24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K Güner Sümer itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Turan Emeksiz Vapuru, Güner Sümer Sahnesi... evrildikleri görülebiliyor hemence. Kısa tümceli, hızlı tartımlı öyküler, özöyküsel anlatımıyla, soyutlayımı, dönüştürümündeki düzeyiyle dikkati çekiyor. “Piçkurusu yıldız”la, “teneke tıkırtısı gülüş”le cinlikler püskürten bir anlatımla üstelik. Grupça küçük serüvenler yaşayan birtakım genç, işsiz insanların öyküleri bunlar… Derin bir hüznü soluyor bu öykülerinde aynı zamanda Güner Sümer. Gençlik çağına özgü yabancılaşmanın, bunalmanın çok ötesinde bireyin tragedik yarılmasından kesitler getiriyor bunlarda… “Gözlerimiz yaşlıydı. Yirmi yaşımıza rağmen korkuyorduk” diyor örneğin bir öyküsünde yazar. Gerçekten de “yirmi yaşındaki korku”yu çok iyi yansıtıyor öykülerinde Güner Sümer. Bir genç yazar olarak hem kendisi adına ön açıcı, hem kuşağı için yansıtıcı özellikler taşıyan bu öyküler bağımsız kitap halinde yayımlanmış değil. Bunlara şiirleriyle romanıyla birlikte Toplu Eserleri I (Ada, 1983) içinde ulaşılabilir. Öykülerde izlek olarak yalnızlık, ölüm, bunalım, içkili ortamlar, bohem duyarlıklar kadar bir taşra karakteri çağrışımıyla örtüşen annebabakardeşsevgili hüzünleriyle de karşılaşıyoruz. Güçlü ilişkilenişler kadar ilişki kopuklukları da söz konusu kuşkusuz bu arada. Az sayıda öykü verimlemiş olmakla birlikte Güner Sümer’in 1950 kuşağı öykücüleri arasında adının anıldığına tanıklık yapmış değilim bugüne dek… Gözümden kaçmış olabilir elbette, ama genel anlamda, yaygın biçimde bu kuşak öykücüleri arasında Güner Sümer adının anılması gerekmiyor mu peki? KENTLERDE YAŞAYAN, KENTLERİ YAŞATAN... Turan Emeksiz, Gündüzbey köyünden İstanbul’a gelmiş, İstanbullular kadar İstanbul’un kentlisi olduğunu göstermiş bir saydam birey… Ne düşündüğünü bilmiyoruz, ama yirmi yıl gibi kısa süre içinde bitiveren yaşamı, onun en azından kimliği, kişiliği yönünde bilgilenmemiz için düşünce üretmemizi olanaklı kılmıyor mu?… Çünkü kentliliğin önemli bir göstereni olarak anabileceğimiz “özgürlük” savaşımında adı unutulmayacak bir ardıl o! Güner Sümer ise, yalnız yaşamıyla değil, öyküleriyle, oyunlarıyla da kentliliğin önünü açan yazınsal tutumundan ötürü dikkati çekiyor. Hiç kuşku yok ki “kent”, 1950 kuşağı yazarlarının tümü için, kendisine uyulan değil, kendisiyle boğuşulan bir olgu. Sözgelimi “Ceylan ürkekliği” diyor bir öyküsünde yazar. Gerçekten de bu ceylan ürkekliği, Güner Sümer’in öyküleri kadar hemen tüm verimlerinde kişilerin, karakterlerin temel duygu yansıtımlarından biri… Tüm öykü, oyun, roman evrenlerindeki kişiler, bir türlü bu evrenle uyuşamıyor. Ne var ki sessizlikle örülü bir çağıltı halinde çatışsa da ona çaresizlikle boyun eğerek, bir açıdan yenilgiyi ya da ölümü kabullenerek kent yaşamını sürdürüyor. Kahramanlar birer kent uyumsuzu görünüyor sonuçta, ancak taşranın da uyumsuzu bu kişiler. Her iki tarafın değerleriyle de çatışıyor bu nedenle. Kabullenmemekle birlikte bunu, sessizce başlarını eğiyor. Bu, onay anlamına gelmiyor yine de. Ayakta olsalar da tümü ölüler halinde geziniyor öykü, oyun, roman evrenlerinde. Belki de bundan ötürü “ölüm”, belirgin izlek olarak kendini gösteriyor. Ancak ölüm, hiçbir zaman kurtuluş olarak gösterilmiyor. Belki çaresizlik, zorunlu kabulleniş olarak belirginlik kazanıyor, o kadar. Kentlerde yaşasalar da taşrayla hiçbir zaman barışıklık kuramamış, taşra kovgunu, kent yılgını, bu nedenle kenti, kentliliği yaşatmak yerine, bunun bedelini çektiği acılarla ödemiş, bu arada kentliliği iyiden iyiye içlerine sindirmiş insanlar Sümer’in kahramanları. Sonuçta taşralılık ile kentlilik arasında paradoksal bir uyumdan söz edilebilir sanıyorum Güner Sümer verimlerinde. OKTAY EKİNCİ’NİN GÖZÜNDEN KENTE BAKMAK... İyi ki var Oktay Ekinci, iyi ki yazıyor kent, kentlilik, kenttaşlık bilinci, kent ekini, kentbilim üzerine… Okurun düşünce ufkunu genişlettiğini görerek, çoksesliliğe çağırdığını duyarak okuyorum onun yazılarını… Kentliliğin,kentsel yaşamda ekinsel,doğal dönüştürümlerin demokrasiyle, birey özgürlüğüyle içlidışlılığını gösteren Ekinci, insan haklarıyla çevre ilişkisinin de kalın çizgilerle altını çiziyor hemen tüm yazılarında… Bir kucak kitap Oktay Ekinci’den: Çizgilerle İnsanlığın Tarihi, Yaşayan Muğla, Çevremizde Demokrasi Bekliyor, Memleketimden Çevre Manzaraları, İnsan Hakları ve Çevre, İstanbul’u Sarsan On Yıl (19831993), İstanbul Dosyaları, Rant Demokrasisi Çöktü: Deprem Yazıları, İstanbul’un “İslambol” On Yılı, Adanmış Yazılar, Kars Kitabı, Şeriatın Kravatlı Başkanı, Küba Devrimi ve Tarih Bilinci… Gerçek bir kent denemecisi de denebilir onun için… Bütün bu kitaplarında kentlerin, insanı sarmalayan kentsel çevre olarak ruhsal, düşünsel altyapılarla donanması gerektiğini söylüyor bize Ekinci. Neredeyse tüm çabasının kentli kimliğinin felsefi temellerini kurmaya dönük olduğu da öne sürülebilir onun… Öyle ya kentli dediğimiz birey, en az kent yöneticileri kadar kenti için taraf olan kişi değil mi? Zaten bu taraflılığı, sergilediği bilinçlilik değil mi ona kentli kimliği kazandıran? Nitekim kentlerin de bir kimliği yok mu, nereden geliyor bu kimlik, kimler simgeliyor onu? Kentliliğin bir kent aydınlanması yaratmak olduğunu daha doğru deyişle aydınlanmada asıl dinamonun, aydınlanmaya temel olan ivmenin kentlilik olduğunu öğreniyoruz Oktay Ekinci’nin yazılarından. Bu çerçevede Turan Emeksiz, Gündüzbey Köyünden çıkagelse de İstanbul’da aydınlanmanın, kentlilik bilincinin göstergesine dönüşen özgürlük ruhunu, çoksesliliği simgeliyor aynı zamanda. Güner Sümer ise taşralılığa başkaldırışın, teksesliliğe kafa tutmanın, tabuları yıkmanın öykülerini, oyunlarını yazıyor… Biri Gündüzbey, öteki Nallıhan kökenli iki kentli; doğanın, ormanın, denizin, çevrenin demokrasi, özgürlük beklediğine inanan iki kent yakışığı… Biri 28 Nisan’da yirmisinde toprağa düşürdüğümüz yavrumuz, öteki 27 Nisan’da kırk bir yaşında yitirdiğimiz kardeşimiz… Biri Turan Emeksiz… Hani nerede vapurumuz, çok mu bu isteğimiz, biz “Turan Emeksiz Vapuru”muzu istiyoruz… Öteki Güner Sümer… Hani nerede sahnemiz, bir “Güner Sümer Sahnesi” istiyoruz, çok mu? 4 Haziran, ülkemizde ormancılık çalışmalarının başlangıcının 170. yıldönümü olarak kutlanıyor. 5 Haziran ise Dünya Çevre Günü… Türkiye yakışığı bu iki delikanlı için birer orman istiyoruz, evet orman! ? uran Emeksiz adını anımsayan kaç kişi kaldı? Bir Şehir Hatları vapuru vardı; bağrında “Turan Emeksiz yazısı”, suları yara köpürte iskelelerini gezinirdi gece gündüz Boğazın… Sonra yaşı doldu diye herhalde, tersaneye çektiler… Bakımı yapılır diye düşünmüştüm, yanılmışım. Uzun süre göremeyince onu, tutup telefon açtım, unuttum şimdi, kimlerden geçerek kimlere ulaşıp kimlerle neler konuştuğumu… T kara’daki Devrim Şehitleri mezarlığına defnedildi.” “Aşk olsun” diyeceğimiz o güzelim delikanlı hâlâ yirmi yaşında fakültenin bahçesinde, üniversiteye gelen her yeni dönemin genciyle top oynuyor, görüyorum bahar dalları uzatıyor Anadolu’dan, daha çok da Malatya’dan gelen kızlara… Anneciğinin öpüp koklamaya doyamadığı oğulcuk, orada öyle duruyor, kâh sevinçlerle pırlıyor yüreği, kâh hüzünlerle bulanıyor gözleri… Biri Turan Emeksiz, öteki Güner Sümer… Güner Sümer ne âlemde acaba? Onca yıldır bakınırım ne yapılıyor Güner Sümer için diye… İçim kararır… İlk şiirleriyle öyküleri Mavi dergisinde yayımlandı, Yirmi yaşlarında Ankara’da Sahne Z’yi kurdu. 1961’de tiyatro öğrenimi için Paris’e gitti. Yurda dönüşünde, Ankara Sanat Tiyatrosu’nun (AST) kuruluşunda, Asaf Çiyiltepe’nin yanında yer aldı. Döneminde büyük yankılar yaratan oyunlar sahneledi. Sümer’in bugün de sahnelenen Yarın Cumartesi, Bozuk Düzen, Baba ile Oğul, Hüzzam adlı oyunları, Adı Nalan adlı sonradan ablası Adalet Ağaoğlu’nun yayına hazırladığı bir romanı bulunuyor. Güner Sümer’in tamamlanmamış, bugüne dek ortaya çıkmamış bir oyunu da Demir Özlü’nün evinde, eski elyazmalarını sakladığı dolapta bulundu: Ölü Mevsimler. “Bozuk Düzen” söyleyişini deyimleştiren Bozuk Düzen’in sahnelendiği dönemde Bülent Ecevit, onunla Anton Çehov’un oyunları arasında koşutluklar kuran bir inceleme yayımladı. Sevda Şener’in “Güner Sümer’in Oyunları” başlıklı incelemesi de anılmalı bu arada. Güner Sümer, bir bahar günü (27 Nisan 1977) 41 yaşında aramızdan ayrıldı. Turan Emeksiz, Güner Sümer; biri yirmisinde, öteki kırk birinde öylece duruyorlar karşımızda, bize bakıyorlar her bahar, dallarında patlamış fışkınlar gibi… 1950 KUŞAĞININ ADI ANILMAYAN YAZARI... Gençlik yıllarında kaleme aldığı öyküler, belki en az bilinen yazınsal verim dilimini oluşturuyor denebilir Güner Sümer’in. Tek romanıyla tüm yaşamına dağılan şiirlerini de yine bu bölümde ele almak olanaklı… Toplum yaygın olarak oyunlarını biliyor daha çok Sümer’in. Sonra bir iki film… Yukarıda andığım ilk üç oyunu, aralıklarla da olsa günümüzde sahnelenmeyi sürdürüyor, üstelik beğeniyle izleniyor. Mahpeyker karakterinin çevresinde dönenen Hüzzam ise Maral Üner’in sergilemesiyle, yirmi beş yıldır seyirciyle buluşuyor… Sümer’in söz konusu tüm oyunlarına Toplu Oyunları IIIII (MitosBoyut) aracılığıyla ulaşmak olası. Hepi topu on öykü kalmış ondan; bir küçücük öykü kitabını dolduracak kadar. Güzel, sıcak üç beş öykü işte… 1954–56 yılları arasında kaleme alınıp dergilerde yayımlanmış tümü de. Demek ki üç yıl içinde öyküyle ilişkilerini bütünleyip tamamlamış genç Sümer. Buna gönülden tutkuyla sarılan bir genç yazar tutumu. Genç erke olarak evecenlikle takla atarcasına yuvarlanıp öykü yazmaya savruluyor, sonra da başladığı gibi yüksek hızda çabucak bitiriveriyor işini… On sekizinde ilk gençliklerini yaşayan bir kuşağın kendilerini varoluş sorunsalına koşut biçimde ortaya koyuşuna yer açıldığı söylenebilir bu öykülerde. Bir açıdan birer manifesto öykü oldukları da bunların. Nitekim belirli bir anlayış yönünde biçimlenip Anlamıştım, sökülecek, sonsuzca yok edilecekti “Turan Emeksiz Vapuru”… Şimdi Turan Emeksiz’in büstü, Atatürk’ün büstüyle bakışıyor orada, İÜ Orman Fakültesinin bin nakışlı bahçesinde… Öte ucunda Hoca Ali Rıza, ormancılığımızın yüzyıl önceki koca çınarı… Uçkun Geray’ın da ruhunu giyinmiş olarak… Turan Emeksiz büstünün gövdesinde şu satırlar yer alıyor: “11 Ekim 1940’ta Malatya Yeşilyurt İlçesi Gündüzbey Köyünde doğdu. İlkortaöğrenimini Malatya’da tamamladı. 1959’da İÜ Orman Fakültesine burslu öğrenci olarak girdi. Orman Fakültesi birinci sınıf öğrencisi iken üniversite gençliğinin İstanbul Üniversitesi bahçesinde ve Beyazıt Meydanında verdiği özgürlük mücadelesinde, 28 Nisan 1960’ta kahpe bir kurşunla vurularak aramızdan ayrıldı. 11 Haziran 1960’ta AnSAYFA 20 Turan Emeksiz CUMHURİYET KİTAP SAYI 1007
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle