Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K nkara Öykü Günleri’nde yaşanan o büyülü zamanların bir oturumunda, yazınımızın bütünsel olarak cumhuriyetin armağanı sayılması gerektiğini söyleyince, genç öykücü Ömer Ayhan izleyiciler arasından, “İyi ama cumhuriyetten önce de yazarlarımız vardı” demişti, “örneğin Refik Halit Karay…” Yazınımızın, bir bütün olarak cumhuriyetin armağanı olduğunu ilk kez söylüyor değilim… Daha öncelerde de bu konuya özgülenmiş bir iki yazı kaleme almıştım… itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Berin Nadi ile Nadir Nadi’nin saygın anıları için... üzere yazınımızı var eden insanların yarısı, cumhuriyet döneminde doğan kişiler... Buna, Necatigil sözlüğüne ek çalışma yapanların zaman içinde ekleyeceği yazarlar da katıldığında; oranın sürekli tırmanış göstereceği öngörülebilir. Açık ki yazınımız, asıl kimliğini cumhuriyetle kazanıyor. Sözlükte madde olarak anılan yazarların yaklaşık yüzde 80’i, 1881 ile 1964 arasındaki seksen dört yıllık dönemde dünyaya geliyor. Bu veri, şunu da gösteriyor bize: 1881’de doğanların, en erken 1900’de ürün vermeye koyulacağı düşünülürse, yazınımızın, asıl büyük ivmesini son yüzyılda kazandığı çıkıyor ortaya. 1881 ile 1964 arasındaki seksen dört yıllık zaman diliminde dünyaya gelmiş 792 yazarın, aynı değerler dizgesine sahip olduğu; algılayışlarının, çözümleyişlerinin, yazınsal yönsemelerinin birbirine benzediği; güzelduyusal ele alışlarının birbirinin kopyası biçiminde gerçekleştiği; yapıtlardaki dilsel, biçemsel, biçimsel yaklaşımların aynı eğilimleri yansıttığı da düşünülmemeli! Nitekim cumhuriyetin yazarı sayabileceğimiz bir kucak yazara bakarak bunları ileri sürmek olanaklı. Alın size Cumhuriyet’te yazmayı sürdüren onlarca yazar… YAZINIMIZIN ÖZGÜN OKULU: “CUMHURİYET”... Şu bizim Cumhuriyet, cumhuriyetin aydınlanma felsefesiyle uyumlu tam bir yazın okulu bana sorarsanız… Yeri gelmişken ekleyivereyim, ben de Cumhuriyet okulundan gelen bir yazarım… Geçmişten günümüze, gazetenin köşelerinde yazılarıyla bize gülümseyen, sayfalarında görünen ya da görünmeksizin görevini sürdüren kimbilir kaç yazıncı geldi geçti… Bugün bile şöyle kabaca saymaya kalkıştığımız onlarca ada ulaşmak olası… Ne dersiniz, kabaca sıralayalım mı, Cumhuriyet’in hangi yazarı hangi dallarda ürün verimlemiş? Şiir: Aytül Akal, Sunay Akın, Enis Batur, Ataol Behramoğlu, Ahmet Cemal, Cevat Çapan, Turgay Fişekçi, Metin Celal, Mustafa Şerif Onaran, Ergin Yıldızoğlu… Öykü: Behiç Ak, Aytül Akal, Oktay Akbal, M.Sadık Aslankara, Enis Batur, Adnan Binyazar, Ahmet Cemal, Selçuk Erez, Feyza Hepçilingirler, Işık Kansu, Deniz Kavukçuoğlu, Zeynep Oral, Işıl Özgentürk, Mavisel Yener, Nilay Yılmaz… Roman:Oktay Akbal, Selçuk Altun, M.Sadık Aslankara, Adnan Binyazar, Enis Batur, Ahmet Cemal, Tahir M.Ceylan, Selçuk Erez, Turgay Fişekçi, Feyza Hepçilingirler, Deniz Kavukçuoğlu, Emre Kongar, Metin Celal, Zeynep Oral, İlhan Selçuk, Mavisel Yener… Oyun: Behiç Ak, Aytül Akal, Sunay Akın,M.Sadık Aslankara, Ataol Behramoğlu, Işıl Özgentürk, Mavisel Yener, Nilay Yılmaz… Andığım adlar, Cumhuriyet’te ya da eklerinde sürekli yazan kalemler. Bir de herhangi köşede sürekli yazmamakla birlikte örneğin Kültür Bölümü yöneticisi şair Egemen Berköz gibi gazetenin yayımında emeği geçen yazıncılar var. Ayrıca “Olaylar ve Görüşler” bölümünün yazarlarını da unutmamak gerekiyor…(örneğin Vecihi Timuroğlu, Muzaffer İlhan Erdost vb) Öte yandan Turhan Selçuk, Semih Poroy, Behiç Ak var birer yazar çizer olarak. Yazının dışında farklı sanat dallarında, sözgelimi sinemada (Örneğin Işıl Özgentürk, Behiç Ak, M.Sadık Aslankara), müzikte (örneğin Selmi Andak) ürün verenler kadar resim, tiyatro vb. dallarda eylemli üretimde bulunan sanatçılar söz konusu… Bunlar, doğal ki benim anımsayabildiklerim… Unuttuklarımı, bilmediklerimi de ekleyecek olursak üzerine, Cumhuriyet’in gerçekten bir yazın okulu olduğu belirgin biçimde çıkacaktır ortaya… Varlık, Yeni Dergi vb. yayınların da birer yazın okulu olduğunu unutmamak gerekiyor bu arada. “BUNU SAYMAYIZ BALBAY...” Cumhuriyet’in köşe yazarlarını, cumhuriyetin aydınlanmasından payını almış, bu nedenle kendilerini incelemeci, eleştirmen bağlamında geliştirmiş, anıt çevirmenlikler sergilemiş (örneğin Cevat Çapan, Ahmet Cemal vb.) kişiler olarak sağlam temeller üzerine oturan birer denemeci bağlamında nitelemek gerekiyor aynı zamanda. Bir adım daha atarak söyleyeyim; Cumhuriyet gazetesinin, Türkiye’nin en kurumsal deneme okulu, hatta hatta eleştiri okulu olduğu da eklenebilir!… Deneme, eleştiri öteki yazınsal türler gibi aydınlanma çağının verimi kuşkusuz, bunun yanı sıra onların önüne geçerek bunun birinci elden tellallığını, tanıklığını yapan türü de. Sorgulayan, yargılayan yazınsal türler oluşu bunun en somut kanıtı. Evet deneme de eleştiri de aydınlanmanın yazınsal türleri… Bu yüzden bakın Cumhuriyet’in yazarlarına; hepsi de soycak denemeci, eleştirmen… Bu denemecilerden biri de Mustafa Balbay kuşkusuz… Ama Balbay nerede? Dört duvar arasında, kimbilir yeni denemeler için kendini örse yatırmış, kozasını örüyor belki… Kaç yıl önceydi, Cumhuriyet’in bir kuruluş yıldönümünde Ankara Kalesi çevresindeki bir eski Ankara konağında eşiyle birlikte, gamzeli gülüşlerle genişleterek girişi, konukları kapıda karşılıyor, herkesle tokalaşıyor, “Bunu saymayız, yine bekleriz” diyordu her kezinde… Gelenler, bir an için şaşkınlık yaşıyor, sonra onun denemeci aydınlık gülüşüne gülüşle katılıyordu. “Aaa, tabii, evet, yine geliriz Cumhuriyet’e, gazetemize…” Peki, biz bunu sayacak mıyız Sevgili Balbay, sensizliği? Balbay’a, örse yattığı o köşede, “Baybay” yapacak değiliz kuşkusuz… Evet, biz de bunu saymıyoruz Sevgili Mustafa Balbay… Yazı masasındaki örs başına özgürce döndüğünde, körüğüne öyle bir yapışmalısın ki, hava üfleyemediğin günlerin acısını da çıkarmalısın. Saymadığımız günleri bize saydırıp tamamlayana dek, ciğer dolusu körüklemelisin Ankara’yı, notlarınla… Biraz daha hava körüklediğinde, eminim eriyecek dağlar, yollar yine Ankara’ya çıkacak, Ankara’nın “Gündem”ine… Ha gayret Sevgili Balbay, az kaldı… biz bu kuruluş yıldönümünü zaten yine seninle yaşıyoruz, kuşkun olmasın! ? A Yazınımız değil yalnız, yanı sıra öteki sanat dalları da cumhuriyetten önce başlıyor elbette, bundan kuşku duyulabilir mi? Resimden müziğe, tiyatrodan sinemaya her alanda uç vermiş, kuramdan eyleme geçerek çiçeklenmiş, filizlenip gövermiş, salkım saçak fidana durmuş, kök salıp serpilmiş öyle verimlerle karşılaşılıyor ki, Türkiye’nin toplumsal olduğu denli ekinsel, sanatsal birikim yönünden de ne denli zengin olduğunu gözler önüne seriyor bu durum şaşırtıcı çoğulluğuyla… Biz yazınsal etkinliklere dönelim… Refik Halit kadar diyelim Ahmet Mithat, Hüseyin Rahmi, Halit Ziya, Mehmet Rauf, Tevfik Fikret, Ömer Seyfettin, Şinasi, Musahipzade Celal, Neyzen Tevfik gibi adlara karşın yine de edebiyatın cumhuriyet döneminde geliştiğini, bu nedenle doğal olarak cumhuriyetin armağanı olduğunu söylemek gerekmiyor mu? Neden peki? İnsanoğlunun çağdaş bir yazına varabilmesi için, bir aydınlanma çağına da ulaşmış olması gerekiyor da ondan. Yazınsal etkinliğin ana konusu insanın “kul”, “köle” konumundan çıkıp “birey”leşmesi zorunlu da ondan. Öyle ya, bu birey temelinde yükselmiyor mu edebiyat?… Yazının bulunduğu çağlardan bu yana karşımıza çıkan geleneksel onca metin ortadayken, ille de aydınlanma ile ilişkilendirilmesi mi gerekiyor peki edebiyatın? Homeros’tan beri ister batı, isterse doğu kökenli olsun yazınsal metinler, şiirler, oyunlar, söylenler vb. hep belirli amaç yönünde evriliyor, mitolojik çağlar insanı Tanrılara varmaya çalışan kahramanlar çıkarmayı hedefliyor hep. Çağdaş yazın ise, bütün bunlardan arınıp kahramanları yere indiriyor, kendisi olan bireye yöneliyor. İşte bu nedenle gelenekselin ardılı şiir, masal, destan vb. türler de yazınsallık paydasından yararlanabilmek için bu tür bir yapı değişikliğine, bir yeniden yapılanma sürecine giriyor… CUMHURİYETİN ARMAĞANI OLARAK YAZINIMIZ... Aydınlanma, Mustafa Kemal devrimiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin temel felsefesine dönüşürken Osmanlı dönemi yaşamının içinde de buna dönük olguların o kaynaSAYFA 20 yan toplum yapısı içinde hiç mi hiç fokurdamadığı düşünülebilir mi? Gerçekten de batıda bilim, sanat, düşünce, teknik vb. alanlarda kendini gösteren tüm ileri adımlar, hele 1789’dan sonra toplumumuzda kendine büyük karşılıklar buldu elbette. Bu çerçevede Osmanlının ümmetçi buyurganlığına, kul kavrayışına karşın, şeriatın kılıfına göre yaşamaya kendini bir türlü uyduramayan bir toplum yapısı söz konusuydu. Kimi Osmanlı padişahlarının bile sanata eğilimli olduğu biliniyor. Bu çerçevede toplumsal yaşam içinde düşünce olmaktan çıkıp eyleme dönüşmüş kadın hareketi, işçi sınıfı hareketi vb. nasıl görmezden gelinebilir? Nitekim Niyazi Berkes’in toplumbilimsel açıdan önümüze yuvarladığı “İki yüzyıldır neden bocalıyoruz?” sorusu, toplumca yaşanan karmaşanın altını çizmeye yetmiyor mu? Bu nedenle romanın, modern şiirle öykünün, tiyatronun bizde yine pek de gecikmeden kendine yer bulduğu öne sürülebilir. Ama bu veriler, yazınımızın bütün olarak cumhuriyetin armağanı olduğu gerçeğini değiştirmiyor yine de… Mustafa Kemal’in en büyük devrimi, insanımıza kendisini bulgulatmış olmasıdır derim bana sorarsanız. Bunu, üç eylemle başarıyor Mustafa Kemal: 1.Laik yaşamı kurumsallaştırarak, 2.Laik öğretim biçimini tek öğretim biçimi yaparak, 3.Bütün bunları güvenceye alan yasaları yürürlüğe koyarak. Cumhuriyetin insanı, sonuçta Osmanlı ümmetindeki kul ya da uyar değildir artık. Bu insan, yeni biridir, öyle biridir ki, kimliği için ona “birey” demek yetecektir artık. İşin püf noktası da burada zaten. İşte edebiyatın temel taşı insanın, ilkel bağlamda nice örneğine rastlansa da ancak cumhuriyetle kendisine yer edindiğini söylerken, böyle bir genel doğruyla çakıştığı için savunuyorum bunu. Yoksa körü körüne lay lay lom cumhuriyet tutkusundan kaynaklanmıyor bu! Toplumun bu yöndeki yapılanması tamamlanmadan nasıl ki birey var olamıyorsa bu doğrultuda sınıfsal, ekonomik ilişkiler vb. gibi entelektüel ilişkileniş boyutunda yazınsal ortam da kurulamıyor. Bir ara merak salmış, Behçet Necatigil’in yeni eklerle yapılmış “1000 Türk edebiyatçısının hayatı ve eseri”ni içeren Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (Varlık, On Yedinci Basım, 1998) adlı temel yapıtını didiklemiştim. Necatigil’de anılan bin yazardan 792’sinin 1881 sonrasında doğduğunu görmüştüm. Bunların kimileri yaşamlarının önemli bir anında cumhuriyeti karşılamıştı… Kimileri yaşamlarını Cumhuriyet’in ilk yıllarında, kimileri de daha sonra sürdürmüştü… Demek oluyor ki, Necatigil’deki bin yazarın, yuvarlamayla, yüzde 80’i cumhuriyet döneminde yaşamış yazardı. Bu, ölçü olarak getirilemez elbette. Ancak 1923’ten sonra doğanların, 792 yazar arasında yine de büyük çoğunluğu oluşturduğunu belirteyim. Gerçekten bunlardan 341’i 18811923 arasında doğmuşken 451’i ise 1924 ve sonrası doğumlulardan oluşuyor… Bu da yaklaşık yüzde 57’lik bir oran halinde çıkıyor karşımıza. Cumhuriyetin ilanı sonrasında dünyaya gelenler, sözlüğün de yüzde 45’lik bölümünü oluşturuyor o halde. Görüldüğü CUMHURİYET KİTAP SAYI 1003