Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
¥ koymaktı bir anlamda. Söz Sabahattin Ali’den açılınca, konu mutlaka politika ve 1940’ların sonu, 1950’lerin başındaki baskı ortamına geliyor. Araştırmalarınıza dayanarak, o dönem ve Ali’nin yaşadığı baskılara ilişkin neler söyleyebilirsiniz? Nihal Atsız ile Sabahattin Ali arasında başlayan bir dava; Turancılık davası var. Ardından üniversitelerdeki tasfiye ve Ali’nin memuriyetten atılışı, İstanbul’a gelişi ve gazeteciliğe başlaması... Markopaşa’nın ortaya çıkışı, Ali’nin her yazıyla takibe alınması ve iki yıl içinde 1718 kez yargılanması... Bunlar olurken, Aziz Nesin’le beraber, “birimiz tutuklanırsak diğerimiz derginin yayınını üstlensin” türünden hesaplamalar da yapıyor. Beri yandan o dönem, azılı komünist aramalarının başlatıldığı bir zaman dilimi. Hatta o aramalar sürerken gazetelerde “Sabahattin Ali bulunamıyor” şeklinde haberler yayımlanıyor. Hemen söylemeliyim: O, ortalık yerde ve kaçacak bir kişiliğe sahip değil zaten. 194548 arası fotoğrafları arka arkaya dizince, baskının ne boyutta olduğu anlaşılıyor: Karşıma 20 yıl yaşlanmış bir adam dikildi. O üç yıl nefes alamayacak hale geliyor. “Sabahattin Ali ve polisleri” biçiminde bir hayat sürüyor adeta. Sabahattin Ali’nin öldürülüşüne ilişkin haberler, dönemin gazetelerinde adeta tefrika haline gelmişti. Yozgat’ta tuttuğu notları bir araya getirdiği defterin kapağı (sağda). ELEŞTİRMEKTEN KAÇMAYAN AYDIN Kitapta Sabahattin Ali’nin “edebiyatçının samimi olması ve bir ‘tez’in peşinden gitmesi gerektiği”ne dair satırlar var. Edindiğiniz izlenime göre Ali için “döneminin tanığı bir yazaraydın” diyebilir miyiz? Bu tanımlama doğru. Hatta edebiyatçılığından daha ağır basan yönü aydın oluşu. Almanya yıllarında, Nazi tehlikesi ve aşırı milliyetçiliğin zarar vericiliğini hemen kavrıyor. Aydın olmanın koşulu, içinde bulunulan ortamı değiştirmek adına söz söyleyebilecek noktaya gelebilmek. Türkiye’ye dönüşüyle Ali’nin bu yönü daha da belirginleşiyor. Olup biteni eleştirmekten hiç kaçmıyor. Onun bir de fotoğrafçı yönü var: Hem kendini hem de etrafını fotoğraflıyor; bu da bir tanıklık, bu da dönemine tanıklık... Önsözün başlığı “Dışımızdaki Masum.” İçimizdeki Şeytan’a bir gönderme bu değil mi? Neden “İçimizdeki Masum” Sabahattin Ali? İçimizdeki şeytan, dışımızdaki masumu öldürdü. “Dışımızdaki Masum” başlığı, Hrant Dink’in öldürülmesinden sonra zihnimde canlandı: O da dışımızda ve masumdu. Dışımızda derken, pek çok insanın dışta tutmak istediği biriydi: “Farklıydı”, “azınlıktı” ve “ayrıksıydı” ama masumdu. Sabahattin Ali’nin, o dönem devletin farklı mekanizmalarını besleyen oluşumların dışında kalması ve öldürülmesi de buna benziyor. Ali de kimi insanlarca istenmedi, dışarı atıldı ve sonra da öldürüldü. Buradan bakınca İçimizdeki Şeytan’la “Dışımızdaki Masum” başlığı birbirini tamamladı. Araştırmanız sırasında, daha önce Ali’nin fark etmediğiniz ya da edebiyat çevrelerinin dikkatinden kaçtığını düşündüğünüz bir şey; bilgi, belge ya da olay ortaya çıktı mı? Elbette. Mesela Batı Şan Eserlerinden Seçilmiş Opera Aryaları ile Koro Parçaları ve Liedler adlı eser. Kitapta yer verdiğim bir belgeye göre Ali bu eseri hazırlamış, para bile almış ama çalışma ortada yok. Bunun yanı sıra, pek çok anket ve yanıtları da A’dan Z’ye Sabahattin Ali kitabında ilk kez yayımlandı. Yeni Adam dergisinde okuyucuyla buluşan ve Sabahattin Ali’nin Tevfik Fikret ile Mehmet Âkif üzerine düşüncelerini yansıtan anketler onlar. Filiz Hanım’ın paylaştığı belgeler de var. Mesela katil, Ali’nin eşyalarını saklıyor cinayetten sonra ve bunlar, Kırklareli Emniyet Müdürlüğü tarafından alıkonuyor. Davadan sonra aile söz konusu eşyaları isteyince yazışmalar başlıyor ve Sabahattin Ali’nin Markopaşa döneminden kalan vergi borçları nedeniyle eşyalar aileye verilmiyor. Buna dair belgeler de geçti elime. Çakıcının İlk Kurşunu’nda yer alan, Ali’nin yazmayı düşündüğü eserler listesi de yine ilk defa okuyucuya açılıyor. Bu liste Almanya’da ve Türkiye’de yazılacak eserler şeklinde sınıflandırılmış, onlar da bu kitapta kullanıldı. Sabahattin Ali’nin çıkardığı ve içinde yer aldığı; hatta başına gelmedik olay bırakmayan mizah dergileri bulunuyor. Dergilerdeki yazılarının dışında, özgün mizah eserleri vermemesini nasıl değerlendirirsiniz? Mizah ve Sabahattin Ali yan yana gelince şu belirginleşiyor: Sabahattin Ali çok komik bir adam. En ilginç özelliklerinden biri büyük bir taklit ustası olması. Genelde azınlık şivesiyle konuşan kadınların taklitlerini yapan bir isim. Bu yüzden de dost meclislerinin en gözde figürü. Mizaha çok yatkın ve aynı zamanda çok zeki; başına gelen her şeyin kaynağı da bu belki. Zekâsı, meseleleri hızla kavrayıp mizaha dönüştürme yeteneğini de gün ışığına çıkarıyor. Örneğin öykülerinde hissedilen mizah yeteneği, Alibaba ve Markopaşa’da da devam ediyor. Ama bu mizah, şiddetli bir eleştiri. Ancak mizahçı olmaması, bu alanda özgün eserler vermesini engelliyor; o mizahı daha çok toplumsal eleştiriye yediriyor diyebiliriz. Kitap hazırlığından önce, hazırlık aşamasında ve noktayı koyduğunuzda nasıl bir Sabahattin Ali ile karşılaştınız? Belli farklılıklar oluştu mu? Farklılık oluştu ama bu onunla değil, benimle ilgili. Altı yıl boyunca bu işe, bu kitaba bir cümle daha eklemeye çalıştığınız için, bu çalışma ile siz de büyüyorsunuz. Şöyle bir gerçeklik var: Benim için eskiden o, solcu olduğu için katledilen ve yasaklı bir yazardı. Ama onun düşüncelerinin öncekileri yadırgamadan değişimini görmek beni etkiledi. Yine zaaflarını saklamayan hatta kolayca gösterebilen ve başına gelecekleri sezen bir Sabahattin Ali de, bende birim olarak kendisine; bendeki Sabahattin Ali imgesine hep bir şeyler kattı. “TÜRKİYE’DE BELGE BİTMEZ...” A’dan Z’ye başlığı bir tamlık ya da tamamlanmışlığı çağrıştırıyor. Buna rağmen, Sabahattin Ali ile ilgili eksik kalan herhangi bir şey olabilir mi? Her çalışma bir eksiklik içerebilir ve zamanla tamamlanabilir. Yeter ki insanlık bilincine ve çağımıza karşı yanlışlar yapılmasın. Bunun dışında kaynak eksiklikleri olacaktır, gazete yazıları noksan kalacaktır, hakkında söylenenler konusunda kimi tamamlanmamışlıklar da bulunacaktır. Hepsini göz önüne alarak söyleyebilirim ki, bu kitap en az eksiklik içerme iddiası taşıyan eserlerden biri. Çok titiz çalıştığım ve çok emek harcadığım için bunu rahatlıkla söyleyebiliyorum. Ama yazarken, yapılabileceklere o kadar kapı açıldı ki, buradan bir dolu kitap çıkabileceğini anladım: Ölümü, ölümünün yankıları ya da devlet konservatuvarının yapılandırılışı, işleyişi, buna dair yazışmalar yeni konservatuvar tarihi yazıldığında Sabahattin Ali’nin oradaki çalışmaları ortaya çıkacaktır büyük olasılıkla. Belki Sabahattin Ali ve opera gibi bir eser oluşturulabilir. Yine okuduğu yabancı yazarlara ilişkin bir şeyler çiziktirilebilir. Söylemeden geçmeyelim: Elisabeth Siedel’in Sabahattin Ali, Mystiker und Sozialist adlı kitabı, Ali üzerine yazılmış en iyi kitap şu anda. Benim bile ulaşamadığım kaynaklara erişmiş Siedel. Bu kitabın Türkçeye kazandırılması ve dolayısıyla Sabahattin Ali’ye dair bir bilgi deposu olarak okuyucuya sunulması gerek. Son olarak şunu belirteyim, kanımca A’dan Z’ye Sabahattin Ali çalışmasında genişletilebilecek ve üstüne fazla gitmediğimiz taraf, Ali’nin Aydın ve Konya’daki öğrencileri. Onların çoğunun hayatta olduğunu düşünüyorum ama o kanaldan yürümedim. Sadece bazılarının, örneğin Mehmet Başaran, görüşlerine yer verdim. Konservatuvardaki öğrencileriyle görüştüm daha çok. Oradaki bilgiler daha tarihsel geldi bana. Yeni belge ve bilgiler ele geçtikçe, Sabahattin Ali ile ilgili yeni kitaplar da yazılabilir yani... Sabahattin Ali’nin ailesinde teknik olarak yayımlanmamış hiçbir belge kalmadı. Ama bu belgelerin bir de gönderen tarafı var. Mesela devletle yapılan yazışmalar... Onların devlette kalan örnekleri var ve ben bunları görmedim. Hep Genç Kalacağım’da, Ali’ye gelen birçok mektup var. Ancak bu mektuplara verdiği yanıtlar ne yazık ki tamamıyla ortaya çıkarılamadı. Hepsinden önemlisi Aziz Nesin’in Sabahattin Ali hakkında tuttuğu notlar... Nesin, Ali’ye ilişkin bir kitap yazmayı, onun öldürülüşüyle bağlantılı bir çalışma kaleme almayı düşünse de bu gerçekleşmiyor. Bu notlar ve yazışmaların da bir gün tam anlamıyla okuyucuya sunulacağını umuyorum. Türkiye’de belge bitmez, insanların elinde hâlâ bir şeyler olduğunu düşünüyorum... Bir başka A’dan Z’ye kitabı hazırlığı var mı? Başka A’dan Z’ye kitabı yazmayı planlamıyorum. Şakayla karışık söylersem, “A’dan Z’ye” dizisinin Sevengül Sönmez’le özdeşleşmesini istemem. Biyografik çalışmalar kaleme almayı sürdüreceğim ama biraz ara vermek niyetindeyim. Çünkü hayat hikâyesi yazmanın zorlukları var. Yazdığınız kişinin dışındakileri de anlatmanız gerek. Bunu yapmak, yazdığınız kişiyi anlatmaktan daha zor. Üçüncü kişi olarak, diğer ikisini tanımadan hayat hikâyesi yazmak durumundasınız. O nedenle biyografiye bir mola verdim, Yeditepe dergisine ilişkin bir monografi çalışması içindeyim şimdi. Edebiyatçıların ürün verdiği derginin biyografisi bir anlamda bu da... ? A’dan Z’ye Sabahattin Ali/ Yayıma Hazırlayan: Sevengül Sönmez/ Yapı Kredi Yayınları/ 520 s. 1947’de, Paşakapısı Cezaevinde eşi Aliye ve kızı Filiz ile birlikte (solda). Ortada 1940, İstanbul yolunda. Eylül 1940, Büyükdere’de askerlik görevi sırasında (sağda). CUMHURİYET KİTAP SAYI 1017 SAYFA 17