Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Eddi Anter yeni romanı “İkilem (ÜÇÜnden Biri)”ni anlattı ‘Varlığımın amacı yazmak’ man ama öznel yönleri? Anlatır mısınız hem romanınızın izleğini hem de öznelde buluşan noktaları? İlk romanların kaderi olsa gerek, illa otobiyografik öğeler aranır. Başlangıç noktam, bu topraklarda yaşayan bir dini azınlık grubunun üyesi olarak, âdet, gelenek, bayram seyran kısacası hayatlarımızı nasıl geçirdiğimizi geniş topluma ne şekilde aktarabilirim sorusu oldu. Annemin hayat hikâyesi çok hareketli ve de şaşırtıcıydı. Beyrut’ta doğmuş, sürekli Halep’e gidip gelmiş, savaş sonrası Milano’ya yerleşmiş biri olarak onu fotoğrafından beğenen kişiyle on beş gün gibi kısa bir süre içinde evlenip hiç tanımadığı İstanbul şehrine gelip yerleşmesi anlatılmaya değerdi. Ancak okunmaya değer miydi bilmeden yola çıktım. Herkesin anlatmak istediği bir hikâye olduğundan emindim. Annemse konuya çok sıcak bakmadığından, beni “benimle ilgili kötü bir şey yazarsan kendimi öldürürüm” diyerek tehdit etmişti. Böylelikle şakayla karışık konuyu da kendisi belirlemiş oldu. Ya yazdıklarımı okuduğunda belli bir bölümü yanlış anlayıp söylediğini yaparsa diye düşününce, onun cenaze törenini anlatan bir kurguyla hayatını aktardım. Özüne sadık kalıp, biraz mizah biraz da karakterler ekleyince sonuç beklenenden çok çok daha iyi oldu. Lilly, çoğu ilk kitaba nasip olmayacak bir mucizeyi yaşattı bana. HER ŞEY OKUR İÇİN Biçeminizde mizahın etkisi ve gücü konusunu açmanızı rica ediyorum... Bunu hissediyoruz... Kaleminizi nasıl ve neden donatıyor mizah duygusu, ne ilham ediyor size? Yaşadığım her gün nefes aldığım her an ortalıkta gülecek ne var diye bakınıyorum. Haliyle karakter yaratırken ve onların hayatlarına yön verirken mizahi yönleri olmasına da özen gösteriyorum. Üzücü veya kötü dediğimiz olaylara baktığımızda bunlar sadece aklımızın bize oynadığı oyunlar veya kendi kendimize öğrettiğimiz hisleri algılamayı içeriyor. İşin içinde biz olmasak olan bitenlerle ilgili bir his de yoktur, yorum da olamaz. O yüzden ben de aklımca aklımla dalga geçiyorum. Ve yalın dil... Su gibi okuyoruz yapıtlarınızı... Zorlu konuları, ilişkiler sarmalı ve ruh coğrafyaları dolayısıyla aslında öyle çok da yalın olmasını beklemediğimiz yapıtlarınızda tersine akıcı bir dil karşılaşıyor okurları... Farklı okumalara da olanak veren bu biçemi özellikle mi tercih ettiniz? Ne kadar da güzel söylüyorsunuz! Zaten kitap yazarken yeterince karmaşık psikoloji ve felsefe kitapları okuyorum. İş kurguya gelince, öğrendiklerimi en sade şekilde karakterlere uyarlamaya özen gösteriyorum. Okuyucu anında karakteri çözemese de eserin sonuna geldiğinde yorum yapacak hale geliyor. Akıcı dilin güzelliğiyse kitabı eline alanın “okumaya ara vermek istemiyorum” duygusunu yaşatması. İnsanları düşündürmek için yeterli malzeme kullandığıma inanıyorum. “İkilem” üç farklı şekilde okunabiliyor; böylece okuyucu da olanlar hakkında değişik yorumlar yapma şansına sahip. Çoğu zaman olaylar veya şartların tamamına vakıf olmasak da bizden yorum yapmamız, taraf tutmamız beklendiğinden özellikle bu yolu seçtim. Dedikleri gibi hiçbir şey göründüğü gibi değildir. O yüzden çoğu zaman beklemekte ve sebat göstermekte fayda var. İkinci romanınız “Kumbara” yine yalın izlekte bir ergenlik dönemi panoraması tamam... Cinsellikle kuşatılan bakir bir bedenin hezeyanları, cinsellik konusunda deneyimsizliğinden dolayı yaşadığı kafa karışıklığından mustarip birey hali, ona da tamam... Ama gelelim kumbaraya... Anlatır mısınız? Hayatlarımızı kim yönetiyor sorusuna cevap aramakla uzun bir zaman harcadım. Bulduğumsa, hangi yaşta olursak olalım, “kadınlar” yanıtıydı. Acaba benim gibi düşünen kaç kişi vardır diye işe koyulduğumda sorduğum insanların pek çoğu hemfikirdi. Zor olan bu gerçeği kabullenmekti. Biraz kurcalayınca erkek dünyasının birbirine ne kadar benzer olduğunu, özellikle en çaresiz ve de acınacak halde olduğumuz, oğlanlıktan erkekliğe geçiş dönemine odaklandığımda, kadının efsaneleşmesine bir kez daha tanık oldum. O dönemde kadının ya âşık olunacak biri veya ihtiyacı giderecek olan kumbara olduğunun da teyidini aldım. Metaforuysa ilk defa duyduğumda sanırım on beş yaşındaydım, halen kullanılıyor olması beni şaşırttığından onlarca vajina tanımlaması içinden kumbarayı seçtim. Bayan okuyuculardan cesur ve akıllı olanlar, erkek dünyasını keşfedip, öğrendiklerini uygulamak fırsatını buldular. Beni arayan iki meşhur psikolog, içeriği ve kapsadığı ergenlik döneminin çapından dolayı Kumbara’yı tüm genç danışanlarına okumalarını tavsiye ettiklerini söylediklerinde çok mutlu oldum. FARKLI OKUMALAR... Yeni romanınız “İkilem (ÜÇÜnden Biri)”... Farklı ve/veya koşut okumalara olanak veren bir yapıya sahip... Romanı henüz okumamış olan okurlar adına öncelikle neden “ÜÇÜnden Biri” alt başlığını kullandığınızı açar mısınız? Okuyucu, tercihine göre, romanı üç farklı şekilde gözden geçirebilir. Ya kendi doğal akışında veya sadece genç kıvılcım bölümü ya da yalnız ellilik mucizeler bölümü olarak… Her ele alınış şekliyle okuyucuyu farklı bir yorum, olanları da karakterleri de farklı bir yargılama süreci bekliyor. Hem heyecanlı hem de biraz şaşırtıcı olacak. Konusu itibariyle bu türdeki yapıtların çoğu “çaktırmadan didaktik”tir elde olarak/olmayarak. “İkilem (ÜÇÜnden Biri)”ni değerlendirdiğimizde ise yargılamadığını görüyoruz. Ve/veya hislerin, aşkın, benliğin hallerini ortaya koyarak son kararı okura bıraktığını... Değil mi? Kesinlikle öyle. Didaktik bölümlerde acaba karakter mi konuşuyor yoksa yazar mı kendini ortaya koyuyor ikilemi de var. Her yazdığımla, yarattığım karakterle aynı fikirde olmak zorunda değilim. O yüzden nasıl yazıldığı veya hangi formun içinde bilgi verildiği de önemli gelmiyor. Sadece okuyucunun okuduğu kelimeleri nasıl algıladığı önem kazanıyor. Okuyan kendisinden bir şeyler bulsa da bulmasa da karakterleri yargılamak çok kolay olduğundan, eserin içinde yer yer “ahkâm kesen” bölümler olsa da, son karar kesinlikle okuyucunun. Her okuyanın farklı bir yorum yapacağını da düşünürsek sonuç bayağı ilginç olacak. İç muhasebe... Romanlarınızın özellikle de son romanınızın ana kahramanı bu dersem yanılmış olur muyum? Hayatlarımızı sorguladığımız derecede yaşarız. Her gün bir ders olsa ve her an bir şeyler öğrendiğimizi fark etsek iç muhasebeye ihtiyaç kalır mıydı? Sanmıyorum, o zaman sadece bilânço ve kâr hesabına dönüşürdü. Maalesef hepimiz yapmak istediklerimizle, yaptığımız veya yaptığımızı sandığımız şeyler arasında bocalıyoruz. Tabii karakterlerim de aynı durumdan mustaripler… Her biri muhasebesini açık ya da üstü kapalı yapmaya çalışıyor. YAZARIN EN MUTLU ANI... Yoğun iş yaşamınızın size yazmayı hayli süre istemeye istemeye ertelettiğini biliyoruz. Peki, 20 yıl süre sonra size artık ertelemeyeceğim dedirten neydi? Romanınızın 222’inci sayfasında diyorsunuz ki “Tek bildiğim yazması gerektiğini bilen biliyor. Ve yazıyor...” Ve evet yazmak çile... Yazmak ömür törpüsü... Böyle bakınca görürüz ki az hain eylem de değildir hani... Ama/yine de/illa ki yazmak çok güzel... Bunu bilmek de öyle değil mi? Ölümlü olduğumu anladığımda, artık yazmayı da hayatı da ertelemem mümkün değildi. Şimdi yazmazsam ne zaman yazacağım diye düşünürken, yaptığım işi sevdiğimi fakat sevdiğim işi yapmadığımı fark etmiştim. Kelime, cümle ve fikirleri bir yerlere not etmeye başladığımda, ilahi gücün de yardımıyla tek sayfalık denemeler, öykülere ardından romanlara dönüştü. Kırklı yaşlarıma geldiğimde artık yapmam gereken tek şey, varlığımın amacı yazmak diye kesin karar vermiştim. Hainlik demekle insaflı davranıyorsunuz. Yalnız, yapayalnız saat, gün ve aylardan sonra yaratılan eserin okurla buluşup gözden geçirilmesi de başlı başına bir ömür törpüsü. Sabır ya sabır! Yazan bir kişinin en mutlu anı ne zamandır sorusuna henüz bir cevap bulmuş değilim. Aramaya devam ediyorum.? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr İkilem (ÜÇÜnden Biri)/ Eddi Anter/ GOA Yayınları/ 312 s. Eddi Anter’in “LillyBen Bir Arap Yahudisiyim” ve “Kumbara” adlı romanlarının ardından yayımlanan yeni romanı “İkilem (ÜÇÜNden BİRİ)” GOA Yayınları’ndan çıktı. “Yaşadığım her tecrübe, sahip olduğum tüm fikirler bir başkasından alıntı ya da çalıntıymış” sözleriyle başlıyor “İkilem (ÜÇÜNden BİRİ)”. Kadın erkek birlikteliklerini ve ayrılıklarını irdeleyen kitapta Anter, aldatanaldatılan sarmallarında yönelttiği sorularla, materyal dünyada kurban kim sorgulayışında getirdiği yalın yaklaşımlarla hamasi ezberleri bozuyor su gibi yalın bir dilde. “İkilem” normal akışında okunabileceği gibi yalnız “Genç Kıvılcım” veya sadece “Ellilik Mucizeler” olarak da okunabiliyor. Eddie Anter ile her üç okuma şekliyle farklı bir sonuca ulaşılabilecek “İkilem (ÜÇÜNden BİRİ)” adlı romanını konuştuk. Ë Gamze AKDEMİR eni romanınız “İkilem (ÜÇÜnden Biri)”ni konuşmadan önce diğer iki yapıtınızdan da bahsedelim isterim. İlk romanınız “LillyBen Bir Arap Yahudisiyim”, Türkiye’de yüzyıllardır huzur, barış ve güven içinde yaşayan bir Yahudi çocuğun penceresinden sevgiyi ve yaşamı irdeliyor. Ro Y SAYFA 18 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1003