Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Romanda aslında muğlak kalan bir şey var; ‘Deli’ Yılmaz gerçekten otobüsten bahsetmiş midir, yoksa bunu Gani mi uydurmuştur? Her ne olursa olsun insanlar karanlıktan ancak korkuyla başka bir şeye sığınarak kurtulmaya çalışıyorlar. Ya inanıyorlar ya da reddediyorlar ama sorgulayan pek az; hem romanda böyle hem yaşantımızda böyle. Roman tam da bu sorgulamayan halimize dokunduruyor. ¥ taptaki gibi bir heyecanla basın özgürlüğüne sahip çıkmasa da son tahlilde bu özgürlüğe kastedenlerin biletini kesmeyi biliyor. Belki de ben böyle düşünmek istiyorum. EVRENSEL TEMALI BİR ESER Bir gazete haberi ve bu gazete haberinden rahatsız olan çevreler... Gazetenin yakılması, canlara kastedilmesi, genç gazeteci Gani’nin sözleri; “Bilin ki, gazetemizin yakılması bize saldıranların yenildiğinin ispatıdır. Çaresizliklerinin ve korkularının ispatıdır. Özgür sesinize, güdümlü olmayan kaleminize sahip çıkın, öfkenizi yararlı bir şey için kullanın.” Politik bir roman olarak düşünmedim ama günümüz gidişatına göndermelerde bulunulan hayli satırlar da yok değil... Neden? Ben politik bir roman yazmadım. Evrensel temalı bir eser ortaya koymaya çalıştım. Fakat öte yandan eğilip bükülmemek, dik durmak da bir politik duruştur. Bizim gibi demokrasinin tam anlamıyla özümsenmediği ülkelerde demokrasi havarisi geçinenler ufak bir eleştiri rüzgârı esince kartondan heykeller gibi bükülmeye, maskelerinden sıyrılmaya başlıyorlar. Zaten politikacıların işadamı, işadamlarının basın patronu, basın patronlarının şakşakçı olduğu bir ülkede ne duruştan, ne ilkeden ne de demokrasiden söz edilebilir. Kuvvetler ayrılığı demokrasinin temel doktrini olmalıyken, iktidara her gelen tüm kuvvetleri kendi elinde toplamak isterse ne kadar demokratik olabiliriz ki? Özünde sadece bugüne değil, on yıllardır bu ülkede basın özgürlüğüne ve aslında fikir özgürlüğüne karşı yapılanlara bir karşı duruştur yazdıklarım. Halk her zaman ki SİNEMATOGRAFİK EDEBİYAT... Uzakdoğu, Hint ya da Afrika filmlerinin vazgeçilmez öğelerinden biridir ya hani doğa... Hayli sinematik olduğunu düşündüğüm “Kayıp Yolcu”da dikkat çeken noktalardan biri de bu; doğa ve elbette hey gidinin Anadolu’su... Yanılmadıysam eğer, açar mısınız bu yaklaşımı, duyguyu ve sinemaedebiyat hattını... Gelişmiş Batı ülkelerine gittiğinizde eskiye dair, kendilerini oluşturan her şeyin yerli yerinde durduğunu görüyorsunuz. Bizse şehirlerimizin 1020 yıl önceki hallerini bile nostaljik bir duyguyla hatırlıyoruz. Neye sahip olduğunu bilmeyen, onun değerini ancak kaybedince anlayan hatta anlamayan savruk bir toplumuz. Kayıp Yolcu aslında ülke insanının kendi kayıplığının farkında olmayışını da anlatan bir kitaptır. Romanda 1970’li 80’li yılların tadını hissedebilirsiniz. Kayıp Yolcu şehirlerin dokusunun korunduğu, yeşilin, böceğin, çiçeğin ve hatta yağmurun kokusunu aldığınız bir romandır. Bundan önceki romanlarım gibi bu romanım da sinematografik bulundu. Çünkü okumuyor adeta izliyorsunuz diyorlar. Zaten benim yapmak istediğim de budur: En yalın haliyle romanı okutmak değil yaşatmak. Elbette edebiyat kadar sinemadan besleniyor oluşumun, görsel algılayışımın tüm algılarımın üstünde olmasının etkisi var bunda. Kendisini romanın içinde bulan, yaşayan ve sonra bana teşekkür mesajı gönderen okurların varlığı beni gerçekten mutlu ediyor... ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Kayıp Yolcu / Necati Göksel/ Altın Kitaplar/ 286 s. hayatı anlatılıyordu. Bu tür öyküler, mistik anlatımlarıyla biz okurları tatlı bir serüvenin içine çekiyor, çekilen acılar karşısında kölelik düzenini lanetliyoruz. Ama günümüzün gerçeği başka ne yazık ki. Kölelik, geçmişte kaldığını sandığımız bir trajedi. Zannediyoruz ki bu tür masallar artık yalnızca kitaplarda, filmlerde geçer; gazetelerde zaman zaman gözümüze ilişen insan ticareti vakaları ayrıksı kalıntılardır. Siyah Barrack Obama’nın Amerika Birleşik Devletleri başkanlığına seçilmesinin, köleliğin kalkışının şanlı bir mührü olduğuna inanıp seviniyoruz. Acaba öyle mi? Türk dünyasında köleliğe yer olmadığını söyleyerek her zaman gurur duyarız, peki ya bugün? Zorlu yaşam şartlarında hayatta kalabilmek için insanlık dışı koşulları kabullenmenin modern kölelik olmadığını kim iddia edebilir? Ya kadınlar? Anadolu’da ve kent varoşlarında bağnaz erkek egemen ailelerde eve mahkum yaşayan kadınların özgür olduğunu söyleyebilir miyiz? Çin’in dünya piyasalarına ucuz mal vermesinin altında bir tas pirinç karşılığı 12 saat çalışan milyonlarca köle işçi olduğunu sanki bilmiyor muyuz? Bugün ne yazık ki kölelik biçim değiştirmiş bir halde devam etmekte. Kitap, kölelik kavramını bir kez daha gündeme taşıması bakımından dikkat çekici. Ezcümle, fantastik öyküler ve bilim kurgularıyla dikkat çeken Ursula K. Le Guin, 2006’da Marifetler, 2008’de Sesler ile devam eden ‘Batı Sahili Yıllıkları’ dizisini Güçler’le tamamlıyor. Le Guin, “Güçsüzler kendileri için bile görünmez olmak zorundadır” diyerek her cümlesi dikkatle okunacak, incelikli anlatımı, zengin alt metni ile efsunlu bir kitaba daha imzasını atıyor yine. ? Güçler/ Ursula K. Le Guin/ Çeviren: Çiğdem Erkal İpek/ Metis Kitap/ 350 s. SAYFA 17 lararasında yürüyebilir.” Böylece bir kez daha bilgeliğe övgüler düzüyor Ursula K. Le Guin. Uzun zaman sonra Diero ile dertleşirken başlıyor geçmişteki acıları ile yüzleşmeye. Sallo’nun ölümünü kabullenmek canını epey yakıyor Gavir’in: “Onu nasıl öldürdüler? Onlara karşı koymaya çalıştı mı? Bir şey yapamamıştır ki... Onca erkek ona tecavüz ettiler, işkence ettiler. Onlar kızları bu yüzden istiyorlar. Çığlık attıklarını duymak için, işkence edip öldürmek için, onları suda boğmak için. Sallo öldüğü zaman. Onu gördükten sonra. Onu ölü gördüm. Anne beni yanına çağırttı. Ona ‘tatlı Sallomuz’ dedi. Bana… Bana para verdi ablam için.” YENİ BİR ROTA Bu itirafla beraber yeni bir rota çiziyor kendine. Bu kez okuduğu her cümleyi, tanıdığı her insanı, yaptığı her hatayı sırtına alıyor, kaçmadan, onlarla birlikte ilerlemesini öğrenerek çıkıyor yeniden yollara. Ormanın kalbinden yürüyüşe başlayan ayakları Sallo ile doğdukları, köle toplayıcıları tarafından çalındıkları yere Bataklık’a getiriyor Gavir’i. Teyzesinin uyarısına kadar kalıyor orada: “Teyzem balık döşeğinin etrafında azametle yürüyüp yanıma geldi. Kızgın bir karga gibi gözleri şimşek çakıyordu. Küçük çocuklar korkuyla önünden kaçıştılar. ‘Gavir’ dedi. ‘Gavir bir adam gördüm, seni takip eden bir adam. Senin ölümün olan bir adam.’ Ona bakakaldım. ‘Gitmelisin ablamın oğlu.’” Gavir’in serüveni hür Urdile vatandaşı olmasıyla sonlanıyor. Ama zihinlerde bizim kendi sorgulayışımız başlıyor bu kez. Kitabı olurken 2008 Nobel Ödülü sahibi Le Clézio’nun Altın Balığı’nı anımsadım ister istemez. Orada da, küçük yaşta köle olarak satılan bir kızın serüven dolu CUMHURİYET KİTAP SAYI 1003