Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
¥ önemli bir iddianız var, Batılı kaynakların “Grek Dönemi, Roma Dönemi” şeklinde yaptığı dönemlemeyi değiştiriyorsunuz: Erken Dönem ve Roma Dönemi şeklinde. Bundan bahsedelim isterseniz... Evet, bu da bir başka yenilik. Grek tiyatrolarının, tiyatro tarihi içinde bir parça olduğunu öne sürüyorum ben. Şimdi, tüm tiyatroları ölçtüm, oturma sıralarının eğimi 30 derece. 30 derece zemin mekaniği açısından önemli. Bu arkeologların dikkatinden kaçmış olabilir. Bunun çeşitli nedenleri var, kitapta anlatılıyor. Ama daha önemlisi olan böylesi bir bilgi, uzun zamana yayılmış bir mühendislik birikiminin ürünü olabilir. Neden 30 derece sorusunun çeşitli yanıtlarını veriyorum. Daha büyük bir açı, yağmur ve kar sularının birikmesi sonucu zemini kaydırabilir, mermer taşların hepsi kayar, bunun maliyeti büyük. Akustik, izleyicinin konfor içinde basamakları çıkması vs. gibi başka nedenleri de var, ancak kaymayla ilgili oluşunu unutmamak lazım. En eski Grek tiyatrosu diye tanımlanan tiyatrolar MÖ 4. yüzyılda. Bu tiyatrolar, bir yüzyıl içinde mühendislikte tüm bu birikimi oluşturmuş olamaz. Akustik muntazam, yönü muntazam, hepsi güneybatıya bakıyor, ışıktan yararlanma ve kuzey yellerinden korunma gibi dertleri var. Ben şunu öne sürdüm: Tiyatroların geçmişi ahşaptı ve o dönemden günümüze kalan tiyatro olmadı. Ama bu ahşap tiyatrolar döneminde oluşmuş olan birikim, bugüne kalan ve Grek dönemi olarak tarif edilen tiyatroların altyapısını oluşturdu. Buna ilişkin iki kanıtı da kitapta açıklıyorum. Birincisi, Sophilos’un Dinos’u denen resim. Bunun tarihi MÖ 580 ve üzerinde eğik sıralar üzerinde bir izlence görüntüleniyor. En eski Grek tiyatrosu ise, 300 küsurlarda. Demek ki, bunun öncesinde bir izlence var. Buna ilişkin günümüze ait taş tiyatro olmadığına göre, demek ki bu ahşap olmalı. Bunu Vitruvius’un “geçmişten kalan ahşap tiyatrolar” diye bir deyimiyle destekliyorum. İkinci olaraksa yaptığım araştırmalar sonucu, tiyatroları yapmak için gerekli matematik, fizik ve geometri bilgisinin MÖ 67’nci yüzyıllarda olduğundan hareketle bu tezimi destekledim. Buradan hareketle Grek Dönemi’ni değiştirip yerine Erken Dönem demeyi tercih ettim. Bu akademisyenlerimizin üzerinde düşünüp tartışması gereken bir yeniliktir. Antik tiyatroların yok olup gitmekte oluşundan bahsettiniz, kendi haline bırakılan bu mirası tehdit eden doğal koşullar var mı? Tiyatroların çoğunun sıralarının içinden zeytin ağacı çıkmış ya da dişbudağı, taşları kaldırmış, patlatmış. Bunların kesilmesi lazım, nihayet 56 tane böyle ağaç var. Mesela Arykanda’daki muhteşem tiyatroda bir çam ağacı patlatmış taşları. Phaselis’te büyük bir meşe ağacı patlatmış. Kedrai tiyatrosu var Sedir Adası’nda, orada da zeytin ağaçları tahrip ediyor. Şimdi bunlar başka yerlere dikilebilir, doğaya karşı bir hareket olmaz. 2500 yıllık bir tiyatrodan bahsediyoruz, bunların korunması lazım. Antik tiyatroların özel sektöre kiralanması ile ilgili değerlendirmeleriniz nelerdir? Tiyatroların bakımsızlığına ve yok olup gitmesine ilişkin başka nasıl çözümler üretilebilir? Bu felaket bir şeydir. Bunlar özel sektörün özensiz tarzıyla onaracağı yapılar değil. Bodrum bu açıdan kötü bir örnek oldu. Bu bir şans olabilirdi, ama beceriksiz yöneticiler bunu kaçırdılar. Yalnızca temizlik yapıldı. Oraya mikrofonlar konuyor, yılda 1015 konser izni alınmış ve 1015 yıllığına kiralanmış. Müze müdürüyle bir hesap yaptırdım, buranın geliriyle bir dizi restorasyon yapılabilirdi, bir alay antik tiyatro ayağa kalkardı. Bodrum bir örnek olabilirdi. Ama olmadı. İyi niyetli bir yaklaşımla, bu tiyatroların çok büyük bir bölümü, düşük maliyetlerle kurtarılabilir. Eksik sıraları, taşları, yeni doğal taşlarla donatılarak bu yapılabilir. Ses düzeninin işler hale getirilmesi için de ihtiyaçlar belli. Sahne binalarının taşları ayağa kaldırılırsa, yeni deprem yönetmeliğine uygun modern yöntemlerle takviye edilirse, özgün taşlar yerleştirilip yan paneller de konursa bu tiyatrolarda ses doğal yollarla duyulur hale gelecektir. Farklı bir renkle bu yeni taşları ayırt edebilirsiniz, ama doğal olmalı. YANLIŞ BİLGİLER Antik tiyatrolarla ilgili bugüne kadar öne sürülmüş kimi bilgilerin de yanlış olduğunu saptamışsınız, bunun nedeni nedir? Tiyatrolarla ilgili üzerlerine yazılan bilgilerde hatalar var. Örneğin Kadra (Kedrai) tiyatrosunda MS 2’nci yüzyıl Roma Tiyatrosu, diyor ve 5000 kişilik olduğu yazıyor. Ben o tiyatroyu iki sefer ölçtüm, 1800, maksimum 2000 kişi alır. Bunları kitapta yazdım. Ama bu bir sorun. Birisi bir şey atıyor ortaya, yıllarca o yanlış devam ediyor. Bu tiyatroların tümünün sığarlarını (kapasitelerini) ölçtüm, 50 kişi aşağı, 50 kişi yukarı olabilir ama yaklaşık olarak. Bu tiyatroları ve ören yerlerini 2.5 yıl dolaştıktan sonra şöyle bir kanaatim oluştu: Aydınlarımız kültür varlıklarımızla hiç ilgilenmiyor. Türkiye’nin içinde olmasına rağmen, Türklerin tarihi boyunca giremediği kentler var: Efes, Bergama, Letoon, Xanthos (Ksantos), Priene gibi kentler. Kültür bakanlığı yabancı kazı heyetlerinin yanına bir göz lemci arkeolog veriyor ama bunlar genelde kazı yeri yakınlarındaki bir kahvehanede okey oynuyor, bir şey imzalaması gerektiğinde imzalıyor. Anladım ki, usulen birini gönderiyorlar, kontrol falan yok. İkincisi, Avrupalılar tarihe sakat bakıyor, bütün geçmişi Helenler’e dayıyorlar, bütün kazı raporlarını oraya götürüyorlar. Tiyatro tarihini Helenler’den başlattıkları gibi. İşte bu tarihin mirasçıları da biziz, diyorlar. Bizim arkeologlarımız da fena sinmiş, şunu bile diyorlar: Canım, iyi ki alıp götürüyorlar tarihi eserleri, yoksa biz bakamazdık. Ne yazık ki, bunu diyenler var. İlkel komünal toplumda bile bir komünün sınırları içine yabancı biri gelip hırsızlık yapınca, bir daha onu içeri almazlar. Bergama’dan eserleri götürmüş, koca müze kurmuş, daha ne yapsın. Bir insana bundan daha büyük hakaret olabilir mi? Ama hâlâ kazıya devam ediyor adam, sene 2009. Bu durum sizi yeni bir kitap projesine sürüklemiş galiba... Evet, bu yaz Bergama’daydım. Müzede. 1860 kadar fotoğraf çektim. Türkiye’den giden tarihi eserleri araştırıyorum. Toplam 10 binden fazla fotoğrafım var. Xanthos’tan (Ksantos) Nereid Tapınağı’nı söküp götürmüş Profesör Fellon diye bir sahtekâr. Bunlar hep defineci, adının profesör diye geçtiğine bakmayın. Antalya müzesinde ise, “Sayın Fellon geldi, keşfetti” diye yazılmış, ben utandım. Adam gelmiş, iki yıl içinde alelacele koca Xanthos’u tahrip etmiş, gemilere yüklemiş, götürmüş. Antalya müzesinde Profesör Fellon köşesi yapmışlar. Böyle bir şey olabilir mi? İşte bu durum beni yeni bir kitap çalışmasına yöneltti. Bunları da yazıyorum. Türkiye’den giden tarihi eserlerin dökümünü çıkarıyorum. ? Trake (Trakya), Türkiye’nin Avrupa yakasındaki şimdiki sı Karia (Karya) bölgesi, bugünkü il tanımlamasına göre ağırPontos Kappadokiası, Paphlagonia, Glatia, Kappadokia nırlarını aşmaktaydı. Biz sadece Edirne, Kırklareli, Tekirdağ lıklı olarak Muğla bölgesidir. Bölgeyi güneyden Dalaman ve Kolkhis ile çevrili bir bölgeydi. Bugünkü Orta Karadeniz’in büyük bölümüyle Doğu Karadeniz’in tümünü içine al illerinin kapladığı bölgeyi anlayacağız. Çayı, kuzeyden Menderes Nehri sınırlar. maktadır. Mysia (Misya) güneyinde Lidya, kuzeyinde Marmara Denizi olan bölgedir. Kabaca günümüz il örgütlenmesi göz önüne alınırsa, Balıkesir ilinin büyük bölümüyle İzmir, Manisa, Çanakkale illerinden bazı parçaları içine alır. Paphlagonia (Paflagonya), bugünkü Bartın, Kastamonu illeri Phrygia (Frigya), kabaca kuzeyinde Bithynia, batısında merkezli, doğuda Kızılırmak’a batıda Filyos Çayı’na kadar Lydia, güneyinde Pisidia ile Lykaonia, doğusunda Kappadokia olan geniş bir bölgedir. olan bölgedir. Güneyinde Phrygia ile Kappadokia vardır. Bithynia (Bitinya), Bolu, İzmit, Sakarya illerinin bulunduğu Troas, Mysia’nın (Misya) batısındaki Ege Denizi’ne kadar alanı kapsar. Ayrıca Zonguldak’tan, Bursa’dan, Ankara’dan lan bölgedir. Güneyinde Edremit Körfezi vardır. Truva çevbazı parçaları içine alır. resi bu bölgenin içindedir. Kilikia (Kilikya), kabaca kuzeyinde Pamphylia, Lykaonia, Kappadokia, güneyinde ise Akdeniz’le sınırlıdır. Lykaonia (Likonya), kabaca Phrygia, Pisidia, Pamphylia, Pamphylia (Pamphilia), Pisidia ile Kilikia arasında kalan kıKilikia, Kappadokia arasında kalan bölgedir. yı bölgesidir. Kappadokia (Kapadokya), Paphlagonia, Phrygia, Lykaonia, Kilikia ile kuzeyinde Pontos Kappadokiası arasında kalan bölgedir. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1008 SAYFA 19