Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K ir dosya, dosyalıktan çıkarılıp kitaplaştırılırken nelere dikkat etmek gerekiyor? Yazarın, dosyasını yayımlarken gerek kendi serüveni açısından, gerekse tüm yazın yaşamımız bağlamında çizeceği eğrinin önemi üzerinde ne denli durulsa yeridir herhalde. Öyle ya, bu eğrinin, bir doygunluk aşamasına varmış olması, bunda olgunluğun aranacağı göz ardı edilebilir mi? Her dosyanın bir yayımlanma eşiğini atlaması gerekiyor demek ki! itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Bir kitabın doygunluk eşiği alıntı kullanma yaklaşımının… Ancak kitap kapaklarında, böylesi alıntıların yer alması karşısında buna bütün bütüne sırt döndüğüm anlamı da çıkarılmamalı buradan… Melih Yılmaz’ın bu isteğiyle karşılaştığım günlerde iki farklı yazarın kitap kapaklarında yazılarımdan yapılmış alıntıyla karşılaşmayayım mı? Burhan Günel, Ateş ve Kuğu’nun yeni basımında (Cumhuriyet, 2009) romanına, Kevser Ruhi de Saçları Deli Çoruh’ta (Gürer, 2009) daha önce verimlediği Kehribar Kadınlar başlıklı öyküler toplamına değgin kaleme aldığım yazılardan alıntılar aktarmış… Bu, yazarlardan çok yayıncıların yeğleyişi elbette! Nitekim bilgim de olmuştu bundan. Daha önceleri de Oya Baydar’la Aslı Erdoğan’ın romanlarında, Hakan Şenocak’ın öykülerinde kitap kapaklarına yazılarımdan alıntılar aktarıldığına tanık olmuştum. Bunlar gözüme ilişenler… Belki başka kitap kapaklarında da yer alıyor yazılarımdan alıntılar… Ne var ki Kevser Ruhi’nin Saçları Deli Çoruh’unda alıntı ön kapağa çıkarılmıştı. Bunu görünce tepeden tırnağa titredim doğrusu… Herkesin önünde çırılçıplak kalmışçasına utandım, yüzüm kızardı. Ne demişim ben böyle dedim, öne sürdüğüm bu düşünceleri bakalım ikinci kitabında paylaşacak mıyım? Bakalım dosya, kitaplaşma eşiğini bileğinin hakkıyla aşabilmiş mi? Çöktüm öykülerin başına, bir solukta okudum hemen… Dile getirdiği düşüncelerin sorumluluğunu sonuna dek taşır çünkü bir yazar. Üstelik bu sorumluluk yazarla okura karşı olduğu kadar kendine karşıdır da aynı zamanda. Neyse ki Kevser’in öyküleri serin bir su serpti yüreğime… Kapak yazıları kaleme alan biri değilim, değilim ya, kapağa alınan sözlerimin sorumluluğundan sıyırabilir miyim kedimi öyle kolayca? Bir de kendilerinden alıntılar aktarılarak sürekli kapağa çıkarılan, âdeta “kapak yazarı” yapılan yazıncılar var… KİTAPLAR KAPAĞINDA DEĞİL, SAYFALARINDA... Yeniyetmelik yıllarımda Yaşar Kemal’in kitap kapaklarında yabancı yazarlardan aktarılan kimi alıntılara bakar, ilk gençliğin getirdiği kolaycı bir kışkırtıyla hülyalara dalardım… Alıntıları gözümde büyütür, bunlara olmadık anlamlar yükler, ileride yayımlanacak kendi kitaplarıma da böylesi alıntılar yakıştırırdım hayalimde… Aradan geçen on yıllar sonra kitaplarımı yayımlamaya koyulduğumda, bunların kapak yazılarını işin erbabı sayacağımız yayıncılarına bıraktım… Şimdilik hiçbirinin kapağında herhangi alıntı yok kitaplarımın. Bu, olmayacağı anlamına gelmiyor elbette. İleride böylesi alıntılara yer verecek olursa yayıncılar, bunun kitaplarıma yönelik ilineksel bir ifade olarak kalacağının bilinmesini isterim şimdiden… Nitekim onca eleştiri düşkünlüğüme, bu alanda verimlenmiş yayınlara, perakende yazılara yönelik oburluğuma karşın kapak arkasına alınmış alıntılardan hiçbirinin benim için bu ölçüde değer taşımadığını belirtmeden geçmeyeyim şuracıkta. Neden peki? Bir alıntı, gerçek ağırlığını kendi bağlamında yansıtır da ondan. Alıntıyı, cımbızla çekilmiş de kapakta öylece bırakılıvermiş havasından kurtarmanın tek yolu, alıntının yapıldığı yazının bütün olarak yayımlanması herhalde. Ama bu da olanaklı olmadığına göre, söz konusu eksikliğin bilinciyle yaklaşmak gerekiyor o halde alıntıya karşı. Derken Aslı Erdoğan’ın yeni öykü kitabı da çıkagelmesin mi: Taş Bina ve Diğerleri (Everest, 2009). Şöyle bir yokladım kendimi. Bayağı özlemişim Aslı Erdoğan’ın öykülerini, romanını okumayı… Demek bu da kıvamına ulaşmış bir dosya. Yalnız, onurlu, vefalı kızım benim… Son on beş yıl içinde herkes birbirine bakarak kararırken, bundan sıyrılıp kendi özgünlüğünü koyabilen, alanda verimiyle göz kamaştıran çok az sayıdaki yazardan biri oldu Aslı. Bu on beş yılda iki roman iki de öykü kitabı, o kadar… Dikkati çeken bir yan da, yazınsal tutumunu, geleneksel temel üzerine oturturken bunu dönüştürmekte, çok farklı damarlarda yol alıp olağanüstü eşiklere getirmesinde kendini gösteriyor. Bu haliyle sıra dışı kalmayı hakkıyla başarmış bir iki yazarımızdan biri Aslı Erdoğan; yazınımızın yüz akı! Şimdi bu satırlarım da kapağa alıntı olarak aktarılabilir elbette. Ne ki ben size söylememiş olmayayım; alıntılarına değil, içine, sayfalarına bakın siz kitabın… KAPAK YAZARLARI, BÜTÜN YAZARLARA BORÇLU... Daha önceki bir yazımda not düşmüştüm…, Fethi Naci’nin kendisinden bir kezcik olsun söz etmeyişinin Hulki Aktunç’un üzerinde bıraktığı düş kırıklığına… Buradaki derin anlam bağı üzerinde sıkı sıkıya durulmalı bence… Gerçekten eleştirmenlerin, üzerinde durdukları yazarlar kadar üzerinde hiç durmadıkları yazarlardan da sorumlu olduklarını düşünürüm öteden beri… Bu açıdan yazarlar, eleştiri düzlemine almadıkları yazarlardan kendilerini kaçıramazlar kolayına… Zamansızlıktan, olanaksızlıktan uzanamamış olabilirler elbette, ancak bu durum onların sorumluluğunu kaldırmaz yine de ortadan… Bunları ödüller için de düşündüğümü söylemekten geri durmayacağım… Seçici kurul üyeliği yapan her yazar elbette ödüle aday gösterdiği yapıttan sorumludur, ama ödüle aday göstermediği yapıt karşısında da ciddi yükümlülük altındadır… İleriki haftaların birinde ödüllendirmeler konusunda kimi düşüncelerimi paylaşayım istiyorum “Kitaplar Adası”nda… Alıntılarımın aktarıldığı kitapların yazarlarına döneyim ben yeniden… Burhan Günel de son bir öykü kitabıyla selamlamasın mı okurunu: Bülbülü Öldürelim (Şenocak, 2008). Günel, artık olgunluk döneminin tatlarını deren, yazarlığını oyunsu süreçlerle harmanlayan bir yazar. İlk öyküsünü yayımlayışı bağlamında öykücülüğünün kırkıncı yılına varmak üzere, eli kulağında. Onlarca yıl, on dört öykü kitabı… Burhan, derin burkulmalar, yer yer tragedik kaymalarla içlidışlı bir avuç öykü kahramanı sunuyor yine bize. Son yirmi yıl içinde öykücülüğünde çok farklı dönüştürümler yansıttı denebilir… Çiçekler Korunağı, Kar Düşleri doruk öykülerdi, ama sessizlikle karşılandı hep… Şimdi bir başka yolla yeniden çalıyor öykü kapımızı… Bakalım, duyan olacak mı? Kevser Ruhi’nin sınırlarda kuşlar gibi gezinen, ama yine de ayakları bir yerlere bukağılanmış kahramanlarına ne demeli? Çaresizlikle kavrulan entelektüel yalnızlıkların kan kustum kızılcık şerbeti içtim diyen acıklı kederleri, kahırları… Bir tutam albenili öykü daha Kevser’den… İşte size üç yazardan üç öykü kitabı… Üçü de upuzun yolculuk eğrisini tamamlayıp gerekli olgunluğa ulaşmış, yayımlanma eşiğine varmış, bunu hak etmiş kitaplar… Ne mutlu yazarlarına, ne mutlu biz okurlara… Melih Yılmaz’ın mektubundan çıkarak nerelere geldik? Melih, kardeşim, satırlarım, film seyredercesine okuduğum ilk romanın Gece içindi… Hele ikinci romanını da okuyayım, sonra oturur konuşuruz bunu, olmaz mı? Ama bir yazar okuduklarına değil yalnız, okumadıklarına karşı da borçludur, hiç unutur muyum bunu?…? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1017 B Diyelim şiir, öykü, roman, oyun vb. dosyası üzerine çalışıyor yazar, ne zaman olgunlaşacak bu? Bunun olgunlaştığını nasıl ayırt edecek peki? Üzerinde çalışılan dosya, önceki kitaba göre gerçekten “yeni” olmayı başaramamışsa, eğrinin tamamlandığı, dosyanın yayın eşiğine geldiği söylenebilir mi hemence? Öncekinin kopyası gibi duruyorsa, birikimsel anlamda değişimden uzaksa, yazarın erkenci davrandığı öne sürülemez mi o zaman? Yazar, o güne dek alanda eksik bulduğu herhangi bir yanı tamladığını gösteremiyor, kitabın doğumundaki zorunluluğu duyuramıyorsa yaptığı iş, bin bir gece masallarının ardışıklığını yansıtmayacak mıdır? Evet yazar, kitabının doğumunu zorunluluk bağları içinde düşünmek zorunda, yani dosya yayımlanmış olmayı hak edecek ille! Demek ki kitabın beklenir yapıt olması gerekiyor, başka yolu yok! Eğer kitabın yayımlanışı öncesiyle sonrasında herhangi bir değişiklik çıkmıyorsa ortaya, dosyanın yayımlanmışlığı güzelduyusal bir zorunluluk olarak koymuyorsa kendini, böylesi bir kitabın yayımlanış gerekçesi hangi temele dayandırılabilir sizce? Kimileyin, tövbe estağfurullah manda pislemişçesine kitap yayımlandığına tanık oluyoruz, ama kimileyin de kitabını ne denli özlediğimizi düşünüyoruz bir yazarın… Öyleyse yayımlama eşiğini, bu eşik için gerekli olgunlaşma sürecini beklemeksizin de kitap yayımlayabiliyor yazar… Melih Yılmaz’dan bir elmek aldım temmuz başlarında, yeni kitabına yönelik bir dileğini aktarıyor bana Yılmaz: “İlk romanım ‘Gece’yi, Cumhuriyet/Kitap’ta (1005. ve 1008.sayılar) anma teveccühünüzden ötürü size ne kadar teşekkür etsem azdır./ Elimden tuttunuz, yürü dediniz. Çok teşekkürler./ Yazılarınızdan sonra ikinci romanımın yayını gündeme geldi./ Sizden bağışlanma dileyerek ve haddim olmayarak bir istemde bulunmak kabalığımı affedersiniz umarım:/ İkinci romanımın arka kapağına –elbette ki noktası ve virgülüne dokunmadan ve de kaynak belirterek –Cumhuriyet/Kitap’ta naçizane kitabımız hakkında yazdığınız cümleleri alıntılayabilir miyiz?” Yılmaz, belli ki Latife Tekin gibi ikincisini de verimleyip öyle çıkmış ilk romanıyla. Memet Fuatça bir tutum bu! Dosyaların kitaplaşma eğrilerinden kalkarak, kitap kapaklarına aktarılan alıntılara getirmek istiyorum sözü. Yılmaz’ın, ilk romanı için kaleme alınmış kimi satırları ikinci kitabının arka kapağında kullanmak istemesi çok doğal. Çünkü böylesi satırlar, yazıyı verimleyene ait olduğu kadar, yazının konu nesnesi olarak herhangi yapıtından söz edilen yazarındır da aynı zamanda. Ötesinde bu doğal tutum, doğal hak biçiminde de alınabilir herhalde. Yeter ki, alıntının kullanılma biçimi abartıya yol açmasın, birebir gösteren olmanın ötesinde farklı anlam öbeklerine savurmasın okuru… Bir çalışmada gönderme (atıf) amacıyla kullanılacak herhangi alıntıda nelere dikkat ediliyorsa kitap kapaklarına aktarılacak alıntılarda da buna uyulacak kaçınılmaz biçimde… KAPAK YAZILARI, KAPAK YAZARLARI... Kitap kapaklarındaki alıntılar, kitaplara değgin ipuçları vermez değil elbette, ne ki bunların kitaplar için birer kılavuz gibi alınması doğru mudur dersiniz? Kitaba katılmış, herhangi eleştiri, inceleme, değerlendirme yazısının taşıdığı anlamın yanında kapağa çıkarılan alıntının taşıyacağı anlam ne olabilir Tanrı aşkına, söyler misiniz lütfen? Bu bağlamda kitaplara ya da yazarlarına sunulmuş ödüllere değğin dile getirilen satırların yansıtım biçiminden çok da farklı bir tutum sayılamayacağını belirteyim kapaklarda SAYFA 20