Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Berna Olgaç’tan “Hiç ve Her Şey” Geçmiş zaman yitimi ve öznenin halleri HİÇLİK VE UZAKLIK Yapıtın ilk bölümünde yer alan dokuz şiir, ‘uzaklık’ metaforu ekseninde öznenin hallerini duyurur okura. “Algımın hiçliğe saygı duruşu” (s. 9) aforizmasıyla açılan ‘Hiç Şiirleri’, hiçliğin felsefi anlam katmanlarında dolaşan şiirlerle örülüdür. Yaşamak için ölü toprağa inat soluyan bir ruhun ‘ateş ve su’ karşısındaki çatışmalı benliği ile yüz yüzedir okur. Özne, durduğu yerden sürekli geçmişe döner. Bugünün izlerini oradan görmeye çalışır. Ömrünü adeta geriye sarar. Geçmişte bulduğu ise yalnızca ‘siyah’ bir lekedir. “neden sonra anladım”(s. 13) diyen özne için ‘yazmak’ ve ‘yaşamak’, iki başat gerçekliktir. Özellikle, aklından geçenleri yaşatmak ister özne. Bu, geçmiş zamanın yitirilme korkusu ile özdeştir. Temkinli aynalardan yansıyan ne varsa yazılacak ve ruhun dindiği yer beklenecektir böylece. ‘Ayna’ sözcüğü ile üretilen imgeler; ‘zaman’ özellikle geçmişe ait olanın aktarılması bağlamında önemlidir. Çağdaş Türk şiirinde belirli bir gelenekten beslenen şairler içerisinde bu tutum, benimsenmiş bir özellik olarak görünmektedir. Berna Olgaç şiirinde de ifade ettiğim bu eksende; söyleyiş, dize kurma, ses, söz dizimi gibi şiir dili açısından var olan tavırları görebilmekteyiz. Uzaklıkla eşitlenmiş bir insan modeli çizer şair, ‘Merak’ başlıklı şiirinde. Değişmeyen her şeye karşın özne, hayaller kurarak sürdürür yaşamını. Kendini bilen, tanıyan birisi için yaşamak, geride bıraktıklarını hatırlamaktır kimi zaman. Bu duyuş, anlatıcı öznenin geçmiş zaman yitimine uğrayan bilincine karşı bir tavır olarak da düşünülmüştür çoğu zaman. Unutulanın izleri aranır bin koldan. Anılar fotoğraflarla tekrar yaşama dahil edilir. Ne var ki her şey bir yıpranmışlık içindedir. Öznenin kaçak hüzünle geçmişe dönmek istemesinin nedeni de budur. Zamansızlıktadır ama o, bir tutkunun elindedir. Çaresizlikle geçmişin yitirilişini hatırlar. Yaz bitmiş; güz, yaprakları ile vardır artık. ‘Ah’lar çoğalır durur. Yılların yaşanmışlığına haykırılan derin bir ünlem gibidir her ah. “varsa yoksa anılar/ bir zırh gibi zihnimin sönmeyen neferi”(s. 20) dizeleri, öznenin geçen zamanı öncelediğini imler. Kitap boyu yinelenen izleksel açılım, hiçliğin zamanla olan bağını ortaya koyar. Bir ‘hiç’ olarak özne, geçmiş zamana ait kılar kendini. Bugün için o, yalnızlıktan gelen biridir. Görünmez uzaklıklardır onu böylesine hüzünlü kılan. Bu durumda yapılacak tek şeyi özne şöyle açıklar: “uzar giderim kendi derinliğime”(s. 22). Yüzünü yıllara dönen bir ömrün son istasyonudur bu derinlik. Özne, bütün kalbi ile buna inanır. ‘Gitmek’ isteyişi de bu inanışın gereğindendir. En güzel mevsim ise belirlenmiştir çoktan: Eylül. Kendini kendi kılan çıkmazdan sıyrılmanın tek çaresidir bu. Bir çıkışsızlık yaşandığında yapılabileceklerin en başında belki de ‘gitmek’ yer alır. Bu tercihi ilk sıraya alır özne. Önünde bir ‘çukur’ olduğunu görse bile yine de gitmek ister. Bilinmezlik ‘anlayamamakla’ açıklanır. Çünkü zamanın ruhuna alışamamıştır özne. Tedirgindir. Her şeyin yerine koyulabildiği zamanlarda o, bir hiçlik duygusuyla kuşanır. Hiçliğin yarattığı boşluk, her şeyin varlığından daha önemlidir onun için. HER ŞEY AVUNTU Yapıtın ikinci bölümünde şair, yine bizi dokuz şiirle karşılar. Berna Olgaç, hiçliğin ardından gelen varoluşsal hüznü bu bölümdeki şiirlerle de devam ettirir. Zamanı merkeze yerleştiren bir şiirin peşindedir hep şair. İnce duyarlıkları şiirleştirmeyi sever. Bireysel olanın şiirine ulaşır. Lirik örüntülerin sıklıkla okuru sarıp sarmaladığı yerde durur Olgaç’ın şiiri. “Lütfen dokunmayın / beyazı bana bırakın!” (s. 32) dizeleri, bunun için yeterli bir kanıttır. Sözcüklerin sarhoşluğunu kaybeden öznenin sesini duyarız her dizede, susmayı, geçmişi geleceğe sunmaktır diye tanımlar bu ses. İki zaman arasında sıkışıp kalan ruhun çaresizliğidir söz konusu olan. Asıl yaşam sonsuzdadır: “Ve durma sonsuza sür atlarını” (s. 34). Geçmişin ve anıların tutsağıdır birey. ‘Asılı bir boşluk’ tasviri çizer şiirlerinde Berna Olgaç. Geleceğin bilinmezliğini, anıların tanıklığına tercih eden bir ruhun şiirini yazar. Paradoksal biçimde gidip gelen aklın, kendine sağlam bir zemin bulamayışı da öznenin bellek yitimine uğramış haliyle konuşturulmasından anlaşılır. Benlik, geçmişi bir yumak gibi uzun uzun dolayıp, ruhunu anlamlandırmaya çalışır. İçinin arayışına kulak verir ama kaybedecek neyi varsa kaybetmiştir çoktan. Geçmişe ait acıların ortak duyguyla yaşandığı yer, avuntuların kalbidir. Bir defterin unutulmuş sayfalarından arta kalan umutlardır. Hepsi, şairin pusulasında şiiri gösterir. Aşkın diyalektiği de burada anımsanmalıdır.“Dışımızda açıyor içimizdeki bahar/ seyre dalarken kırık bir dal”(s. 41) diyen özne, avuntuların umutla yer değiştirmesini ister. ‘Kayıp’ başlıklı şiirde Olgaç, aşkı zamanla kuşatarak ele alır. İçi boşalmış kırıklıklar zamanı, bizi, kayıp günlerin içtenliğine götürür. ‘Ölüm’ ve ‘geçmiş zaman’, aşkı tamamlayan iki başat metafor olarak belirir. Her ikisi de yazılgandır çünkü. Ve şair: “Yazdımsa sebeplensin diyedir aşk”(s. 4243) dize tekrarıyla bu gerçeği vurgular. Berna Olgaç’ın şiiri, ‘ben’in bütün hallerine açık bir şiirdir. İçe doğru devinen imgelerin varlığı, Olgaç’ın şiirinde oldukça belirgindir. “Evlerin tüm odaları boşluğuna yaslanmış içimin/ kursağımda kalan bir sızı hâlâ”(s. 44) dizeleriyle şair, lirik olanın asıllığını önceler. Elbette burada; yalnızlık, ayrılık, kahır, susmak, hüzün, boşluk, karanlık gibi, şiir dilinin gücünü yücelten sözcükleri görebilmekteyiz. Anne ve babaya ithaf edilen ‘Takvim’ ve ‘Sabır’ başlıklı şiirler, öznenin zamana tanıklığını, zamana dışarıdan ve çok sonradan bakışını yansıtır. İçe doğru evrilen benlik ve ruh, derin bir hayal kırıklığı içinde, hiçlik ve her şey halindeki sıradanlıkla yok olup gitmektedir. Akan zamanın öznede yarattığı tahribat, kalbin ve aklın yokluğu biçiminde sunulur. Dolayısıyla, her şeyin ürettiği bir yanılsama yaşayan benlik, hiçliğe tekrar döner. İRONİK BİR SON Yapıta adını veren son bölümdeki uzun şiir, ‘hiç ve her şeyin’ birlikteliğiyle örülmüştür. Öznenin parçalanmış varlığı, ‘kalmak’ ve ‘gitmek’ arasında bir tercih yapmış ve ‘gitmeyi’ seçmiştir. Yokluğun/ hiçliğin en başından beri varlığı, bu tercihle belirlenmiştir. Yakınlıkuzaklık, bugüngeçmiş, ilkbaharsonbahar, kinaşk, sabahakşam gibi karşıtlıklar, Hiç ve Her Şey’in nasıl bir düzlem üzerine kurulu olduğunu gösterir okura. Berna Olgaç, yaşamın temelinde yer alan bu çatışmalı halleri, anlatıcıbenin ‘zaman’a yüklediği anlamları irdeleyerek aktarmaya çalışır. Sorunsallaştırdığı bakışı, Hiç ve Her Şey’de şair duyarlığıyla duyumsatır. Zaman zaman ontik söyleme yaslanan bir şiir dili yaratan Olgaç, varlığın gizine ulaşmıştır. Sorularının karşılıksız kalışı, derin anlam katmanlarıyla kurduğu her şiirin gücünü de pekiştirmiştir: “Dünyayı bileyen kim?/ kimler direniyor yaşamak için/ yer, gök, gül ve diken/ hanginiz geçmişi erteliyor bugüne bakarken?”(s. 56) ‘Dün’, ‘bugün’, ‘yarın’ üçgeninde seyreden bir yapıt olarak Hiç ve Her Şey, zamanın bireyde oluşturduğu değişik yıkımları ve ruh hallerini irdeleyerek ilerler. ‘Her şey’in ‘zaman’la açıklandığı bir yerde, ‘hiç’lik de kendi yaşam alanını genişletecektir. Yaşadığını hisseden birey için bu durum oldukça trajiktir. Ölümlü olduğunu bildiği halde ‘her şey’ olmaya çalışmak, hiçlikte kaybolmaktır insan için. İşte, Berna Olgaç Hiç ve Her Şey’de, “Zaman, bendim!..”(2) diyen insanın bilincini bozguna uğratıyor. Geriye, baş döndüren bir ömrün ironik sonu kalıyor. ? (1) Berna Olgaç, Hiç ve Her Şey, Mühür Kitaplığı, İstanbul, 2009. (2) Hilmi Yavuz. ir şairin zihnini sürekli meşgul eden olguları, kavramaları, durumları, sorunları belirli sıralamaya koymak istesek sanırım, “zaman” bunların içerisinde en ön sıralarda yer alır. Hangi şair ‘zaman’ı yazmamıştır ki? Onunla savaşmamış, ona karşı bir tavır almamıştır? Kendini, insanı, eşyayı zamanla sınamamış; onun üzerine uzun uzun düşünmemiştir? Peki, nedir şairin zamanla olan bu hesaplaşması? Şairi ‘zaman’ üzerine böylesine yazmaya iten güç, belki de ölümdür. Ölümü aklı ile anlamlandırabilen biricik varlık olarak insan, zamanı farklı parçalara ayırarak, eylemlerini bu parçalar içinden kurgulamıştır. Berna Olgaç ‘Dün’, ‘bugün’, ‘yarın’ üçgeninde seyreden bir yapıt olarak Hiç ve Her Şey, zamanın bireyde oluşturduğu değişik yıkımları ve ruh hallerini irdeleyerek ilerler. ‘Her şey’in ‘zaman’la açıklandığı bir yerde, ‘hiç’lik de kendi yaşam alanını genişletecektir. Yaşadığını hisseden birey için bu durum oldukça trajiktir. Ölümlü olduğunu bildiği halde ‘her şey’ olmaya çalışmak, hiçlikte kaybolmaktır insan için. İşte, Berna Olgaç Hiç ve Her Şey’de, “Zaman, bendim!..” diyen insanın bilincini bozguna uğratıyor Ë Volkan ODABAŞ B Hiç ve Her Şey/ Berna Olgaç/ Mühür Kitaplığı/ 64 s. SAYFA 14 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1007