09 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

VİTRİNDEKİLER ¥ dayalı ayrıntılı, canlı bir tasvirini sunar. “Kızıl Gezegen” olarak bilinen Mars’ta insanlık ileri bir sosyalizm düzenine kavuşmuştur. Dahası, gezegenin insanları, sahip oldukları bilimselteknolojik donanım sayesinde komşu gezegen Dünya’ya ulaşmayı başarmışlardır. Sırada, aynı idealler için mücadele eden devrimci partilerin temsilcilerini, inşa edilmiş olan ileri toplumsal sistemi gözlemek üzere kendi gezegenlerine konuk etmek vardır. Bu heyecanlı yolculuğa uygun görülen bir parti militanının gözünden Mars’a yapılan yolculuğa ve oradaki hayata tanıklık ederiz. Sislerin Ardında/ Halil İbrahim Özdemir/ Babıali Kültür Yayınları/ 304 s. vs. kültür merkezlerinin Rumeli’ye kadar uzanan katkı ve tesirlerin bir bileşimidir. Sanatı Yaşamak/ İhsan Özgen/ Yapı Kredi Yayınları/ 150 s. Müzisyen, besteci, öğretim üyesi İhsan Özgen “Sanatı Yaşamak”ta kemençe, tanbur, lavta ve viyolonsele getirdiği yeni tekniklerle, taksimleriyle tanındı. Osmanlı Müziği’nden Klasik Batı Müziği’ne geleneksel ile yeniyi birleştirdiği yorumlarıyla uluslararası müzik dünyasının aranan isimlerinden oldu. Müziğin yanı sıra resim çalışmalarını sürdüren sanatçı, doğaçlama yeteneğini bir kez daha kullanıyor; bu kitaba aldığı denemelerinde sanatın kaynaklarını irdeliyor, sanatı yaşamayı anlatıyor. Tüfek Omza/ Yayıma Hazırlayan: Orhan Peker, Hilal Akkartal/ Doğan Kitap/ 444 s. 31 Mart Vakası’nda Ali Kabuli Bey’in linç edilişine şahit oldu Nurettin Peker. Hareket Ordusu isyancılarla çarpışırken, Resneli Niyazi’ye limonata ikram etti. Küçük Zabit Mektebi’nden mezun olur olmaz Balkan Savaşı’na katıldı. Hemen ardından da, Çanakkale Savaşları’na. Ağır yaralı olarak geri gönderildi. İyileşince de Irak Cephesi’ne gitti. İngilizlere esir düştü. “Kemalist” olduğu gerekçesiyle Irak’tan Hindistan’daki esir kampına sürüldü. Görevi gereği İkinci Dünya Savaşı’nda Karadeniz kıyılarına inen Alman savaş pilotlarıyla ilk teması o kurdu. “Tüfek Omza”da Muharip Gazi Nurettin Peker’in anıları, yakın tarihin hemen hemen tüm önemli olaylarıyla kesişiyor. Yazının Sıfır Derecesi: Yeni Eleştirel Denemeler/ Roland Barthes/ Çeviren: Tahsin Yücel/ Yapı Kredi Yayınları/ 170 s. Roland Barthes’ın 1953 yılında yayımlanan ilk kitabı “Yazının Sıfır Derecesi”, biçem, roman yazını, yazartoplum ilişkisi ve yazınsal dil gibi konularda Fransız yazınına yeni bir bakış ve söylem getirmişti. “Yeni Eleştirel Denemeler” ise Barthes’ın 19611971 yılları arasında çeşitli dergilerde çıkmış, Flaubert, Proust, Chateaubriand, Jules Verne ve Pierre Loti gibi çeşitli yazarlara ilişkin sekiz denemesini ilk kez bir araya getiriyor ve Barthes’ın ‘yazarlığı’nın ‘okurluğu’yla nasıl at başı gittiğini gösteriyor. ŞıkTutuşmuş Gönüller/ Hüseyin Rahmi Gürpınar/ Everest Yayınları/ 458 s. Günlük yaşamdan beslenen yapıtlarıyla Hüseyin Rahmi Gürpınar, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerine ilişkin en önemli tanıklardan biridir. Yapıtları bize Doğu ile Batı kültürleri arasındaki gerilimde sıkışmış imparatorluk insanlarını, batılılaşmaya doğru kabuk değiştirmekte olan toplumu, cumhuriyete doğru yol alan bir imparatorluğu anlatır. Kendi yaşamının yönünü arayıp duran insanların trajikomik yaşamlarını mizahi bir dille aktaran Gürpınar, edebiyat aracılı ğıyla aslında tarihinin en devingen dönemini yaşayan bir toplumun sosyal haritasını çizer. “Şık” ve “Tutuşmuş Gönüller” isimli yapıtların bir arada sunulduğu kitap, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın bu özelliklerini yansıtıyor. Sanat ve Edebiyat Üzerine/ Anatoli Vasiliyeviç Lunaçarski/ Çeviren: Ülker İnce/ Kırmızı Yayınları/ 166 s. 1917 Büyük Ekim Devrimi’nden sonra kurulan Sovyetler Birliği’nin ilk Halk Eğitim Komiseri olan ve kendi döneminin önde gelen ideolog, eleştirmen, gazeteci ve konuşmacılarından biri olarak bilinen Anatoli Vasiliyeviç Lunaçarski, tam bir kültür adamıydı. “Sanat ve Edebiyat Üzerine”de yer alan ve gerek devrim öncesi gerek devrim sonrası kaleme aldığı yazılarında, çok kapsamlı kültür birikimine dayanan, dogmatiklikten uzak, derinlikli ve esnek bir sanat yaklaşımının sözcülüğünü yaptı ve örneklerini ortaya koydu. Sanat ve edebiyatı, yalnızca siyaset açısından ele alınması gereken bir alan olarak görmediği için, bu alanın kendine özgü sorunlarını büyük bir zekâ, duyarlılık ve incelikle ele aldı. Üzüm Yazı/ Bekir Sıtkı Sezer/ Everest Yayınları/ 214 s. Orhan Altıniğne; İstanbul’da ünlü Rum ustaların yanında yetişmiş, ailesine bağlı, işine saygılı iyi bir terzidir. “Kara bir Eylül günü”, korkunç bir şey olur. Bu olay, Orhan Altıniğne’nin ve ailesinin tüm yaşamını derinden sarsar. Murat Yaman, yatılı öğretmen okulunu bitirir bitirmez bir köye atanmıştır. Gençtir, idealleri vardır. Öğrencilerini en iyi şekilde yetiştirecek olmanın heyecanıyla dopdoludur. Bekir Sıtkı Sezer’in “Üzüm Yazı” adlı çalışması, içinde yaşadığımız toplumu her haliyle kavramış, incelikli gözlemlerle örülü sıcacık bir roman olma özelliği taşıyor. Osmanlı İmparatorluğu’nda Madenciler ve Devlet/ Donald Quataert/ Çeviren: Nilay Özok Gündoğan, Azat Zana Gündoğan/ Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi/ 414 s. Donald Quataert’in “Osmanlı İmparatorluğu’nda Madenciler ve Devlet” isimli çalışması, Osmanlı tarih yazıcılığındaki hâkim akımlardan ayrılmaktadır. Devlet odaklı olan önceki çalışmaların çoğu; maden havzasındaki üretim, devlet politikaları, emperyalizm ve gayrimüslimlerin maden sahibi olmaları gibi meseleleri ele almışlar, işçileri ise Osmanlı Devleti’nin ilgisizliğinin kurbanları ve Cumhuriyet dönemi devlet politikalarından faydalanan kişiler olarak görmüşlerdir. Bu bakış açısı, hem kömür havzasındaki değişimin kronolojisine hem de söz konusu değişimin motorunun kim olduğuna dair kavrayışımızı olumsuz bir şekilde etkilemekteydi. Donald Quataert, Zonguldak kömür madencilerini konu alan diğer yazarlardan farklı olarak, işçilere devlet merkezli bir açıdan bakmak yerine, çalışmasının odağına madencileri, onların çalışma koşullarını yerleştirmektedir. Bu eser, Osmanlı toplumunda, aileleriyle birlikte toplam nüfusun yüzde doksanını oluşturan ve ekonomik zenginliğin üreticisi olan işçilerin, köylülerin ve diğer seçkin olmayan grupların hayatlarını anla ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 1017 Baharla birlikte köyler, kasabalar, şehirler boşalmaya başlamıştı. İnsanlar evlerini, yerlerini yurtlarını terk edip yanlarına aldıkları birkaç parça eşya ile birlikte ölümden hayata koşuyorlardı. Eli silah tutanların hemen hepsi cephedeydi. Geriye kalan yaşlı, kadın ve çocuklar ise uzun bir yolculuğa çıkmışlardı. Önlerine kattıkları üç beş hayvanla batıya doğru gidiyorlardı. Gidenler arasında hastalar, yaşlılar vardı. Hamile kadınlar, kucağında bebeği olan gelinler hep yollardaydı. Bir millet seferber olmuştu. Halil İbrahim Özdemir, “Sislerin Ardında”da bu seferberliği anlatıyor. Bir Sonbahar Akşamı/ Sait Faik Abasıyanık/ Yapı Kredi Yayınları/ 126 s. “Yağmurun içindeki her günkü dünya: Hadi çabuk ol. Yeter artık. Gel buraya. Bizimle beraber olman lazım. Böyle biteviye sütçü dükkânında kalıp, yeniden doğmuş numarasıyla oturamazsın. Seni bekliyoruz. Alıp götüreceğiz. Her şey, bütün insanlar seni bekliyor. Onların arasında oynadığın oyunu bitirmeye mecbursun. Yeniden doğulmaz. Doğsan bile n’olacak? Seni iki senede, iki senede değil, iki günde aynı insan ederiz. Aynı kendini düşünen, aynı haris, aynı kıskanç, aynı kötü huylu, aynı sarhoş, aynı budala oluverirsin. Seni aynı hastalıkla yıkmak için elimizde her şey var. Hem canım sen nasıl bir dünya istiyorsun? Görülmemiş, işitilmemiş, tadılmamış, yazılmamış, yaşanmamış. Olur mu böyle şey? Hadi gel. Dön her günkü hayatına.” Bir Sonbahar Akşamı, Sait Faik’in öykülerinden bir seçki. Adrianopol’den Edirne’ye/ Aziz Nazmi ŞakirTaş/ Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi/ 326 s. Yarım asırlık genç bir devlete sahip olan Osmanlı kültürü, ıssızlaşan Trakya bölgesinin merkezinde, neredeyse sıfırdan başlayarak, “Adrianopolis” surları dışına taşıp akan yeni şehri, yıldızı henüz parlamaya başlayan Osmanlı medeniyetinin nüfuzu için esas malzeme olarak kullanmıştır. Tabii bu, Osmanlı kültürünün oluşmasındaki Selçuklu ve Bizans gibi farklı kültürlerin tesirinin olmadığı anlamına gelmez. Bu tesir, Adrianopolis’in Edirne’ye dönüşmesiyle birlikte Osmanlı kimliği altında şehre girmeye başlamıştır. Yine de Edirne, uzun bir zaman için Osmanlı’yı temsil etme statüsüne sahip oluşunu fizikî yapısından ziyade konuk ettiği, yetiştirdiği ve yolcu ettiği bilim adamlarına, zanaatkârlarına ve sanatçılarına borçludur. Onların sayesinde ikinci Osmanlı payitahtı, “hâlis” bir Edirne değil, BursaİznikKonyaKastamonuMerzifonAmasyaHalepŞiraz SAYFA 28
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle