Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
O ehmet Açar’ın Çok Uzaklarda Bir Yaz’ı (Nisan 2009, Turkuvaz) ilk gençlik çağına özlem duyan bir yazarın anıları gibi başlıyor. İlk sayfalarda anlatıcı okurları 1977 yılının yazına, Kuzey Ege’de yeni gelişen bir tatil beldesi olan Altınoluk’a götürüyor. Çoğunlukla orta sınıfın, memur ailelerinin küçük birikimleriyle yaptırdıkları yazlıklarında geçmek bilmeyen uzun yaz günlerinin sıkıntısını paylaşan üç arkadaşı tanıyoruz; Ali, Mustafa ve anlatıcı. Bu üç arkadaş arasında sıkı bir dostluk olsa da anlatıcı hep kendini Attilâ İlhan’ın ünlü şiirindeki “üçüncü şahıs” olarak hissediyor. Biraz yalnız, biraz dışlanmış… kuduğum Kitaplar METİN CELÂL Çok Uzaklarda Bir Yaz ve Vakıf M Aralarına bir kızın, Hümeyra’nın katılması bu üçüncü şahıslığı iyice belirginleşir. Hümeyra kendisine yakınlık gösteren anlatıcıyı değil, kendisine ilgi göstermemesine rağmen tüm kızların ilgi odağı olan Ali’yi tercih eder. Ali, Hümeyra ile tam anlamıyla bir aşk ilişkisine girmez, cinsellik temelinde bir bağ kurar ve diğer zamanlarda sıradan bir arkadaş gibi davranır. Ama bu davranışı Hümeyra’nın ona bağlanmasını ve bu durumu kabullenmesini engellemez. İlerleyen sayfalarda Mehmet Açar’ın romanı anı anlatır gibi kurmayı bilinçle tercih ettiğini anlıyoruz. Anlatıcı, “iki binli yıllarda, Beşiktaş’ın arka sokaklarındaki ucuz, güneş görmez bir bodrum katının rutubetli duvarlarının arasında” geçmişini deşip, bir anlamda kendiyle hesaplaşırken hem hüzünlü, kırık aşk üçgenleri kuruyor hem de geçmiş ne kadar doğru ve doğrusal hatırlanabilir sorusunu sorduruyor. Sonuçta anılar herkesin kendi bakış açısına göre anlatılır. Zaman zaman anlatıcının arkadaşlarıyla anılarını paylaşması ve onların ya bu olayları farklı hatırlamaları ya da hiç öyle bir olay hatırlamamaları bunun bir göstergesi. Çok Uzaklarda Bir Yaz’ın kahramanları üniversite çağına girerken ülkede siyasi olaylar da ivme kazanıyor. Romanın anlatıcısı da Türkiye İşçi Partisi olduğunu tahmin ettiğimiz, var olan yaşam biçiminin silahla değil de barışçı yollarla değiştirilebileceğine inanan bir örgütlenmenin içinde yer alıyor. Ama o daha devrimci eylemciliğin ilk adımlarını atarken 12 Eylül Darbesi geliyor. 78 Kuşağının siyasi eylemliliğini yaşayamamış, ama darbe sonrası kuşağının apolitik sorumsuzluğunu da benimseyememiştir. İçinde hep bir umutla devrimci eylemlerin tekrar başlayacağını bekler, ama 90’larda üniversitelerde başlayan sol hareketlerle bir bağlantı kurmaz. Altınoluk’ta yazları buluştuğu arkadaşları üniversiteye girip İstanbul’da yaşamaya başlayınca hayıtnda yeni bir evre başlar. Bazı günlerini Ali ve Mustafa’nın evinde geçirirken Ali’nin Hümeyra ile cinsellikle sınırlı ilişkisine şahit olacak, belki de bu ilişkiye gösterdiği tepkinin de etkisiyle ama daha çok 78 Kuşağı’nın etkisiyle idealize edilmiş, oldukça da ahlakçı bir aşk anlayışı geliştirecektir. Aşırı ahlakçı, muhafazakâr hayat anlayışındaki anlatıcı böyle bir aşkı yaşayabileceği bir partner arayacak sonunda bir kez karşılaşıp vurulduğu Nilüfer’de bu aşkı hayata geçirebileceğini umacaktır. Zengin bir ailenin zeki ve güzel kızı olan Nilüfer’in açık ve rahat davranışlarını doğru yorumlayamaz, ona yeterince içten karşılık veremez. Nilüfer de ilk birkaç aydan sonra onun kendisine mesafeli durduğunu düşünerek aşkına karşılık bulamadığı kanısıyla uzaklaşmaya başlar. Anlatıcı ise Nilüfer’in kimliğinde idealize ettiği aşkı bir türlü doğru yorumlayıp noktalayamaz. Bu arada, yıllar sonra kısa sürede kendisine sırılsıklam âşık olan ve aşkla, tutkuyla dolu üç gün yaşadığı Hümeyra’yı da anlayamaz, onun aşkına karşılık veremez. Belki de sonunda bulduğu gerçek aşkı Nilüfer’le tekrar birlikte olma umuduyla yaşayamaz, reddeder. Mehmet Açar, Çok Uzaklarda Bir Yaz’da yitik aşkların izinde kendini kaybeden kahramanının gözünden 80’li yılları, o yılları yaşayan gençliğin ruh halini akıcı bir anlatımla romanlaştırmış. Çok Uzaklarda Bir Yaz, hızla ve keyifle okunurken bölüm başlarında Proust’tan yapılan alıntıların da ışığında okura geçmişin kişiye göre ne kadar değişken olabildiği, hatıraları gerçeğe uygun olarak, tam anlamıyla anlatabilmek mümkün mü gibi sorular da sorduruyor. Selim Yalçıner Mehmet Açar VAKIF Lara Berkes, babasından miras kalan para ile kurduğu Yaşamı Sürdürebilme Vakfı aracılığıyla, yine babasının vasiyetine uyarak dünyadaki kötülük ve haksızlıklara karşı mücadele vermektedir. Lara’nın yakın arkadaşı Selin insan ticareti ile ilgili bir çalışma sürdürürken Meksikalı insan tacirlerinin eline düşmüştür. Zapatistalar, FBI ve bir Amerikan gizli servisinin (NSA) işbirliği ile Selin kurtarılır. İnsan ticaretinin kurbanlarından Bingöllü Ali, Selin’e ilginç bilgiler aktarmıştır. Bu ticaretin içinde Hares adını kullanan zengin bir Türk de vardır. Hares’in izini süren Lara ve arkadaşlarının yolu Irak’ta Erbil’e düşene kadar gerilim dolu bir takip izleriz. Selim Yalçıner’in ikinci romanı Vakıf (Şubat 2009, Özgür yay.), “Ceset Dökmek Yasaktır” alt başlığını taşıyor. Bu Meksika’da duvarlarda görülebilen bir yazı. Tahmin edebileceğiniz gibi roman boyunca ortalığa bolca ceset saçılıyor. Yalçıner’in ilk romanı Vasiyet’te tanıttığı kahramanı Lara, 68 kuşağından Avusturyalı anne ile büyük bir holdingde üst düzeyde çalışan Türk babanın kızı, genç, güzel, alımlı ve zeki. Üniversitede felsefe master’ı yapıyor. İnsani yardım vakfının başkanlığı ona dünya sorunları ile ilgilenme, deşme, soruşturma fırsatını tanıyor. Böylelikle okurlar onun ve vakfının aracılığıyla olayların görünmeyen yönlerine bakma olanağı buluyor. Bestseller tarzında yazılan roman dünya siyasetinin sorgulanmasında iyi bir araç haline geliyor. Örneğin insan tacirlerinin izini sürerken, organ ticaretini, polis örgütlerindeki çürümeleri, polismafya ilişkilerini, Zapatistalar’ı sorgulayabiliyor. Zaman zaman anlatılanlar, yorumlar uzayıp okuru romandan uzaklaştırsa da bu konularda ilginç, bilinmedik bilgilerin sahibi olabiliyorsunuz. Tek sorun Lara’nın konumlanmasında. Lara, Vakıf’ta isminin de esinlediği gibi iyice Lara Croft halini almış. Lara, gizli servis ajanları ile operasyonlara katılıyor. FBI’ın cesetlerin sokaklara döküldüğü bir yerde bir yardım vakfının başkanını operasyona dahil etmesi pek inandırıcı değil. Lara, olayları otel odasından izleyebilirdi. Lara’nın James Bond’vari bir kahraman olması isteniyorsa da o zaman, yardım örgütlerinin istihbarat teşkilatları ile olduğu söylenen ilişkiler deşilebilir, Lara örneğin yakın ilişkide olduğu NSA tarafından ajan eğitiminden geçirilip yarı sivil bir ajan haline getirilebilirdi. O zaman gizli operasyonlarda Lara’nın varlığını garipsemezdik. Lara’nın olağanüstü güçlere sahip olması, medyumluk yeteneğinin keşfi ise bana pek gerekli gelmedi. Lara’yı yarı sivil bir ajan olarak benimsersek babasının eski arkadaşı NSA’dan Jack’in Hares’in izini sürmesi de daha çok anlam kazanıyor. Hares, hem legal hem de illegal işler yapan biri. Dünyanın her yerinde iş yapıyor. Doğrudan ya da dolaylı yönettiği birçok şirket var. Bir yandan da silah, uyuşturucu, insan kaçakçılığı yapıyor. Büyük silah kaçakçılarının Roma’da yaptığı gizli toplantının ele geçirilmiş görüntüleri Lara’yı iyice Hares’e doğru yönlendiriyor. İnsan kaçakçılığının izini sürerken silah kaçakçılığına, kara mayınlarının izine ulaşıyor. Roma’daki toplantının görüntülerinden edinilen bilgiler onları İskenderun’a, Mersin’e, Mardin Kızıltepe’ye oradan da Erbil’e yönlendirecektir. Burada devreye önceki romandan tanıdığımız Türk ajanlar devreye giriyor. Lara da onlarla birlikte silah kaçakçılarının peşine düşüyor. Hem de yanına Meksika’da tecavüz kurbanı olmuş Selin’i ve Bingöllü Ali’nin ağabeyini de alarak… Hares’in silah kaçakçılığı rotasını bulup, işlerini bozuyorlar ama kaçakçıları yakalayamıyorlar. Hares’in yakalanması bir yana kimliği bile çözülememiştir. Finalde, romanın temposunu düşürme pahasına Hares’in yakalanmasının bir sonuç olmayacağı, bu işlerin hep süreceği uzun uzun izah edilse de okur olarak bizim aklımız Hares’te kalıyor. ? SAYFA 12 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1003