02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Altı”nda bir yandan bu motifleri ustaca kullanıyor, bir yandan da uzun yıllardan beri yaşadığınız İstanbul’a “adınızı içeriye almadığını” düşünerek, kafa tutuyorsunuz... ‘Beslenmenin’ sanat için ne denli önemli olduğunu az önce vurgulamıştım. Şiirimi besleyen ana damarlardan birisi doğduğum, büyüdüğüm yer olan Malatya. Daha önce konuştuğumuz gibi; masallar, maniler, türküler, inanışlar, farklı etnik gruptan insanların yan yana yaşayışı, doğa, gelenek ve görenekler… Farklı bir dünyadan bambaşka bir kültürü barındıran İstanbul’a göç… “Yedi İklim Dört MevsimTürkiye Destanı” adlı kitabımda göç olgusu üzerinde epey durmuştum. İkisi de çok eski, ikisiyle ilgili olarak çok şey yazıldı, ama benim hâlâ “gül” ve “göç” ile sorunum var… “Tüm insanların sokağında/ ölüm ve aşk/ aynı renkle dolaşsa” da her zaman bir göçer olmanın hüznünü yaşadım. “Yüzümde İstanbul’a aykırı bir şey/ yavrusunu emzirmeyen analar gibi/ itiyor elinin tersiyle gerisin geri/ saçlarımın kokusu bu kente esmer/ ve kadınlığım dik duruyor yollarına” dizelerimdeki gibi; veya “ömrüm bu kente teyel/ yaprak düşse kuşkularım, kışlarım/ çekilse bir hece adımdan/ ne han ne yalı ne umman/ insansız kentlerin kentsiz insanıyım/ pencereden sokaklara bakarken” dizelerindeki gibi; yerine sığmayan, kendisini yabancılayan bir şair var. “Sen İstanbul’a Aldırma” da: “O gün müydü kendime bir isyan aldım/ taş yerine şiir aldım, bindim tramvaya/ moda şarkılar söyledim/üvey baktım denize/orayla bura arasında parçalandım” dizeleri, İstanbul’a kafa tutarken bile, şiire dönüştürecek kadar sevdiğimi gösterir. Gerek doğup büyüdüğüm Anadolu, gerek İstanbul şiirlerimin beslendiği kentler. Türkiye insanını yakından tanıyışım dilimi, bakışımı zenginleştirdi, renklendirdi. Kültür içinde kültürleri, dil içinde dilleri böyle tanıdım… İNSANI, İNSANA ÇAĞRI... Hayat adımlanıyor sayfa sayfa dizelerde, geleceğe yürüyor… Şiirlerinizden karışık alıntılarla devam edersek; bir duvarı itiyoruz, içimizde bir celali bekliyor, yontudaki ışığı, rahimdeki nefesi sorguluyoruz, hayat bulaşıyor, bazı lekeleri siliyor zaman bazıları kalıyor, içimizin delisi uyanıyor, gül saatlerine yolculuk yapıyoruz, rüzgâr denizi buruşturup ütülerken komşuya bomba yağıyor, dönmeyi ezberlemiş dünyadan utanıyoruz…Yaşıyoruz kısacası. Kitabınız “Bahar Lekesi, Sudaki Zaman ve Sen İstanbul’a Aldırma” başlıklı üç bölümden oluşuyor. Genel izlek… Şiirlerimin ana teması insan. Türlü inanışta, farklı cinslerde, değişik ırklarda, ayrı yaşlarda insan…Belki de söylemlerimi isyankâr kılan şey: ‘İnsan’ın bu çağda, hâlâ beklenilen yerde yaşayamaması, savaşların hızlanarak dünyaya yayılması, paranın her şeyi yakıp yıkarak tek etkin güç haline dönüşmesi, tarihin bugünlere getirdiği insan soyunun yozlaşması, insana özgü değerlerin yok olması… “Öldürülmüş Irmaklar” şiirinde “al çocuk ayaklarımı şurada sakla/ korkuyorum/ üstüme yıkılıyor sokaklar” dediğim gibi; doğanın tükenişi öfkemi artırırken, dilimi de sivriltiyor olmalı… Şiirlerim sevimli, uysal ve eğlendirici olmadıkları gibi rahatsız edici olabilir. Ayrıca söylemdeki özgürlük nedeniyle deliliğe komşudur. Silinmekten, yontul ¥ ziniz (iyi ki de öyle)…“Dil maktan incelmiş, rengini, kokusunu yitirerek uçucu hale gelmiş dizeler şiirimde barınmaz. Seçimlerim temizlikten, rahatlıktan, durandan yana olmadı, tam tersine içinde sabırsız bir at eşinip durdu, yedeğinde fırtınayı sakladı.. Hayatın yerine oturmamışlığı ile ilgili bir durum bu. Kendimden başlayarak ulaştığım, toplumun her yanındaki sıkıştırılmaya başkaldırı… Ana temalarımdan biri olan ‘aşk’ bile, sevgiye şefkate eğilimli olmaktan çok, meydan okuyucudur... Aşk farklı kimliklerde ve görüntülerde yolculuğunu sürdürür, özellikle kadındaki saklı ve yasaklı biçimiyle dile düşer! “DİLİN BAĞI ÇÖZÜLDÜ ARTIK...” Diyorsunuz ki “Şiirlerim temiz ve uysal olmadıkları gibi; bir sokak çocuğu kadar kirli ve günaha yakındır. Asiliği aşka, ekmeğe ve sevgiye kadar sürer, sonrası…” Bu sonrasını anlatır mısınız? Evet, Türkçenin tüm olanaklarını şiirlerimde kullanırım. Bağlaçlar, ulamalar, yineleme ve pekiştirmeler. Tema olarak da işlenmemişe, söylenmemiş yöneldiğim biliniyor…Özellikle tel ör Kalender’in şiirlerinin ana teması insan. Türlü inanışta, farklı cinslerde, değişik ırklarda, ayrı yaşlarda insan… güleri aşmak, mayınlı bölgelerde dolaşmak daha çekici geliyor bana. Yıkılmaya yüz tutmuş konaklarda sabahladığım da oluyor, penceresi sardunyalı konduda korkuyla uyuduğum da… “Anasından başka/ fırtına tanımayan cenin/bir balık edinir soluğuna/kanın şerrinden/ korunmak için sığındığı su/akar bir toprağı uzun/ solur havayı kısa” dediğim “Sorguda” daki cenin yolculuğu benimkisi. Bazen: “Bir celali bekliyor içerimde/ bazen erkek oluyorum, ah! ekmek ne zor/ aklım olsa ot olurdum, göllerde saz/ bir sincap bile cevizini koruyor/aşka güvendik aşka güvendik/ her gün iki kanat bırakırdı kapıya/ adımın harflerinden kırmızılar sarkıyor…gülün gürültüsü bu” diyorum, bazen de: “Bir duvarı itip duruyorum/ kımıldıyor kımıldıyor da/ ne geri iki santim/ ne ileri bir metre”… Açlık, yoksulluk yoksa, aşk ve sevgi varsa… Daha ne olsun?… Bundan sonra ne savaşlar olur, ne de sarılmayan yara kalır. Tüm zamanlarda ekmek ve sevda için kavga edilmedi mi?... Var mı yeni delilikler, yeni şiir kitapları yolda? Sevgili Gamze, “Kuşlar Geçiyor” adlı çocuk şiirleri ile, çevirdiğim Alman kadın şairler seçkisi yakında yayımlanmış olacak. Dur bakalım! “Dil Altı”ndakileri daha yeni dil üstüne çıkartmaya başladık, dilin bağı çözüldü artık… [email protected] “Dil Altı” / Arife Kalender/ Cem Yayınevi/ 72 s. SAYFA 11 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1006
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle