28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ şamasından ve ölüme gözleri açık gitmesinden ibaret olan Doğu öğretilerinden esinlenmiş bir bilgeliği paylaşır. Toplumsal konular ve doğayla ilgili girişimleri Le Monde’da yayımladığı bir makaleyle başlar. Hayvanların katledilmesini protesto eden kampanyalara katılır. Sloganı “size yapılmasını istemediğiniz bir şeyi siz de başkasına yapmayın”dır. İnsan kendisi için dilediği iyilikleri başkası için de dilemelidir. Doğaya zarar verecek her şeye karşı çıkar: “Nükleer santrallara ve doğal ortamı katleden barajlara hayır, sahip olmanın insana baskın çıktığı bir uygarlıkta körü körüne çıkara bağlı külte hayır, hayvan türlerini, bitki örtüsünü, sanat yapıtlarını yok eden hava kirliliğine hayır ve hatta gerekiyorsa Concorde’a da hayır”. Ormanları katledenleri kınar; “bir tutam otun” bile değeri vardır. ğu gibi kabul etmektir”. İstendiğinde, hayvanlar, bitkiler ya da taşlar dost olabilirler ve o zaman karşılıklılık farklıdır: Hayvanlar bizi, çok sayıda dostumuzunkinden farklı olmayan sevgi dolu bir bencillikle severler; bizi (bu çok doğaldır) kendilerine verdiklerimizden dolayı severler. Bitkiler de bu karşılıklılığı uygular; kendilerine özen gösterdiğimiz için büyüyerek ve çiçek açarak bize kendi tarzlarında teşekkür ederler”. ÖZGÜRLÜK, PARA VE FEMİNİZM Çağımız insanı özgür değildir. Çünkü iyi yaşamayı bilmez, üstelik köleleştirilmiştir. “Kışın ocağının başında oturarak ve zaman zaman küllere tükürerek, bıçağıyla bir tahta kaşık yontan çiftçinin boş zamanı vardı. Televizyonun sloganlarına karşı koyma yeteneği olmayan günümüz insanından daha özgürdü”. Paradan söz etmek her zaman sıkar Marguerite Yourcenar’ı. Zaman zaman az, zaman zaman da çok, özgürce, para harcar. Özgürce para harcamasının kendisine bir yaşam deneyimi kazandırdığını vurgular. Marguerite Yourcenar, feminizmi döneminde sunulduğu şekliyle kabul etmez. Feministlerin “nesnekadınlar” topluluğunu kabul etmelerini ve modayı şıklıkla karıştırmalarını bir türlü anlayamaz. Saldırganlıkla bir yerlere varılamayacağının bilincindedir. Kadının, “çocuk, kentbilim, çevre, hayvanlar, savaş” konularındaki her başarısı aynı zamanda feminizmin başarısı olacaktır. Kadın güçlüdür, kadına güveni tamdır. Kadının sürekli olarak günlük yaşamın içinde olmasının çok büyük avantajları vardır. Eylem kadınlarından etkilenir. YAZAR VE ÇEVİRMEN OLMAK Virginia Woolf, James, Hortense Flexner ve Cavafy’den çeviriler yapar. Onu en çok etkileyen anonim yazarlardan yaptığı negro sprituals çevirileridir. Çünkü onlar “insan ırkının köklü birliğini” ifade ederler. Acıyı, ölümü, acımayı, dinsel esrimeyi ve yine yerli dine kabul törenlerinin uzak anılarını dile getirirler. Negro sprituals’lerde “ses özgürce fısıltıdan çığlığa ve mırıldanmadan yakınmaya dönüşür; ses emekler ya da kontrolsüzce yükselir”. Negro sprituals’lerdeki siyah sesin gücünü aktarmakta güçlük çektiğini yadsımaz. Marguerite Yourcenar’ın gözünde roman yazmak ekmek yapmaya benzer. YALNIZLIK VE ÖLÜM Marguerite Yourcenar’a göre “İnsan yalnızdır, doğduğunda yalnızdır, ölüm karşısında yalnızdır; hastalıkta yalnızdır; işte yalnızdır”. Yaşadığı küçük evde çok sayıda ziyaretçisi vardır. Kendisini yalnız duyumsadığı anlar olsa da, asla tamamen yalnız değildir. Düşüncelerle ya da belleğinden doğmuş varlıklarla, yani kişileriyle çevrelenmiştir. Yalnızlık konusundaki düşüncelerini şöyle dile getirir: “İnsan topluluklarının dağılmasından, bireyler, ortamlar ve sınıflar arasına haksız yere konulmuş engellerden, araştırmayacağımız her tür uzlaşımdan, büyük örgenlenmelerin oynadığı kötü rolden kaynaklanan çok sayıda nedenden dolayı insanlar yalnızdır. Çok sayıda hemşire bana büyük bir hastanede, orta büyüklükteki bir hastanedekinden çok daha yalnız olduklarını söylediler. Zorunlu yalnızlık türü, bu bana büyük kıyalarımızdan biri gibi geliyor. Her birimiz kollarımızı uzatmalıyız ve aynı zamanda da insanları asla engellememeliyiz. Ancak belki de, yalnız olmamayı başarmak için yalnızlığı da sevmek gerekir”. Yokluğaölümebağlı yalnızlık konusunda da düşünceleri vardır: “Bu yokluk doğaötesi bir felakettir. Gidiş”ölüm sözcüğünü, “yokluk” sözcüğünü nasıl anlamalı? Güçlü yaşam, neredeyse olağanüstü bir biçimde, sıklıkla gidenin yerini doldurmasına karşın, bu kuşkusuz asla avunç bulmayan bir duygudur.” DOSTLUK Dostluk ve saygı Marguerite Yourcenar için çok önemlidir. Sekreterinin ailesindeki bir hasta sanki kendi yakınıymış gibi onu endişelendirir; temizlikçi kadınına bir kız kardeşe duyumsanabilecek sevgi ve saygı besler. İnsanlarla çok sık bir arada olduğumuzda, asla yalnızlık denen şeyle karşılaşmayız. Montherlant’ın bir kitabından dostlukla ilgili olarak verdiği örnek dikkat çekicidir. Bir genç kızın kedisine ad vermemesi herkesi şaşırtır: ”Onu nasıl çağırıyorsunuz? diye sorarlar. Onu çağırmıyorum; istediğinde kendisi geliyor” diye yanıtlar genç kız. İşte Marguerite Yourcenar’ın dostları da sıklıkla rastlantıların en büyüğüyle gelirler. “Her gerçek dostluk sürekli bir kazanımdır. Yirmi beş yıllık bir aradan sonra bile, hiçbir şey değişmemiş gibi kucaklaşılır. Dostluk, eşlik ettiği sevgi gibi, aşağı yukarı başarılı bir dans figürü kadar hüner gerektirir. Çok hamle yapmak, çok ölçülü olmak, karşılıklı çok konuşmak ve sessiz kalmak gerekir. Özellikle de çok saygı gerekir. Saygı ise bir varlığı oldu Ekmek tarifinin doğaya göre çeşitlendirilmesi, elde bulunan malzemelere göre değiştirilmesi gerekir.“Ekmek asla iki kez aynı olmaz. Başarısız olunan durumlar da vardır. Kışın, örneğin, soğuk havada, mutfağı bir fırın gibi ısıtmadıkça, ekmeğin kabartılmasında çok güçlük çekilir”. Ekmeğin güzel olacağından asla emin olunmaz. Tıpkı yazıdakileri anımsatan aşamalar vardır. Başlangıçta, şekilsiz bir şey parmaklarınıza yapışır: Bu bir bulamaçtır. Daha sonra, bu bulamaç gitgide katılaşır. Sonunda da, esnekleştiği bir an vardır. Nihayet, mayasının işe koyulduğu duyumsanır: Hamur canlıdır. Artık yalnızca dinlenmeye bırakılmalıdır. Ancak, bu bir kitapsa, çalışma on yıl sürecektir”. Başarısızlık duygusuna kapıldığında yapıtlarını yeniden yazar. Başarısız bir yapıttan kurtulmanın en kesin yolu, onu ortadan kaldırmaktır. Yapıtın olgunlaşmadığını ya da bilmediği çok şey olduğunu duyumsadığında beklemeyi bilir. Nasıl yazdığını şöyle açıklar: “Yazarlık mesleği bir sanattır ya da daha çok bir zanaatçılıktır ve yöntem biraz da koşullara bağlıdır. Zaman zaman, bir top kâğıt alırım ve dörtbeş günün sonunda ne yazık ki okunmaz hale gelen, adeta çiçekler gibi pörsüyen bir yazının metnini çiziktiririm. Dosdoğru daktiloma gittiğim ve bir ilk değişke yazdığım da olur. Her iki durumda da, her tümce için, elimden geleni yaparım; daha sonra karalama yazarım ve tercih ettiğimi seçerim. Her zaman olmasa da makas ve yapıştırıcıyla da çalışırım (…) Üçüncü ve dördüncü düzeltmede, kalemle silahlanmış olarak, aşağı yukarı çoktan temiz bir görünüme sahip metnimi yeniden okurum ve silinebilecek her şeyi, bana işe yaramaz görünen her şeyi silerim. İşte o zaman zafer benim. Sayfaların altına yazarım: Yedi sözcük silinir, on sözcük silinir. Çok sevinirim, gereksiz olanı sildim”. Söyleyebileceği her şeyi söylediğinde, kitabın tamamlandığı duygusuna kapıldığında biter işi: “Yoğurma işlemine son vermek gerektiğinin duyumsandığı bir an vardır. O zaman bir hayranlık duyumsanır ben bunu zaten yalnızca kitaplar için değil, her şey için duyumsarım bu, yapılan şeyi yapmayı başarmış olmanın, bir kenara çekilmenin, sona ulaşmanın hoşnutluğu ve şaşkınlığıdır”. Çevirmenlik de Marguerite Yourcenar için ciddi bir sorumluluktur. Bir başkasının yapıtında yer alan her şeyi aktarmayı tam olarak başaramayacağının bilincindedir. Çevirmeni valizini hazırlayan birine benzetir. “Valiz önünde açıktır, valize bir şey koyar, daha sonra kendi kendine bir başka şeyin belki daha yararlı olacağını söyler, o zaman bir öncekini çıkarır ancak sonra yeniden yerine koyar, çünkü düşünce bir kez oluştuğunda ondan vazgeçilemez. Çeviri sanatı hiçbir şeyin kaybolmasına izin vermemektir. Gerçekte, her zaman çevirinin hafifçe ortaya çıkmaya izin vermediği şeyler vardır. O halde asla gerçekten tatmin olunmaz”. Bilinçli bir çevirmen olarak The Waves (Les Marguerite Yourcenar’a göre “İnsan yalnızdır, doğduğunda yalnızdır, ölüm karşısında yalnızdır; hastalıkta yalnızdır; işte yalnızdır”. Yaşadığı küçük evde çok sayıda ziyaretçisi vardır. Kendisini yalnız duyumsadığı anlar olsa da, asla tamamen yalnız değildir. Düşüncelerle ya da belleğinden doğmuş varlıklarla, yani kişileriyle çevrelenmiştir. vagues)’ı çevirmeden önce Virginia Wolf’u görmeye gider. Aldığı yanıt onu şaşırtır: “İstediğinizi yapın!”. Kendi kitaplarının çevirisi söz konusu olduğunda, yapabildiği ölçüde her şeyi sonuna kadar izler. Çeviri İtalyanca, İspanyolca ya da İngilizceyse, en küçük hata düşüncesi bile onu çılgına çevirmeye yeter. Japonca ya da İbraniceyse çevirmene güvenmekten başka çaresi yoktur. BUDİZM VE MARGUERİTE YOURCENAR Marguerite Yourcenar’ın düşüncelerinde Budizmin etkisi açıkça duyumsanır. İnsan ölürken gözlerini açık tutmalıdır. Ölümü yaşamın yüce şekli olarak kabul eden Marguerite Yourcenar, yavaş yavaş ölmek ister. Ölüm tam olarak gerçekleşmelidir, insan bilerek ölmelidir. Ölüm bir deneyimdir. Bu son deneyimison geçişiinsan gözleri açık yaşamalıdır. “İnsan ölümünü dostça düşünmelidir”. Boğulma tehlikesi atlattıktan sonra, yaşama geri döndürülen bir dostu, Margueritre Yourcenar’a insanın tüm yaşamının gözünün önünden hızlı bir şekilde geçmesiyle ilgili popüler inancın doğru olduğunu söyler. Peki, Marguerite Yourcenar, son anda neleri yeniden görmek ister; işte bu soruya yanıtı: “Belki, baharda, MontNoir’ın sümbüllerini ya da Connecticut’un menekşelerini, Midi bölgesindeki bir bahçede, babamın dallara özenle astığı portakalları, İsviçre’de güllerle dolu bir mezarlığı, kar altında, beyaz kayın ağaçları arasında bir başkası ve yerlerini bile bilmediğim daha niceleri, ne de olsa bunun önemi yok. Dünyanın başlangıcından bu yana devam eden deniz sesiyle, Flandre’da olduğu kadar, daha sonra Virjinya’nın bariyeradalarında bulunan kumulları, Haydn’in bir ariettasını tatlı tatlı çalan ve ölümünden bir saat önce, dokunuşların ve sözlerin artık ona ulaşmadığı anda, Grace’ın yanı başında çaldığım İsviçre’den alınmış sade küçük müzik kutusunu, ya da yine nisan ayında, suyun indiği ve bir kaynak gürültüsüyle fışkırdığı MontsDéserts kayaları üzerindeki uzun soğuk akıntıları. Güneşin batışında Sounion burnu; öğleyin Olympie; Delphes yolunda, bir yabancıya katırlarının çıngıraklarını karşılık beklemeden sunan köylüler, dağda yaya gece yürüyüşünün ardından, Eubée’nin bir köyünde, İsa’nın yeniden dirilme ayini, atla, o zaman ıssız, taşlı ve kekik kokan patikalardan geçerek, sabahleyin Ségeste’te ulaşma, güneşsiz bir öğlenden sonra, Versaille’da bir gezinti ya da otların kapladığı bir kazı alanının ortasına uzanmış olarak, Romalı ölülerin kemikleri gibi, kımıldamadan kendimi yağmura bıraktığım Corbridge’de, Northumberland’daki o gün; André Embiricos ile birlikte Anadolu’nun bir köyünde topladığımız kediler, karda, “melek oyunu”, kehanetlerle dolu yıldızlar altında, Trol’daki bir tepenin üzerinden kızakla çılgın iniş. Ya da yine, çoktan anı olmaya yüz tutmuş daha yakın dönemlerden, Tropiklerin yer yer yağla kirlenmiş yeşil denizi, Arctique’e doğru yola çıkmış vahşi leyleklerin üçgen uçuşu (…)” Marguerite Yourcenar, tüm bu güzellikleri yeniden görebilmek için, ölüme gözleri açık gitmek isterken haksız olmasa gerek…Yazarın bu söyleşide okurla paylaştığı her şey, her sözcükte, Açık Gözler’in anlamını daha da derinleştiriyor. ? Açık Gözler/ Marguerite Yourcenar/ Çeviren: Ayten Er/ Doruk Yayımcılık/ 392 s. SAYFA 19 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1006
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle