07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Emre Kongar’ın İş Kültür’den çıkan nehir söyleşisi üzerine ‘Kavga adamı değilim, ama kaçmam da’ Ë Gamze AKDEMİR “Ben katıldığım bir kuruluşun yapısını değiştirmeye, orada egemenliği ele geçirmeye, devrim yapmaya filan çalışan iddialı bir insan değilimdir. O zaman Hürriyet'te de öyleydi, Cumhuriyet'te de öyle. Çünkü benim iddiam bilim yapmakta, yazmakta. Kendimi başka türlü kanıtlamaya ihtiyacım yok; bulunduğum yerde benden ne isteniyorsa ne bekleniyorsa, sadece onu yaparım.” Emre Kongar Genç bir bilim insanı olarak üniversiteye adım attığından bu yana tam 42 yıl geçti... Dolu dolu ve hiç duraksanmayan bir hayat sözün konusu... Türkiye'nin tarihsel, toplumsal yapısıyla içselleşerek gelişen bir hayat her şeyden önce... Davalar, karmaşık, geleceği belirsiz yıllar, tekerrürü tarihler... Küçük ayak oyunu gördüğü yerde bastı istifayı… Sürekli üreterek, bilime ve topluma adanarak katmerli yaşamaya azmetti… Yazmak onun için ebedileşmekti. Usta yazar Feridun Andaç, “Herkesten Bir Şey ÖğrendimEmre Kongar Kitabı” adlı uzun bir nehir söyleşi yaptı; Kongar’ın yaşamını, fikirlerini tüm oylumlarıyla değerlendiren tam bir kaynak vücuda getirdi. Birazdan okuyacağınız bu söyleşi hem Emre Kongar ile daha çok günümüze odaklanarak yaşamının kilometre taşlarına değinmek hem de Andaç’ın büyük emeğine bir saygı sunmak üzere yapılmıştır. Emre Kongar ile söyleşmek her zamanki gibi çok keyifli ve bilgilendiriciydi, umarım okuması da öyle olur. SAYFA 16 lk soruda sizden rol çalarak usta yazar Feridun Andaç ile söyleşmeyi soracağım söyleşen olarak... Size göre nasıl bir nehir söyleşi, külliyat vücuda getirdi Andaç? Yaklaşımı... Sizi anlatan kitabı size değerlendirtelim? Feridun Andaç beni en iyi tanıyan ve değerlendiren yazarlardan biridir. O açıdan bu nehir söyleşiyi Feridun ile yapmış olmak benim için büyük bir şans. Beni tanıyor, kafa yapımı biliyor, yaşamöyküme ilişkin birçok ayrıntıdan haberi var. Tabii sadece o da değil, kendi birikiminin getirdiği felsefi ve edebi çerçevelere uygun sorular da sordu. Beni felsefe ve edebiyat paradigmaları içinde çözümledi. Bu arada kendimi keşfetmeme de yardımcı oldu. Yaşamımda pek çok düşünmediğim noktayı Feridun Andaç’ın soruları sayesinde yeniden düşünmek ve aydınlığa kavuşturmak olanağını elde ettim. Feridun Andaç ile tanışıklığınız … Çok eskiye dayanıyor. İlk söyleşimizi galiba müsteşarlıktan ayrıldıktan sonra “Ben Müsteşarken” adlı kitabım üzerine yapmıştık ama ondan önce de tanışıyorduk. Ben Feridun’u çok önemseyen, ona çok değer veren bir okuruyum. O da anlaşılan aynı duygulara sahip. İ Sakin, sessiz, derinliği olan, kendi başıma kalabileceğim, öğreneceğim, öğreteceğim, tabii ki yazacağım bir bilimsel çalışma atmosferini tercih ederek hayata başladım. Fakat olaylar beni 12 Mart, 12 Eylül, Hacettepe, YÖK, sakal dolayısıyla zorlandığım istifa, Hürriyet, kamuoyu araştırmacılığı, siyaset, müsteşarlık, CHP, CHP’deki liderlik sorunları, istifalar, şimdi Cumhuriyet, bu davalar, NTV’de Mehmet Barlas ile tartışma programı derken hep toplumun en kırılgan, en uç noktalarında yaşamaya itti. Hiç de amaçlamadığım halde bu kırılma noktalarında tavır koymak zorunda kaldım ahlaken. Onun için kader kurbanıyım diyorum. Ama bunu siz istediniz.. (gülüyoruz) Ben bu değişim zamanlarında yaşamak istemedim. Biliyorsunuz bir Çin atasözü vardır beddua olarak söylerler “değişim zamanlarında yaşayasın” diye. Ve ben de bu “değişim zamanlarında” kader kurbanı olarak boynumu büktüm, toplumun beni sürüklediği yerde, bana biçtiği görevi yerine getirmeye çalıştım, hâlâ da ona çalışıyorum. Bu benim toplumsal ve bireysel ahlak ve görev anlayışım. Karşıma çıkan sorunlardan kaçmayı, saklanmayı pek sevmem. Kendimi bu toplumun bir üyesi bir parçası gördüğüm için, burada yaşamayı seçtiğim için üzerime düşen laik ve demokratik, insan haklarına dayalı uygar bir rejimi savunma görevini yerine getirmeye çalışıyorum. ‘BENİ AFOROZ ETMEK İSTEYEN ÇOK’ Tansiyonu çok yüksek ortamlar… Bir defa kavga adamı değilim ama asla ilkelerimden ödün vermem. Ödün vermeyince işte böyle sürükleniyorsunuz. Kavga adamı değilsiniz ama size öyle şeyler yapıyorlar ki ilkelerinizi korumak için belli mücadelelerin içinde buluyorsunuz kendinizi. Mecburen dışarıdan kavga ediyormuş gibi görünüyorsunuz. Hayatımda belirgin olarak ortaya çıkan bir nokta da hangi ortamda, pozisyonda bulunursam bulunayım insan sevgimi ve belki daha da önemlisi insan saygımı hiçbir zaman kaybetmemiş olmam. Öğrencilerime de ilke olarak yazdırdığım şudur: “Kendine yapılmasını istemediğin şeyleri başkasına yapma”. Sizde aforoz etme anlayışı yok, toplumun birbirine en aykırı kesimleriyle bile diyaloğu reddetmiyorsunuz.. Doğru ama başka bir şey daha var: Daha doğrusu beni aforoz çabaları var. Pek çok yazar, köşe yazarı, kendilerini belli çevrelerin militanı veya lideri sayan insan, beni çeşitli biçimlerde suçlamak ya da karalamak istedi. Ama tutmadı çünkü gerçeklere uygun değildi. Aforoz bu nedenle bende asla yok ama başka bir şey daha yok; cemaat koruması. Burada cemaati illa dini anlamda kullanmıyorum. Siyasal cemaat, edebi cemaat yani “klik” koruması, kalkanım da yok. Ne partide, siyasette şurada burada, ne edebiyatta… Medyada da yok. Çünkü klik insanları ne yaparlarsa alkışlanıyorlar, ne yazarlarsa satıyor, yanlışlarının üstü örtülüyor. O kadar ki en son, bir çocuğu taciz eden o adamı, Hüseyin Üzmez’i bile korumaya kalktılar. Benim aforoz edip etmeme durumuma gelince asla kimseye “aforoz edilecek insan” olarak bakmam. Çünkü siyasi, dini bütün inançlara saygılıyım. O nedenle aforoz etmem. Tartışmaya girdiğim nokta tamamen zihinsel, bilimsel, düşünsel düzeydir. Eğer söylenen şey tarihi gerçeklere, mevcut toplumsal gerçeklere ve ideal seçtiğim temel insan hakları, özgürlük ve demokrasi ideallerine, hukuk devletine uygun değilse karşı çıkıyorum. Ama sadece düşünsel düzeyde karşı çıkıyorum. Diyorum ki siz bunlara inanmakta, savunmakta serbestsiniz de ama bunlar bence şu, şu nedenlerle yanlış. Bu bazı insanları çok kızdırıyor ve beni aforoz etmek istiyorlar. Oysa ben onların inançlarına, arzu ettikleri yaşam biçimlerine karşı değilim, ben onların bunu dayatmalarına karşıyım. Bu tabii beni klikler dışı diyelim, cemaatler dışı tutuyor, yani koruma kalkanı sağlamıyor. Ama bana karşı bir saygı mı diyeyim, bir merhamet mi diyeyim böyle bir bakış da yaratıyor. ‘KORKARIM AMA SONUNA KADAR DA GİDERİM’ Kendinizi eleştirir misiniz? Sürekli eleştiririm. Günlük hayat anlamında çok korkak bir adamımdır. Kavgadan hoşlanmam. Ne bileyim örneğin işkenceden korkarım, ailemin başına bir şey gelecek diye korkarım, özgürlüğümü kaybetmekten korkarım. O anlamda bakıldığı zaman korkak bir adamımdır. Ama iş ilkelere ve bilimsel tartışmaya gelince inanılmayacak kadar cesur olabildiğimi görüyorum; çünkü yanlış, kötü bir şey yaptığımı düşünmüyorum. Zihinsel, düşünsel tartışma platformunda sonuna kadar da giderim, o nedenle korkusuzum. Böyle bir çelişki var hayatımda. Bu sanıyorum ailemin bana verdiği kişilik özellikleriyle ilgili. Bütün yaşamınız aslında bir baskı altında geçti değil mi? Doğru, ailede çok özgür yetiştirildim ama sonrası zordur. Hacettepe’de maalesef, oradaki doktorların çok parlak olmalarına, tıbbi başarılara rağmen muhafazakâr bir siyasal ve sosyal ortam içindeydim ve üniversitedeki arkadaşlarım bana tek solcu hatta komünist diye bakar ve bir de yüzüme karşı suçlarlardı. Hepsi benden 1015 yaş büyük tıp profesörü, sevdiğim arkadaşlarımdı. Sürekli bir eleştiri ortamında yaşadım. Daha gerilere gidersek ki kitapta da anlatıyorum; Siyasal Bilgiler Fakültesinde İstanbullu arkadaşlarla İngilizce Kulübü diye bir kulüp kurmuştuk. Hani sonuna kadar giderim diyorum ya, orada da üye olan sevgili dostlarımızla eleştiri babında birbirimizin ciğerini sökerdik. Hayatım müthiş bir eleştiri ve baskı altında geçti ama o ortamlarda kişiliğimi geliştirdim, kendimi asla bırakmadım. Ama belli bir raddeden sonra işte küçük ayak oyunlarını gördünüz mü istifayı da bastınız. Hacettepe, CHP, Hürriyet… Tabii o ortamda yaşayamayacağımı görünce basıyorum/basarım istifayı. ‘ASIL MÜCADELE SANDIKTA’ Kitabınızda “Hiçbir devrim sandıkla filan olmaz” da diyorsunuz... ‘KADER KURBANIYIM’ Genç bir bilim insanı olarak üniversiteye adım attığınızdan bu yana tam 42 yıl geçti... Türkiye'nin tarihsel, toplumsal yapısıyla içselleşerek gelişen, dolu dolu ve hiç duraksanmayan bir hayat... Davalar, karmaşık, geleceği kimi belirsiz yıllar, tekerrürü tarihler.... Ama tanıdığım siz durmayı da bilmiyorsunuz… Öyle bir devinim... Sizin için bir emeklilik ya da salt bir kariyer söz konusu değil. Tercihiniz hep bundan yana olmuş… Daha da ilginci şu anda yaşamımın sonuna doğru yaklaşıyorum ve hiçbir zaman çalışmadığım kadar çok uzun ve yoğun çalışıyorum. Yaşlandıkça yüklerim arttı ve şu anda “artık biraz köşeme çekileyim, rahat edeyim” dediğim sırada inanılmaz bir koşuşturma içinde buldum kendimi. Ama öyle ki yaşamaktan anladığınız daha çok çalışmak gibi, öyle anlaşılıyor… (Gülerek) Gamze bir defa ben bir kader kurbanıyım! Şu anda bulunduğum yere toplum tarafından savruldum. Çünkü benim yaşamaktan anladığım, yaşamdan beklediğim çalışmak, üretmek ve sevmek. Buna hiç kuşku yok. Ama başka bir şey daha var; kader kurbanıyım derken onu kastediyorum. ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 1007
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle