05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

D ‘Ayaşlı ile Kiracıları’na eğinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN dilin içinden bakmak “A yaşlı ile Kiracıları”nın ilk basılışı üzerinden 75 yıl geçmiş olmasına karşın dilinin duruluğunu koruduğu, aynı ilgiyle okunduğu üzerinde durarak, Esendal’ın, Türkçenin gücünü gösteren böyle bir dile nasıl vardığını araştırmak gerektiğini belirtmiştim (Cumhuriyet Kitap, ‘Ayaşlı İle Kiracıları’ 75 Yaşında, 4 Haziran 2009). genel dilin ağırlık kazanması beklenir. Bankacı, temizlikçi kadın Halide’nin hastalıklı yapısını anlatırken “arık” sözcüğünü kullanıyor: “Bu kız arıklığıyla çamaşır yıkar mı? Yıkayabilir mi? Yorganı kaldırmaya gücü yetmiyor. Güçlükle ayakta duruyor gibi görünüyor.” Halk ağzında kullanılan “arık” sözcüğünün geniş anlamları var: Güçsüz, cılız, enez, kuru, sıska, zayıf... Esendal, halk ağzında yaşayan dili yazı diline kazandırırken Türkçenin gücünü göstermiş oluyor. Değişik bölgelerde kazandığı anma yükleri de sözcüklerin geçirdiği serüveni anımsatıyor. “Bundan bir ayak evvel kurtulmalı” derken, “bir ayak evvel” sözü, zamanı gösteren deyim özelliği kazanıyor. Ali Püsküllüoğlu’nun sözlüğünde “ayak” sözcüğünün 15 değişik anlamı var. Ayrıca bu sözcük yüze yakın deyim özelliği kazanmış. Ama zamanla ilgili, “bir an önce kurtulmalı” anlamı gösterilmemiş. Bir başka söyleyiş özelliği: “Ben bu işin olduğunu istiyorum.” Ama alışılmış biçimiyle söylemek gerekirse; “olmasını istiyorum” dememiz gerekir. Dil mantığı açısından “olduğunu istiyorum” daha doğru görünse de, alışılmış söz biçimi “olması”dır. Gene de bu söyleyiş biçimleri dil mantığını aşan bir özellikle Türkçenin gücünü gösteriyor. DİLİN SÖZ VARLIĞI Bir dilin söz varlığı tam olarak bilinir mi? Yaşama koşulları yeni söz değerlerinin oluşmasına, uygarlığın gelişmesi yeni kavramların çıkmasına yol açıyor. Uygarlık sınır tanımaz ama, uygarlıkla dilimize giren yabancı kavramlara karşılık bulamazsak Türkçe gücünü yitirmeye başlar. Daha önemlisi, bölge ağızlarında biriken söz değerleri derlenemezse, dilin söz varlığı, boşa akan bir ırmak gibi, giderek yoksullaşır. Bu söz değerleri genel dile kazandırılır, yazı dilinde değerlendirilirse Türkçenin gücü daha belirgin bir şekilde ortaya çıkar. Türk Dil Kurumu 1950’lerde Derleme Sözlüğü’nü geliştirme çalışmalarına girişmiştir. Son elli yılda bölge ağızlarında öyle söz değerleri birikmiştir ki, bunlar Türkçenin ne kadar geliştiğini gösterecektir. Daha önemlisi “Tarama Sözlüğü” çalışmaları eski metinler üzerine yapılırdı. Bu çalışmalar genişletilmeli. Ama çağdaş edebiyat da göz ardı edilmemeli. Son yüzyılın edebiyatında bu söz değerlerinin taranmasıyla Türkçenin bilinmeyen yönleri ortaya çıkacaktır. Şimdiki Anayasal Türk Dil Kurumu bu yoğun çalışmaların üstesinden gelecek parasal gücü olan bir kurumdur. Ama o da tıpkıbasımlara yöneliyor, bu kapsamlı çalışmaya girişmeyi göze alamıyor. DİLİN İŞLENMESİ Bir dilin sözvarlığı, yapısal özellikleri daha çok dilcilerin ilgi alanına girer. Bir edebiyatçının yapıtında o dilin işleniş biçimi ele alınır. Bir dili işlemek; yeni bir sözcüğü, halk ağzındaki unutulmuş bir sözü yazıya alıştırmak, edebiyatçının ustalığına kalmış bir özelliktir. Memduh Şevket Esendal bu işi iyi bilen bir yazar. Özöğrenimli olması, yaşamanın içinden geçerken, değişik insanlara sevecen bir ilgiyle yaklaşırken, en çok kendini, kendindeki gizilgücü tanıyan bir yazar. “Ayaşlı ile Kiracıları”, bir apartmanın dokuz odalı bölümündeki, toplumun değişik kesimlerinden gelen insanların kesişen serüvenlerini anlattığı için, dil ayrıntıları da önem kazanır. Roman kişilerini değerlendirirken dil özelliklerinden de yararlanırız. Karaçimenli Hasan Beylerin geniş çiftlikleri varmış. Bankacı’nın ağzından o çiftliklerin özelliğini Esendal şöyle anlatır: “Yozcusu, hergelecesi, sığırtmaçları, güdücüleri, çoban kâhyaları, nazırı, odacısı, anahtarcısı, çiftçisi, yamakları, hizmetkârları, korucuları ile her çiftlikte bir sürü insan bulunur, hele orak ayında davul zurnalarla Karaçimen’in, yahut başka büyük bir çiftliğin orakçıları şehir pazarına inince bir bayram olurmuş.” Büyük bir çiftlikteki görevlilerin işlerini iyi bilmiyoruz. “Yoz” sözcüğünün geniş bir anlamı var: İşlenmemiş, verimsiz toprak, doğaya bırakılmış başıboş hayvan, doğadaki bakımsız bitki olarak nitelenir. Değişmeceli anlamlarında kaba insan, soysuzlaşmış olan, kısır hayvan sözleri de var. Bir çiftlikteki “yozcular” sürü alıp satma işleriyle uğraşır. Ama “yoz” sözcüğünün değişik anlamlarını bilmeden bir çiftlikteki çalışma düzenini iyi kavrayamayız. Bölge dilinin söz değerleri derken, söyleyiş biçimine bağlı ağız özelliklerini bunun dışında tutmalıyız. Esendal yer yer ağız özelliklerine de özenmiş: “Koma Ümmü Ablana süle, benim odama odun getirsin, zere dondum.” Bu tümcedeki “süle” (söyle), “zere” (zira) o yöreye özgü söyleyiş biçimidir. “Koma” sözcüğü “koymak” eyleminden gelse bile, “bırakmak” anlamına da uyduğu için “haydi” diye de yorumlanabilir. “Çiğ delikanlı” sözünde, yaşının gerektirdiği olgunluğa erişmemiş bir genç anlayışı var. Bu söz de Karaçimeli yöresine özgü. Esendal, konuşma dilinin özelliklerinden ruhsal yapının ayrıntılarına bakıyor. AÇIKLAMALAR Ayaşlı İbrahim Efendi’nin tuttuğu dokuz odalı bölümde oturanların konuşmalarından; toplum içindeki konumları, kişilikleri, insan ilişkilerindeki tutumları da belli oluyor. Daha önemlisi, konuşmalar dışında, romanın çatısı oluşturulurken Esendal’ın kullandığı özenli dil, Türkçenin gücünü gösteren bir derinlik kazanıyor. “Ayaşlı İle Kiracıları”na değişik yönlerden bakılabilir. Dilin içinden bakmanın başka boyutları da var. Bakış açısı getirmekle yetinelim. “Ayaşlı İle Kiracıları 75 Yaşında” başlıklı yazımı tamamlamak için Memduh Şevket Esendal’ın kişiliğiyle ilgili bir özelliği daha ortaya koymam gerekecek. Esendal, “İttihat ve Terakki Fırkası”nın önemli kişilerinden Kara Kemal’in güvendiği insandı. Yalnız bu niteliğiyle bile “İttihatçı Avı”nda soruşturmaya uğraması doğaldı. “Tadla” adlı bir gemiyle İtalya’ya kaçtığını anlatmıştım. Sonra Cumhuriyet hükümeti bu gemiyi satın aldı. Adını “Tarı” koydu. Memduh Şevket’in büyük oğlu Mehmet Esendal bu geminin kaptanlığını yaptı. Esendal, Mustafa Kemal Paşa’nın da güvendiği bir siyasetçiydi. Ruslar halkın içinden bir aydın kişinin Azerbaycan’a elçi olmasını istemişler. Mustafa Kemal Paşa da Esendal’ı uygun görüp Ankara’ya çağırır. Esendal olayı şöyle anlatıyor: “O sıralar Rusya’da bir Bolşevik Türk hükümeti kurulmuştu; Azerbaycan’da... Bizimle siyasi münasebet tesisi istemişler. Bir sefir gönderin ama şöyle “avam”dan biri olsun demişler. Ben Ankara yakınında bir köyde istirahat ediyorum. Bir telgraf geldi. ‘Avam’dan birini istiyorlar, seni tayin ettik’ diyorlardı.” Esendal gibi, kendini cumhuriyet yönetimine adamış bir siyasetçinin, Tahir Alangu’nun dediği gibi “o günlerin koşullarına uymak” gibi bir kaygısı olabilir miydi? Kaldı ki Esendal’ın uysal kişiliğini eleştirenlere karşı, Nurullah Ataç, “Devrimci bir hükümete hizmet etmek uysallık değildir” demişti. “Ayaşlı İle Kiracıları”nın yitik insanları, cinselliğin yaşamaya direniş olduğunu ummak istiyorlardı. Umduklarını bulabildiler mi? Esendal, yarınki Türkiye’yi temiz sevgilerin kurtaracağı umudu içindedir. Temiz sevgiler hoşgörüyü, barışı getirecektir. Günümüzün çalkantılı toplumunda da buna gereksinim duymuyor muyuz?? Hani Mehmet Akif, “Ne tasannu bilirim çünkü san’atkârım” derken kendini geri çeker de, gösterişli şiirler yazamadığını dokundurmak ister. Memduh Şevket Esendal da; Sunullah Arısoy’un o arınmış dile, duru anlatıma, biçemindeki akıcılığa nasıl ulaştığını sorduğu zaman, Âkif gibi, alaysamalı bir gülümseme içindedir: “Efendim, o benim marifetsizliğimden... Edebiyatı bilmediğimden... Bilsem, öyle düpedüz yazar mıyım hiç? Köylü, bir şeyi söylerken dikine, olduğu gibi söyler... Neden? süslemesini bilmez, benzetmesini bilmez, anlatmasını bilmez de ondan. Marifetli insanlar öyle yapmazlar. Sözlerine, yazılarına marifetlerini sokarlar, hünerlerini gösterirler... Mesela bir şey anlatıyorlar değil mi, bu, derler, müsellese benziyordu. Hayır, aslında o anlatılan “müselles”e benzemez, benzemiyordur. Ama marifetli olanlar böyle derler... “Müselles’i bilmezseniz, anlattığınız şeyi “müselles”e benzetebilir misiniz? Aslını sorarsanız, marifet, hayatın içinde hayata uymayan bir şeydir! Benim dilin kısa... İstediklerimi anlatabilmek güç” (Edebiyatçılarımız Konuşuyor, Varlık Yayınları, 1953). Yalın dille kurulan biçem özelliği, iyi bir gözlemci olan Esendal’ın halkın konuşma dilindeki doğallıktan nasıl yararlandığını gösterir. Esendal, Dil Devrimi’nden önce de böyle bir arayışın içindeydi. Konuşma dilinin doğallığını yazı diline alıştırmak kolay değildir. Ama Esendal; davranışların, konuşmaların ruhsal boyutunu görmeye alışkın bir yazar olarak halk arasında konuşulan dilin ayrıntılarını saptamasını bilmiştir. KONUŞMA DİLİNDEN YAZI DİLİNE Konuşma dili de zamanla değişiyor. Gene de anlamı zorlamıyor. Romanda olayların gelişmesi konuşmaların akışıyla biçimlendiği için, roman kahramanlarının kişiliği de konuşma özellikleriyle bütünleşiyor. Örnekse romanı anlatan Bankacı’nın hemşerisi olan Hasan Bey diyor ki “Sen kızanım ağacığına ne kadar okşuyorsun.” “Okşamak” sözcüğünün bir anlamı da “andırmak, benzemek”tir. Ama genel dilde bu anlamda kullanma alışkanlığı yoktur. Bölge ağzında geçen bu söz Hasan Bey’in kişiliğini anlamamızı kolaylaştırır. Nitekim “Kızan” sözü de o bölgeye özgüdür. Genel dilde, “erkek çocuk, çoluk çocuk, delikanlı, yiğit, arkadaş, dost” anlamlarına gelse de, Karaçimenli Hasan Beyin ağzına yakışan “kızan” sözcüğüdür. Bankacı’nın ağzıyla anlatılan romanda SAYFA 22 Memduh Şefket Esendal CUMHURİYET KİTAP SAYI 1008
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle