28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ş S on iki yıldır Şiirİstanbul Festivali’ne katılan İrlandalı şair Nuala Ni Dhomhnaill (Ni Honil okunur) 1952’de Lancashire’de doğdu. Dublin’de edebiyat öğrenimi gördü. Türkiye, Hollanda ve Almanya’da öğretmenlik yaptı. Şiirlerini yalnız İrlanda dilinde yazan şair hem kendi ülkesinde, hem de Amerika Birleşik Devletleri’ndeki üniversitelerde İrlanda Edebiyatı dersleri verdi. 1996’da İstanbul’da katıldığı bir çeviri seminerinde Türkçeye çevrilen şiirleri Denizkızı Hastanede başlığıyla Metis Yayınları tarafından yayımlandı. iir Atlası CEVAT ÇAPAN Nuala Ni Dhomhnaill/ Şiirler/ Çeviren: Cevat Çapan ‘temiz hava, bilgi, bilimin parlayan aydınlığıydı benim her zaman peşinden koştuğum’ ve soyadlarıyla çağıran kimseye karşılık vermezler. Çünkü böyle ölümcül bir çağrıya uymanın sonsuza kadar sürecek bir çağrı olacağı inancıyla susmakta kararlıdırlar. Hiçbiri, ne erkeği, ne dişisi, ayakları ateşe doğru gelecekse, bir sedire ya da divana uzanmaz. Ölünün sırtüstü yatırılmasına benzetirler bunu. Bir pazartesi günü evin içine bir taş getirilmesinden hoşlanmazlar. Bir çocuk getirecek olursa böyle bir taşı, onu o taşı evden çıkarmaya zorlarlar. Buna gerçekten karşı çıkarlar. Büyük gelgitte yükselen sular, çarpan dalgaların getirdiği kırık dökük öbür hurdalar, deniz kestaneleri gibi karaya vuran ve cumartesi ay çıktığında dorukta bırakılan sarsıcı sözcükler, “dolgun bacak, ince bel, kuş beyinli” gibi eski günleri çağrıştıran sözcükler. izlerini bırakır zihinlerinin kıyı duvarlarında. Suyla İlgili Bir Anı Bazen denizkızının kızı banyoda dişlerini fırçalarken kalın bir fırça ve karbonatla, sanki banyo suyla doluyormuş gibi gelir ona. Topuklarından ve ayak bileklerinden yukarı daha da yükselmeye başlar sular ve baldırlarından, kalçalarından beline kadar çıkar. Çok geçmeden de koltuk altlarına ulaşır. Islanan havluları, sabunlanma bezlerini ve sular altında kalan benzer şeyleri toplamak için suyun içine eğilir. Bunların hepsi de “denizkızı saçı”, “tilki kuyruğu” denilen koca kahverengi yosunlar gibi görünür gözüne. Aynı hızla sular çekilir ve birden kupkuru olur banyo. Korkunç bir sıkıntı asıl özelliğidir bu duyguların. Günün sonunda hiçbir şey kalmamıştır onunla karşılaştırabileceği. Aklında tek bir sözcük yoktur bunu anlatacak. Her haftaki terapi saatinde bu garip olayla ilgili o kadar çok şey vardır ki ruh doktoruna doğru dürüst anlatılması gereken. Oysa ne bildiği terimler, ne konuyla ilgili ayrıntılar, ne de en ufak bir ipucu vardır aklında suyun ne olduğunu açıklayacak. “Saydam bir sıvı”, der dilinin döndüğünce, “Tamam,” der doktor, “sonra”. Dil döker, doğru sözcüğü bulması için ona yardım eder. Denizkızı bir kez daha kendini dener. “İnce bir akıntı” diye tanımlar suyu, dikkatle arayarak doğru sözcüğü, “Parlak bir tabaka. Damlayan bir madde. Islak bir şey.” Denizkızı ve Birtakım Sözcükler Ne yaparsan yap, ama sakın “su”dan ya da denizi andıran bir şeyden söz etme “dalga”, “gelgit”, “okyanus”, “kükreyen deniz”, “derya”. Yaz ortasında her yerin don tuttuğunu düşünür hemen, aklına balığa çıkmak, tekneler, ığrıplar, ıstakoz sepetleri gelmeden. Elbette bilir bunların var olduğunu ve başkalarının bunlarla ilgisi olabileceğini. Sanır ki kulaklarını tıkayıp başını başka yöne döndürse, onlardan kurtulacak ve gecenin en karanlık saatinde bir daha duymayacaktır onunla kan bağı olduğunu ileri süren yosunla deniz atının azgın kişnemesini, bu yüzden, mışıl mışıl uyurken de tüyleri diken diken olmayacak ve ter içinde kalmayacaktır. Karada yeni bir sayfa açıp yaşamaya başladığı yeni hayatından önce su altındaki günlerini hatırlamasından fazla nefret ettiği bir şey yoktur. Herhangi bir zamanda onunla en ufak bir ilgisi olduğu toptan yadsır. “Hiç ilgilenmedim o eski boş inançlarla ve o eski geleneklerin herhangi biriyle. Temiz hava, bilgi, bilimin parlayan aydınlığıydı benim her zaman peşinden koştuğum.” Benim için fark etmezdi onun öyle ya da böyle düşünmesi, ama anladım ki, doğru değildi söyledikleri. Dublin Üniversite Koleji Halkbilim Bölümünde onun elinden çıkmış bir yazma var Kitaplık Koleksiyonunda, yosundan uzun bir tomara kalem diye bir tırpananın yüzgecini suya batırıp yazdığı. Bu yazmada on üç uzun masalla bölük pörçük başka parçalar, büyüler, eski dualar ve benzer şeyler bulabilirsiniz. Babasından ve ninesinden dinleyip yazmıştır bunların çoğunu. Kendisi kabul etmiyor bunun varlığını; etmesi gerekince de, “Bize öğretmen ev ödevi olarak verdiydi bunu çok eskiden, Devlet okulundayken. Yapmak zorundaydık. Kaçış yoktu bu ödevden.” Burnunun fena halde kanamasına bile razıydı, bu yazmada kendi parmağı olduğunu kabul etmektense. ? Kara Yaratıklarına Dönüştürülen Deniz Taifesi Daha şu çıplak kayanın üstüne çıkmamışlardı ki, kurumaya başladı üzerlerindeki pullar, bırakın günbatısı rüzgârını, meltemden bile kızarıp sızlamaya, diken diken olmaya başladı derileri. Su altında küçük prenslerle boğuşup şakalaştıkları için su altındaki ovalarda alışkın değillerdi bu rüzgârlara. Onlar için ayın ya da güneşin çarpması her bakımdan önemli bir sorundu aslında. Ay çarpınca morarırlar, güneş çarpınca, bitkin düşer sararırlardı. Zonaya yakalanırlar ya da bir çıban çıkarırlarsa, ırmağın karşı kıyısındaki düğünçiçeklerinin birkaç kökünden kaynatılmış bir ilaç çare olabilirdi dertlerine. Düğünçiçeği de suyun üstünde bir yerde hazırlanır, böylece küçük kurtların bunu duymaması sağlanır ve deriyle et arasındaki tabakalara girmesi önlenir. Bu otlardan yapılan lapa da zehiri söküp atar. Galsamalarını gizlemek için dişiler kalın gerdanlıklarla süslenir, erkeklerse kırmızı mendilleri yeğlerler. Doktorun söylediğine göre, çoğunda küçük dilleri yer değiştirir. Başlarındaki saçların uçları ya yolunmuştur ya da iyice yapışıp sertleşmiştir küçük dilleri yeniden şaklamadan önce. “Şaklama sesini duydunuz mu?” diye sorar onlara Doktor, ilaç etkisini gösterince. Onlarsa büsbütün unutmuşlardır dipteki anaforun başdöndürücü uğultusunu ve balinaların, derinlerde, ilahileri andıran şarkılarını. Zaman zaman rüzgârda aralıklı seslerini duyarlar bu şarkıların ve “Port na bPucai” derler onlara, kendi aralarında haç çıkarırlar bu sesleri duyunca. Fırlatır atarlar bu ezgiyi artıkların yığınına ya da gizlerler kesilmiş saçlarıyla tırnaklarını, göz doktorundan aldıkları damlayı, hiç kullanmadıkları gözlükleri sakladıkları çukurda. O melodinin nağmeleri içinden çıktıkları çamuru ve balçığı hatırlatan aybaşı bezleri, onları utandıran aybaşı kanı gibi tel tel dağılır. Güneş battı mı, onları adları CUMHURİYET KİTAP SAYI 1006 SAYFA 23 Nuala Ni Dhomhnaill
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle