Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
O kuduğum Kitaplar METİN CELÂL Firmin Firmin hızla okurken bir yandan da kitapçıdaki yaşamı izliyor, çevre sokakları, dükkânları tanımaya başlıyor, insanlarla ilişkiye geçmeye çabalıyor. Ama bu iletişim çabası, kitapevinin sahibi Norman’ın kendisini görüp zehirlemeye çalışmasında olduğu gibi ölümcül boyutlara varabiliyor. Neyse ki Firmin, okuma biliyor ve lezzetli birer yemek sandığı şeylerin birer fare zehiri olduğunu öğreniyor ve daha fazla yemeyerek ölümden dönüyor. Ona gerçek dostluğu gösterecek olan başarısız yazar Jerry Magoon’dur. Firmin kitapları okudukça entelektüelleşiyor. İnsanlarla ve diğer farelerle ilişki kurma çabası sırasında yaşadıkları entelektüel bir farenin yalnız bir fare olacağını öğretiyor ona. Bir hayat felsefesi oluşturuyor. Dünya kültür tarihinde Firmin soyadını taşıyan birçok felsefeci, bilim adamı, yazar ve sanatçı var. Sam Savage, Firmin’in adından başlayarak kitapta birçok felsefi ve edebi gönderme yapmış. Firmin’in okudukları ve yaşadıklarıyla felsefi ve edebi sorunları lafı uzatmadan tartışmış. Neşeli ve akıcı dili olan bir roman… Okumadan soğuyan yetişkinlere okuma keyfini yeniden aşılıyor. Sözünü ettiği kitapları ve yazarları merak ettiriyor. ALMADOVAR TEOREMİ İki sevgili arabayla giderken aniden yola fırlayan bir geyik, korkunç bir trafik kazası, kazada ölen bir sevgili, yok olan bir yüz genç matematikçinin hayatını tamamen değiştiriyor. Geçirdiği estetik ameliyatlar yeterli olmamıştır ve o artık insan içine çıkamayacak bir yüzle herkesten uzak yaşamaya başlar. Geçimini internet üzerinden matematik dersleri vererek sağlayan, belki de yaşadığı zorlukları, iç huzursuzluğunu yenmek için sık sık kent değiştiren Almadovar Teoremi’nin (Çev. Öncel Naldemirci, Sel yay.) anlatıcısı hayat hikâyesini yazmaya karar verir. Niyeti kendisini anlayacağını düşündüğü Almadovar’ın hikâyesini filme almasıdır. Almadovar’la haberleşir ve umduğu gibi ünlü yönetmen yüzü olmayan matematikçinin filmini yapmaya karar verir. Bu tanışma, anlatıcının hayatında önemli bir dönüm noktası da olacaktır. Almadovar onu genç transseksüel Lisa ile tanıştırır. Lisa, kahramanımızın yüzünün olmamasından iğrenmez ya da korkmaz, aksine ona sevgiyle yaklaşır. Toplumun dışına itilmiş bu ikili birbirlerine büyük bir aşkla tutulurlar. Anlatıcı cesaretlenip kendine bir maske edinir ve yavaş yavaş hayatın içine karışır. “Yüzün, şeklin, görünüşün her şey olduğu bir dünya” onu hayatın anlamı üzerinde düşündürecek ve Newton’un teoremlerini hatırlatacaktır. Kahramanımız hayatı Newton teoremleri ve matematik yardımıyla çözümlerken yepyeni bir hayat anlayışına, “Almadovar Teoremi”ne ulaşacaktır. Yazar Antoni Casas Ros da romandaki gibi hiç ortaya çıkmayan biriymiş. Bu bir pazarlama taktiği midir bilemiyorum ama bu tanıtım ve tabii kapaktaki Almadovar adının da sayesinde olsa gerek Almadovar Teoremi, 2008’de İspanya’da en iyi roman seçilmiş. Muriel Barbery Daniel Glattauer Cees Nooteboom Kitap okuyan bir fare Firmin, Sam Savage’in romanına hem adını vermiş hem de kahramanı (Çev. Kemal Küçükgedik, Özgür yay.) 1960’larda Boston’da Pembroke Books adlı bir kitabevinin kitaplardan geçilmeyen bodrumunda dünyaya gelmiş. On üç yavrulu bir ailenin son çocuğu. Çok zayıf. Kendisinden güçlü kardeşleri yüzünden anne sütü emmeyi başaramıyor ve karnını kitap sayfaları yiyerek doyuruyor. Kitapları yerken de okumayı öğreniyor. Kitapevindeki tüm kitapları okuyor ve entelektüel bir fare halini alıyor. Kitaplar ve yazarlar hakkında ilginç değerlendirmeler yapıyor. Sonunda kendi kitabını yazmaya başlıyor. Sam Savage KİRPİNİN ZARAFETİ Muriel Barbery’nin yazdığı Kirpinin Zarafeti (çev. Işık Ergüden, Turkuvaz Kit.) de Almadovar Teoremi’ne benzer bir başarıyı yakalamış. 2007’de Fransa’da en çok okunan kitaplar arasına girmiş 1.100.000 adet satmış. O da Firmin ve Almadovar Teoremi gibi edebiyatla felsefeyi buluşturan romanlardan. Daha doğrusu edebiyat aracılığıyla felsefe okutuyor bu kitaplar. Şeker kaplı ilaçlara benzetebiliriz onları. Romanın kahramanları müzik, resim ve felsefe meraklısı, Rus edebiyatı ve Japon sineması tutkunu elli dört yaşında sıra dışı bir kapıcı kadın Renee, hemen her konuda bilgili kibar bir Japon beyefendisi ve bir yıl sonra yaş gününde intihar etmeyi planlayan on iki yaşında, son derece zeki ve üstün yetenekli bir kız çocuğu olan Paloma. Aynı apartmanda yaşayan ve yolları hemen hiç kesişmeyen kız ve kapıcı kadın binada daire kiralayan Japon beyefendi aracılığıyla tanışıyorlar. Onların tanışmalarına kadar geçen sürede, küçük kızın ve kapıcı kadının bakış açılarından apartmanda yaşayan Fransız zenginlerinin yaşam biçimlerine şahit oluyoruz. Bu sırada Renee ve Paloma’nın günlükleri aracılığıyla bol bol felsefi çözümleme de okuyoruz. Zaman zaman felsefe dozunun arttığını söylemeliyim. Özellikle kapıcı kadının hayat felsefesi sayfalarca sürüyor ve yoruyor. Ama bu bile bizi romanın akışından kopartmıyor. Zaten Japon adamın gelişiyle roman daha da akıcılaşıyor. Bu üçlünün çeşitli biçimlerde bir araya gelmeleri ile roman iyice formunu buluyor. Özellikle kapıcı kadının apartman sakinlerinden kendini gizleme çabaları, onlar hakkındaki gözlemleri, Paloma’nın evde ve okulda yaşadıkları romanı iyice eğlenceli hale getiriyor. POYRAZA ÇARE Dijital çağın getirdiği yeni haberleşme yöntemleri edebiyatta da karşılığını buluyor. Elektronik postanın icadının hemen ertesinde bu haberleşme yöntemi ile yazışmalardan oluşan romanlar da yayımlanmaya başlamıştı. Onları sohbet odalarında geçenler, hatta sms mesajlarından oluşanlar izledi. Ama bu romanların çoğu fırsattan yararlanmak amacıyla yazılmış, çok satmayı hedefleyen kitaplardı. İnternet kullanımı yaygınlaştıkça gerçek yazarlar da bu haberleşme yöntemlerini kullanmaya, onlar aracılığıyla ilişkiler kurmaya başladılar. Böyle likle de gerçek anlamda dijital çağın gelişmeleri de edebiyat eserlerine girmeye başladı. Daniel Glattauer’in ‘Poyraza Çare’si de (çev. Sezer Duru. Kanat Kit.) elektronik posta mesajlarından oluşuyor. 2006 yılında yayımlanan roman aynı yıl Alman Kitap Ödülü’nü (Deutscher Buchpreis) kazanmış. Dijital gelişmeleri göz önüne alırsak biraz eskimiş bir haberleşme yöntemini kullanıyor diyebiliriz. Ama kitabın içeriği haberleşmenin yöntemini önemsizleştiriyor. Yanlış adrese yollanan bir mesaj, evli bir genç kadın ile yalnızlığını seven bir adam arasında yazışmalar yoluyla bir ilişki kurulmasını sağlıyor. Kadın ve erkeğin birbirlerini tanıma çabası sanal bir aşka doğru evrilirken modern toplumlarda yaşanan ilişkiler, çağdaş aile yapısı, aşk anlayışı, bireyin yalnızlığı gibi sorunlar da tartışılmış, konuşulmuş oluyor. Daniel Glattauer’in alaycı ve akıcı bir anlatımı var. Elektronik postanın kendine has yapısını da iyi kullanmış. MOKUSEİ Cees Nooteboom, günümüz dünya edebiyatının önemli isimlerinden. Daha çok gezi edebiyatına yaptığı katkı ile tanıyoruz. Zaten Türkçeye çok kitabı çevrilmedi. Mokusei (Çev. Şemsa Yeğin, Sel yay.) 69 sayfalık kısa bir anlatı, uzun bir hikâye ya da novella olarak tanımlanabilir. Kitabın arka kapağında yazdığı gibi; “Hollandalı fotoğrafçı Arnold Pessers resim çekmek için Tokyo’ya gider. Kendisine poz vermesi için seçtiği Japon modelle tutkulu bir aşk yaşar. Batılı adam ile Japon genç kızın sıradan aşkından öteye taşınır ilişkileri. Pessers, güzel kokulu bir Japon çiçeğinin adı olan Mokusei diye seslendiği sevgilisiyle yaşadıklarının ışığında mekân, fotoğraf, dil, doğa, Batı, Doğu, sanat ve felsefeye farklı bir pencereden bakmaya başlar.” Hollandalı fotoğrafçının bakış açısından Japon kültürüne yaklaşmaya, o kültürü tanımaya çalışırken uzaktan her bakışın yüzeysel kalacağını anlarız. Arnold Pessers’in Japonya uzmanı Belçikalı arkadaşı De Goede ile konuştukları, De Goede’nin gönüllü bir rehber gibi Japon kültürü ve sanatı hakkında verdiği sırlar Arnold Pessers’in aşkına ne kadar katkıda bulunur, ilişkisini kolaylaştırır bilemeyiz ama biz okurlara birçok önemli bilgi aktardığı kesin. Ancak altı ayda bir buluşabilen iki sevgilinin arasında mesafe aslında Doğu ve Batı’nın düşünce yapıları arasındaki uzaklığı da simgeliyor sanırım. İki farklı uygarlık nasıl birbirini anlayıp buluşamıyorsa aşk ilişkisi de mutlu sonla noktalanamıyor. Mokusei Hollanda’ya gitmeyi kabul etmiyor, Arnold da işini bırakamıyor ve çaresiz ayrılıyorlar. ? Antoni Casas Ros SAYFA 12 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1006