05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Y İ eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER [email protected] ‘Votkanın Kralı’nın damıtılmış öyküsü lk votkamı Çiçek Pasajı’na yeni yeni gittiğimiz günlerde içmiştim. Ama sek değil. O yaşlarda kafayı bulmak için birbirimizle yarışmakla birlikte, biradan başka bir şey içmediğimizden ya da Pasaj’da biradan başka bir şey içilmez diye bir kural olduğuna inandığımızdan, koca Arjantin biranın içine ufak kadehlerle gelen votkayı boca ederdik. Aslında bu zoraki ve zahmetli içkiden o zaman da pek hoşlanmadığımı, ertesi gün dinmek bilmeyen baş ağrıları çektiğimi itiraf etmeliyim diyeceğim ama, Pasaj’da votkalı bira içmek kaçınılmaz bir “geçiş ritüeli”ydi herhalde. Pasaj’ın votkalı birasından Rejans’ın limon kabuğu zarıyla aromalandırılmış sarı votkası Limonnaya’ya terfi edişimiz ise, İngiliz Erkek Lisesi’ndeki edebiyat hocamız Mr. Shenton sayesinde gerçekleşmişti. Sınıfın edebiyat meraklısı altıyedi öğrencisini cuma akşamları Rejans’a yemeğe götürürdü Mr. Shenton. Devrim sonrası Rusya’sından ülkemize sığınan Beyaz Rusların (varlığını çoğumuzun Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra öğrendiği Byela Rusya ya da Beyaz Rusya’dan gelenler değil, General Vrangel’in Beyaz Ordu’sunun Kızıl Ordu karşısındaki bozgunundan sonra İstanbul’a göç edenler elbet) esintisi Rejans’ta her cuma piroşkiler ve Limonnayalar eşliğinde İngiliz edebiyatı sohbetleri. Swift’in keskin yergileri üstüne birkaç söz, Robinson Crusoe’nun roman sanatındaki öneminden dem vurmalar, Keats’ten bir sone… Uzun uzun “kişisel votka serüvenim”den söz edecek, curriculum vitae’mi curriculum vodka’ya çevirecek değilim. Doğrusunu isterseniz, sonraki yıllarda votkayla başımın pek hoş olduğunu da söyleyemem. Ama sonradan Amerikalıların eline düşen votkanın “Moscow Mule”, “Screw Driver”, giderek namlı şanlı “Bloody Mary” gibi kokteyllere karıştığını anımsıyorum. Bugün artık pek çok votka markasından söz ediliyor, kimileri ünlü Smirnov’un artık “modasının geçtiğini” söylüyor. Joseph Tartakovsky’nin The Wall Street Journal’da çıkan yazısından öğrendiğimiz kadarıyla, Linda Himelstein’in kısa bir süre önce ABD’de yayımlanan The King of Vodka (Votkanın Kralı) adlı kitabı ise, Smirnov votkalarının tarihini anlatıyor. Denilebilir ki, Smirnov votkaları üzerinden bir zamanların Rusya tarihine, daha doğrusu Rus yaşamına ışık tutuyor. Günümüzde “markalar”dan ya da “markalaştırmak”tan çok söz ediliyor ya, işte 1831 yılında Rusya’nın bir köyünde toprak kölesi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Pyotr Arsenyeviç Smirnov da, ilk kez 14. yüzyılda Rusya’da ortaya çıkan ve adını Rusça “su” anlamına gelen “voda” sözcüğünden alan votkayı ilk markalaştıran belki de. Pyotr Smirnov’un doğduğu köy o kadar ıssız bir yöredeymiş ki, geceleri oralardan gezinirken orman kıyısında dolaşan kurtları korkutmak için demir çubukları birbirine vurarak ses çıkartmak gerekirmiş. Smirnov, ilkgençliğinde, yakınlardaki bir kasabada hancılık yapan amcasının yanında çalışmaya başlamış. Otuzlarına geldiğinde, içki satan küçük bir dükkân açmış. 1886’da ise, Moskova’da içilen votkanın üçte ikisini o satıyormuş. Çok geçmeden çarlık sarayına giden votkaları da Smirnov satmaya başlamış, kurduğu şirketin ürettiği votkalar tüm imparatorluğa yayılmış. Linda Himelstein, Votkanın Kralı adlı kitabında, Pyotr Smirnov’un bu tecimsel başarıyı nasıl elde ettiğini ve oluşturduğu markanın varlığını bugüne dek nasıl koruduğunu anlatıyor: Anlaşılan, güçlü bir kişiliğe sahip Smirnov, “uzun boylu, atılgan, buyurgan” bir adam. 1898’deki ölümünden önce, kırk gün boyunca kırk kilisede kendisi için dua okunmasını vasiyet etmiş. Rus Ortodoks inancına göre, Tanrı ölenin ruhunun cennete mi, yoksa cehenneme mi gideceğine kırk günde karar verirmiş. Anlaşılan, yaşamı boyunca hiçbir işini şansa bırakmayan Smirnov, ruhunun yazgısını da sağlama almak istemiş! İlk kez ortaçağ keşişleri tarafından üretilen votka, Rusya’da ne çok işe yaramış... Tüccarlar aralarındaki anlaşmayı “ıslatmak” için votka yuvarlamışlar, rüşvetin de, ücretlerin de votkayla ödendiği zamanlar olmuş, memurlar uzak kasabaların soğuk sabahlarında votkayla ısınmışlar, köylüler sefilliğe votkayla katlanmaya çabalamışlar… 19. yüzyıl boyunca votkadan alınan vergiler devlet bütçesinin yüzde otuzunu oluşturuyormuş. Aynı zamanda bir hekim olan Anton Çehov’un alkolikleri de tedavi ettiği ve votkadan “Şeytanın kanı” diye söz ettiği söyleniyor. Linda Himelstein, 1860’lı yıllarda pazarlama kavramının hiç bilinmediğini, Smirnov’un bu konuda bir öncü olduğunu vurguluyor: “Aristokratlara ulaşabilmek için, Viyana ve Paris’te iki saygın ödül kazanmayı başardı. Rusya’da gazetelere ilan veren ilk imalatçılardan biriydi. Yaptığı işi ve yaşam biçimini eleştirmemeleri için kiliselere hatırı sayılır ‘yardımlar’da bulunuyordu. Ama daha ilkel taktikler de söz konusuydu. “Bir gün Moskova’nın en içler acısı yeri olan Hitrov pazarına gitti ve oradaki işsizlerden on beşini evine davet etti. O günden başlayarak diledikleri kadar yiyip içecekler, bunun karşılığında da çevredeki han ve meyhanelere gidip Smirnov’un votkasından isteyeceklerdi. Meyhaneci Smirnov votkası bulunmadığını söyleyecek olursa, bağırıp çağırarak rezalet çıkaracaklar, ‘Böyle seçkin bir yerde Smirnov votkası nasıl bulunmaz?’ diye cayırtıyı basacaklardı. Bu taktik çok başarılı oldu ve siparişler birbirini izledi. “Pyotr Smirnov, çalışanlarıyla ilişkilerinde de uyanıklığı elden bırakmadı: İşçi grevlerinin dalga dalga yayıldığı 1870’lerde çalışma saatlerini en aza indirdi ve işçilerine en yüksek ücretleri verdi…” Tüm bu yöntemlerin ötesinde, Himelstein, Smirnov’un votkanın yapımına olağanüstü bir özen göstermiş olduğunu söylüyor. İyi votka yapmanın sırrı, kullanılan tahılın (buğday ya da çavdar) ve suyun kalitesinde ve damıtma işleminde. Himelstein’e bakılırsa, Smirnov, kullandığı suyun arılığı ve votkaya koku ve tat veren meyvelerin tazeliği konusunda çok titizmiş. Pyotr Smirnov’un ölümünden sonra şirketin başına oğlu Vladimir geçmiş ve işi daha da büyütmüş. Bir ara yılda 4 milyon kasadan fazla votka üretiliyormuş. Ama bir süre sonra Pyotr’un hovarda oğulları birbiriyle kavgaya tutuşmuşlar, kendilerini kumara vermişler, siyah gözlü opera yıldızlarının peşinden koşmaya başlamışlar. 1917’de de Bolşevikler şirketin tüm mal varlığına el koymuşlar. Vladimir, devrimden sonra Fransa’nın Nice kentine kaçmış. Bir söylentiye göre, 1920’de fabrikayı İstanbul’da yeniden kurmuş. Dört yıl sonra fabrikayı o sıralar Polonya sınırları içinde kalan Lwow kentine taşımış ve votkayı günümüzdeki Fransızca yazılışıyla “Smirnoff” adıyla satmaya başlamış. 1930 yılının sonlarında çoğu Avrupa ülkesinde satılıyormuş Smirnoff. 1933’te ABD’de yaşayan bir Rus göçmeni olan Rudolph P. Kunett’le tanışmış Vladimir. Kunett, “Smirnoff”u Kuzey Amerika’ya taşımışsa da, Amerikalılar başlangıçta bu “beyaz viski”yi pek tutmamışlar. Ama özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra öncelikle dönemin kokteyl kültüründe onsuz edilemez bir yer edinmiş “Smirnoff”. Bugün Britanya’nın dev şirketlerinden Dageo’nun elinde bulunan “Smirnoff” dünyanın en çok satan votkalarının başında geliyor, ama onu ünlü kılan olağanüstü kalitesinin tartışılır olduğu söyleniyor. ? Hiçbir işini şansa bırakmayan Pyotr Smirnov... Linda Himelstein, Votkanın Kralı‘nda, Smirnov’un başarıyı nasıl elde ettiğini ve oluşturduğu markanın varlığını bugüne dek nasıl koruduğunu anlatıyor. SAYFA 6 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1008
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle