28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Necati Göksel, yeni romanı ‘Kayıp Yolcu’yu anlattı Kaybolan bir yolcu otobüsü, bir daha kendilerinden haber alınamayan yolcular... On beş yıl sonra ise yayılan şaşırtıcı hatta biraz ürkütücü bir söylenti: Kayıp otobüs bir gece görülmüş ve şoförü birine yol sormuştur. Geride kalan akıllısı, delisiyle tüm bir ahalinin halini varın siz düşünün! Bir kere hiçbir şey artık aynı olmayacaktır. Kayıp yolcuların efsaneleşen hikâyesi aslında herkesin kendi kayıp halini nasıl yaşadığını bir turnusol kâğıdı gibi yüze çıkaracaktır. Ve romana esas olan şehir efsanesini haber yapan kahramanın dediği gibi “Herkes neye ihtiyacı varsa ona inanacaktır.” Önceki romanları gibi bu romanı da sinematografik Necati Göksel’in. Zaten onun istediği de budur: En yalın haliyle romanı okutmak değil yaşatmak. Necati Göksel ile “Kayıp Yolcu” adlı romanını konuştuk. ‘Politik bir roman yazmadım ama’ Ë Gamze AKDEMİR enel izleği açarak başlayalım söyleşimize.. 15 yıl önce küçük bir şehirden İstanbul’a doğru yola çıkan bir otobüs fırtınalı bir gecede, Kızılırmak yakınlarında ortadan kaybolmuştur. Unutulmaya yüz tutmuş bu olay, kayıp otobüsün ortaya çıktığı ve şoförünün birine yol sorduğu söylentisiyle tekrar gündeme oturur... Kulaktan kulağa dolaşan mucizevi bir olay her duyanın katkısıyla katlana katlana, çığ gibi büyür ve sonunda yine söylentiyi ortaya çıkaran toplumun omuzlarına yığılıp kalır. Eski defterler yeniden açılır. Kirli çamaşırlarının ortaya saçılmasından korkan ya da bu söylentinin sonuçlarıyla itibar kaybına uğrayacağını düşünen şehrin kaymak tabakası olayı haber yapan gazete üstüne baskı kurmaya çalışır. Şehir genç bir gazete muhabirinin etrafında gelişen zincirleme olaylarla toplumsal bir çılgınlık hatta cinnet yaşamaya başlıyor. Biz romanda hem bu toplumsal hezeyan halini, aynı anda bir gencin umutlarını, aşklarını, kendini var etme çabasını birbiri içine geçmiş bir olay örgüsü halinde okuruz. G HER ŞEY BİREYDE BAŞLAR Söylenti, sır… Zihni uyuşturan, mantığa set çeken, fikri sabite uygun adım yürüten afyoni dürtü... Romanınızda da bu afyonu ilk önceleri hayli çekiyor kahramanlar... sonra sanki inanmak işlerine geliyor bir yerde... “Mesele bir delinin sözleri değil, herkesin konuşacak bir hikâyesi olması ve hikâyenin otobüs olayına bağlanması” değil mi? Kayıp Yolcu karanlığı korkuyla anlamlandırmaya çalışan insan zihnini sorgulayan bir roman. Bilinmezlik verimli bir umut toprağı bulunca kendi esrarını yaratıyor. Anlamlandırılamayan olaylar ya da mantığa sığmayan toplumsal yaşantılar insan aklında kendi yollarını bulup, mana ediniyor. Böylelikle bireyde başlayıp topluma yayılan söylenti bir mite dönüşüyor. Kayıp Yolcu’da romana esas olan şehir efsanesini haber yapan kahraman bir yerde şöyle der: “Herkes neye ihtiyacı varsa ona inanır.” Kayıp Yolcu, belirli koşullar altında insanların mantığa aykırı davranma eğilimlerini ortaya koyduğu gibi gerçekle hurafenin, hakikatle söylentinin nasıl kolayca yer değiştirebileceğini anlatıyor. Evet, haklısınız romanda esas olan bir delinin sözleri değil, herkesin o sözlerle canlanacak bir hikâyesi olması ve o hikâyeyi yeşertecek bir garip atmosferin şehri sarmış olması temel alınıyor. İnsanoğlu kendi varoluşunun anlamını bilebilseydi ne bunca inanç, felsefe ve öğreti olurdu ne de inanacak bir şey arama çabası. Söylenti bir turnusol kâğıdı gibi, varın yoğun gerçek yüzünü, sırları, suçlulukları ortaya çıkarıyor... Geçmişle hesaplaşıyor ahali... Geniş kertede toplumsal cehalet, cinnet ya da hezeyan haline de sıkı göndermeler içeriyor roman. Bundan hareketle “Kayıp yolcu kim?” sorusunun yanıtı neden “hemen herkes”tir? İnsan kendini yaratmadıkça kayıp yolcu olarak kalacaktır da ondan. Kitapta genç gazeteci Gani dışında hiç kimse kendisini biçimlendirmek, seçimler yapmak ve bu seçimlerle kendi kendini yaratmak çabası göstermiyor. Çoğu zaman önümüze ne konulursa onu hemen kabullenmeye hazırız. Hep kolay olanı seçiyoruz. Kendimizi, durumumuzu, varlığımızı ve onu dönüştürmek istediğimiz şeyi sorgulamaktan korkuyoruz. Çünkü bu çaba ister. Sonra da geçmişe dönüp pişmanlıklarımıza kahre¥ dip duruyoruz. Le Guin’in üçlemesinin son kitabı Fantastik öyküler ve bilim kurgularıyla dikkat çeken Ursula K. Le Guin, 2006’da Marifetler, 2008’ de Sesler ile devam eden ‘Batı Sahili Yıllıkları’ dizisini Güçler’le tamamlıyor. Kitap, kölelik kavramını bir kez daha gündeme taşıması bakımından dikkat çekici. Ë Yelda DÖNMEZ rsula K. Le Guin, kitabın ilk sayfasında haritasını çizdiği bambaşka bir coğrafyaya götürüyor bizi Güçler’de. Köleler ve efendilerin dünyası... Bugün somut olarak böyle bir sistem olmasa da sınıflar arasındaki uçurum ve bundan doğan yaşam farklılıkları çok uzağında değil anlatılan feodal düzenin. Yazarın diğer kitaplarında olduğu gibi yine ergenlik çağındaki bir çocuk gözünden izliyoruz tüm olup biteni. Marifetler’de olağanüstü bir gücün, bir bakış, bir söz ve bir hareketle insanların birbirini yok edebilmesinin altını çizmişti; Sesler’de kütüphane üzerinden bilgili ve cahil insan arasındaki çatışma tartışmaya açılmıştı; Güçler’de ise tüm bunların izlerini sürmek mümkün. Bir yandan yine okumaya övgü bir yandan da Gavir’in geçmişi hatırlama özelliğiyle kurulan mistik bir olağanüstü güç var: “Benim hafızam alışılmadık ölçüde kesin ve eksiksizdi. Çocukluk ve gençlik çağımda biraz dikkatimi vererek bakmış olduğum bir ki Güçler U tap sayfasını görmüş olduğum bir odayı veya yüzü aklıma getirip ve sanki önümdeymiş gibi bunlara bakabilirdim. Belki de o yüzden anılarımda benim hatırlama adını verdiğim ama aslında hatırlama olmayan şeyleri karıştırıyordu.” müşfik bir baba. Ve bütün bunların yanı sıra ruhun için gıda da sunuldu. Bana verilen ve sana aktarabileceğim bilgi birikimi. Sana güvenildi. Kutsal bir armağandır bu.” Ama Miv’le sınırlı kalmıyor ki olup bitenler. Gavir ablasına yapılanları sindiremiyor içine. Vuruyor kendini yollara ve kaçıyor Etra’dan. Tüm her şeyi geride bırakmak, hatırlamamak için izini sürüyor patika yolların: “Bana nereye gidiyorsun diye soruyorlardı. Ben de ablamı gömmeye gidiyorum diyordum. Zavallı çocuk dediklerini duyuyordum kadınların. Bazen küçük çocuklar ‘deli deli’ diye bağırarak peşimden koşuyorlardı ama hiçbir zaman bana çok yaklaşmıyorlardı.” UNUTMAK İÇİN Le Guin’in diğer kitaplarında olduğu gibi yine ergenlik çağındaki bir çocuk gözünden izliyoruz tüm olup biteni. ÖZGÜR KALMAK... Roman boyunca bizi peşinden sürükleyen Gavir, Etra’da Arkamand evinde köle olarak yaşıyor. Kalabalık bir aile eşlik ediyor ona. Ailedekilerden arasında tek kan bağı ablası Sallo. Ama evin diğer köleleri Tib, Hoby, Risi, diğerleri ve efendilerinin çocukları, onun kardeşleri gibi. Evin hanımını anne, beyini de baba olarak benimsemiş halde. Bir de efendilerin çocuklarına ders verirken onları da ihmal etmeyen öğretmeni Everra en sevdiği kişi... Mutluluk içinde geçiyor günler başka bir alternatifin bilinememesinden ötürü, sorgulamadan yaşıyor Gavir. “Biz aileye aittik anne bizim annemiz, baba bizim babamızdı” diyor. Bazen özgür kalmak üzerine konuşuyorlar. Hür olduklarında ne yapacaklarını hayal ederken, kızlar tercihini evlenmek ten yana kullanıyor. Gavir ise seyahat etmek istiyor. Üniversiteye, kitaplarda okuduğu şehirlere gitmeyi düşlüyor. Sonra bir sürü kitap alıp, Arkamand’a dönmek geliyor yine aklına. Bu evi bu denli benimserken, evin oğlu Torm’un kölelerden Miv’i öldürmesi sendeletiyor Gavir’i. Biz ve onlar ayrımı, aslında hiçbir zaman eşit olmadıklarının kavranışı gölgelendiriyor aidiyet hissini. Everra sakinleştiriyor onu: “Tereddüt ettiğinde bakışlarını kaldır Gavir. İndirme. Kendine bir rehber ara, güç yukarıdan gelir. Senin rolün bu evin en üstüyle birlikte. Ne kadar vahşi doğmuş olsan da, ne kadar benim gibi ailesi olmayan bir köle olsan yine de büyük bir ev ahalisinin içine alındın ve sana ihtiyacın olan her şey verildi. Barınacak yer, yiyecek, ulu atalar ve sana yol gösterecek Unutmak için çıktığı yolculukta, Etra’nın dışındaki dünyayı keşfetmeye başlayan Gavir’in yolu farklı kişilerle kesişiyor, yeni düşünceler tomurcuk veriyor zihninde. “Zemheri gecesinin karanlığında, Şafağı arar gözlerimiz, Keskin soğuğun kollarında Güneşe hasret yüreğimiz. Böyle kör böyle tutsakken ruhumuz, Sesleniriz sana, Gel bize ışık ol, ateş ol, hayat ol, Hürriyet!” mısraları Gavir’in dilinden dökülürken, Barna’nın söyledikleri hürriyet kavramını daha da derinleştiriyor: “Hür adamlardan oluşan şehrimi kurabildim ama hürriyetin cahillere faydası ne? Zihnin ihtiyaç duyduğunu öğrenme ve istediğini düşünme yüzünden başka nedir ki hürriyet? İnsanın bedeni zincirlenmiş bile olsa zihninde filozofların düşünceleri ve şairlerin kelimeleri varsa zincirlerden kurtulabilir. Ulu SAYFA 16 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1003
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle