ozan, sevgiliden gelen mektupları da şiirleştiriyor. Ayçiçeğiyle sevgili arasında benzerlik buluyor: “…Yıldızımı arıyorum ayçiçeği tarlasında/ avuçlarımın arasına alıp sarı başlarını/ bitkin düşene dek birinden ötekine/ biri benim çiçeğim/ taçyapraklarında kalmış olmalı dudaklarımın izi/ belki de kokumu tanıyacağım bedenimde…” (s. 41). Sevgilisini niçin çok sevdiğini anlatırken imge yağmuruna tutuyor bizi. Nâzım Hikmet’in sevgilisi Piraye’ye yazdığı gibi sesleniyor sevdiğine: “…Bulunduğumuz yerler ne kadar farklı/ sen bir deniz kıyısındasın ve çevren armutlarla/ şeftalilerle doludur/ ben burada meyve ve sebzeye hasret kaldım…” (s. 52). Ve aşklarına ağıt yazarken saptadığı ne değin doğru?: “Her şair bir batık aşklar müzesidir/ kanıyla yüzdürdüğü gemiye/ yetmez olur yüreğinin ateşi…/ bir şairin bütün servetidir yitik aşkları/ dünya gelin olur, şair çıkamaz kerevetine” (s. 59). Babamın Çamları (2007), ozanın yeni şiirlerini kapsıyor. Yurtsama, sevi çıkmazının getirdiği acılar, sevgiliye özlem, yalnızlık vb. izleklerin öne çıktığı şiirler bunlar. Çocukluğunun geçtiği güzel baba evini, bahçesinde babasının diktiği çamları anlatırken, yıllar sonra gittiği evi, o çamlardan tanıdığını vurguluyor: “…Yalnız iki çam ağacı iki köşede/ babamın kırk yıl önce diktiği/ zor tanırdım bunca yıldan sonra/ o iki ağaç orada olmasa” (s. 16). Sevdiğini, haftanın her günü bekleyen bir ozan, bekledikçe, birlikte geçirdiği günleri anımsıyor ve ayrılığın hüznünü yansıtıyor: “…Hiç beklememişim gibi beklerim seni” (s. 18) diyerek bekleyişinin sonsuzluğunu dile getiriyor. Her yerde sevdiğinin eşyalarını gördükçe: “Ne zormuş bir hayatı ikiyi ayırmak” diyor. Sevgiliden ayrılmanın, bir yaşamı ikiyi ayırmanın, fotoğraflarda, anılarda, özlem içinde yaşamanın güçlüğünü sezdiriyor. ? İnsan Üstüne SorularYanıtlar/ Turgay Fişekçi/ 2006 Yayınevi/ 315 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1017
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle