02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Y B eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER [email protected] Şen Tarihçi Sürurî’nin Hezliyyât’ından seçmeler Tarihin muzip habercisi ir yayınevinin önündeki en önemli sorunlardan biri, sanırım, kendi kimliğini oluşturmaktır. Tersinden söylersek, bir yayınevinin karşılaşabileceği en büyük tehlikelerden biri, kimliksizliktir bu kimlik sorunu elbette pek çok alanda pek çok kurum ve kuruluş için geçerlidir. Böylesi bir kimliğin temelinde, kendine özgü bir yayın politikası yatar. Kimi yayınevlerinin kimliği yıllar içinde biçimlenir. Bu kimlikte, kuşkusuz, kitap, yazar ve dizi seçimleriyle oluşan yayın çizgisinin yanı sıra kapak tasarımlarının, arka kapak yazılarının, sayfa düzeninin, dahası kullanılan hurufatın bile payı vardır. Kimlik, hepsiyle birlikte ya da hepsinin ötesinde, yayınevinin, çevresinde yarattığı aura, varlığını içten içe duyuran ruh, okurların zihninde uyandırdığı çağrışımdır. Okurlar deyip geçmemeli, kendi okurunu oluşturabilmiş bir yayınevi kimlik sorununu büyük ölçüde çözmüş sayılır. YAKIN GEÇMİŞTEN Yakın geçmişe bakarsak, kendine özgü bir kimlik kurabilmiş yayınevleri arasında, Hüsamettin Bozok’un Yeditepe Yayınları, Memet Fuat’ın de yayınevi, Cengiz Tuncer’le Aydın Emeç’in yönettikleri e yayınevi, Ferit Edgü’nün Ada Yayınları geliyor aklıma ilk ağızda. Aynı gözle bugünkü yayınevlerine baktığımda, Erdal Öz’ün Can Yayınları’ndan, Müge ve Semih Sökmen’in Metis’inden söz edebilirim. Başlı başına bir fenomen sayılması gereken İletişim’i unutmaksızın elbette. Demek, bir yayınevinin kimliğinin oluşmasında başındaki kişiliğin de yadsınmaz bir payı var. Kimlik deyince, kendi yağıyla kavrulan, belirli bir alanda yoğunlaşan yayınevlerini de unutmamalı. Son yıllarda Filiz Bingölçe’nin nerdeyse bir başına sürdürdüğü AltÜst Yayınları bu tür yayınevlerinden. AltÜst, 2005’ten bu yana, belirli bir izleğin izini süren küçük bir yayınevi. Bingölçe’nin hazırladığı Kadın Argosu, Futbol Argosu, Asker Argosu gibi sözlüklerle soyundu bu uğraşa. Giderek Osmanlı döneminin biraz karanlıkta kalmış, biraz unutulmuş, kimi mizahî, kimi eğlenceli, kimi erotikliğin sınırlarını zorlayan metinlerine yöneldi. GALİP PAŞA VE DELİ BİRADER Galip Paşa’nın Mutayebatı Türkiyye’si ya da Türkçe Eğlencelikler’indeki hicivlerle örülü gazellerde, 19. yüzyılın cinsel gelenekleri mizahlı bir dille anlatılıyordu. Deli Birader diye de bilinen 16. yüzyıl Osmanlı şairi Gazalî’nin Dafiü’lGumum’u ya da Gamları Def Eden Kitap’ı, erotik anekdotları, cinsel fantezileri, cezalar ve tabulara yönelttiği ince taşSAYFA 6 lamalarla, döneminin resmiyet dışı cinsellik anlayışını mizah diliyle yansıtıyordu. 18. yüzyılın ünlü divan şairi Enderunlu Fazıl’ın Zenanname’si ya da Kadınlar Kitabı, zamanın kadın güzellerine “erkekçe” bir bakış getiriyordu. ABARTI SANATI Cinselliğin arka sokaklarında gezinen AltÜst’ün yeni kitabı ise yine 18. yüzyıldan: Sürurî’nin Hezliyyât’ından seçmeler. Hezliyyât, divan edebiyatında alaylı bir dille kaleme alınmış bir nazım türü. Çoğunlukla bazen kaba şakalara, bazen zarif nüktelere, taşlamalara, kimileyin sövgülere bile yer verilen hezliyyâtta abartı sanatı ağır basıyor. Konu şakayla karışık alaycı bir dille anlatılıyor. Şen Sürurî de bu türün ustalarından. Hevaî mahlasını kullanan Sürurî’nin yapıtı, tümüyle mizahî özellikler taşıyan cinsel çağrışımlı şiirlerle dolu. Filiz Bingölçe, bu seçmelere son biçimini, eski edebiyat meraklısı dostları Ali Kemal ve Neveser Tepe’yle birlikte vermiş. Edebiyat tarihçisi ve araştırmacı Halil Erdoğan Cengiz’in defterleri, son okumalarda bu çalışmaya ışık tutmuş. Bingölçe’nin belirttiğine göre, Hacettepe Üniversitesi’nden Elif Ayan’ın yüksek lisans tezi de Sürurî’nin Hezliyyât’ı üzerine. Ancak bu iki çalışma da henüz yayımlanmamış. ÇILGIN BİR YETENEK Bingölçe, kitabın başında yer alan “Şair Tarihçilerin Piri: Şen Sürurî” başlıklı incelemesinde, Sürurî’nin, “tarih denilen o pek kanlı ve de asık suratlı alanı mizahın yörüngesine soktuğunu” vurguluyor: “Şiiri, tarihi ve gülmeceyi kalemine dolamış… Binbir biçimde böltoplaçarpçıkart oyunu oynuyor. Tarihin her anını mizah üretmenin bir aracı haline getirecek kadar çılgın bir yeteneği var onun. Geçmişin neşeli haberlerinden, edepsiz gündelik hallerinden, ekonomik gailelerinden, bir de ölüme gidişlerinden dem vura vura tarih dersleri veriyor… Hayatla, kendisiyle, eşiyle dostuyla, böbürlenip büyüklük taslayanlarla, hatta hiçbir şey taslayacak hali kalmayanlarla inceden öyle bir dalga geçişi var ki! İşte o kıymetine kıymet katıyor…” UÇAN DA KAÇAN DA Bingölçe, “giden ve kaybolan her şeye aşırı duyarlık gösteren bir adam olduğu muhakkak, o yüzden tarih düşürmeye şehvetle kaptırmış kendini” dediği Sürurî’yi nasıl hayal ettiğini de anlatmış: “Kıçının altında yamalarla bezeli şahane bir şark minderi… Sürurî koca bedenini, upuzun sakallarını ve üzerine şiirler düzmeyi pek sevdiği kıymetli organlarını yaymış, bu minderde oturuyor. Kalemin den uçan da kaçan da kurtulamadığı için yüzü her daim gülüyor. Tarihin muzip habercisi olmak kolay değil tabii… Kedi ölünce, inek doğurunca, sevgililer öpüşürken, gerdekte sevişirken, eşekler çiftleşirken, açgözlü molla mide fesadından cır cır giderken Sürurî alıyor kalemi eline… Gedik berber malını mülkünü mü satıyor, kadının biri genç sevgilisi ile olmak için kocasını mı zehirliyor, camiden hırsız pabuç mu çalıyor, aşçı dükkânı alev mi alıyor, delikanlının biri eşcinsel âşığını mı bıçaklıyor… Hiçbirinin kaçarı yok hani. Bir bir tarihe düşülüyorlar. En çok da kendisinden kırk yaş büyük arkadaşı ve rakibi Sümbülzade Vehbi… Onun attığı her adım, ‘becerdikleri’ ile ‘beceremedikleri’, gücü ve güçsüzlükleri, Sürurî sayesinde tarihin kayıt hanesinde yerini alıyor…” Tarihin kayıt hanesi deyince, unutulmamalı ki Sürurî’nin düştüğü tüm tarihler birer belge niteliğinde. Onun düştüğü tarihler, 17741816 yılları arasındaki Osmanlı toplum yaşamına ilişkin çok önemli bir kaynak değeri taşıyor. Resmî tarihi allak bullak eden bir “şen tarihçi” Sürurî. GERÇEKLİK VE CİNSELLİK Sürurî’nin başyapıtı sayılan Hezliyyât’a gelince, Bingölçe, bu kitabın, kendisi gibi “kaba dil” araştırmaları yapan biri için atlanamayacak bir temel eser özelliği taşıdığını belirtmeden edemiyor: “Hezliyyât tam bir atasözü, deyim, argo ve küfür deposu. Sürurî eserinde divan edebiyatının klasik konularını bir yana bırakıp gerçek hayattan kişiler ve konularla gerçek yerler ve olayları anlatmış. Ulaşılmaz sevgili yok bu şiirlerde. Üstelik sevgili ahu gözlü, keman kaşlı, selvi boylu bir tuhaf yaratık da değil. Şaşı gözlü, kaşı yoluk ve de hatta köylü. (…) Nazlanıp gizem yaratmak için sekiz olmuyor bu sevgili, kaçıp durmuyor. Dudaklarını uzatıp âşığını öpmekten çekinmiyor. (…) Bu aşkta gerçeklik de var cinsellik de. Sürurî’nin Hezliyyât’ında gerçekte insanlar arasında görülen tüm cinsel ilişki formları bir bir zikrediliyor…” Biz bugün hâlâ tarih yazımına da, cinselliğin dile getirilmesine de köstek vurmaya çabalayaduralım, edebiyat ile edebi birbirine karıştıraduralım, Sürurî tarihin, cinselliğin ve şiirin alışılmış, yerleşik kalıplarını günümüzden çok önce yerle bir etmiş bir şair tarihçi. ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1006
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle