23 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kitaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Tiyatromuzun çalışırken çarpan yürekleri... zmit’te gerçekleştirilen “Ulusal Oyun Yazarlığı Sempozyumu”ndan kimlerin ne kadar haberi oldu? Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ile OYÇED’in (Oyun Yazarları ve Çevirmenleri Derneği) işbirliğiyle, dönem başkanı Sema Göktaş’la Yönetim Kurulu sayman üyesi Erbil Göktaş’ın, Yeni Tiyatro dergisinin çabasıyla, onlarca tiyatro yazarının, bilimcisinin, bu arada elbette tiyatrocuların katkısıyla, öte yandan nice gönüllüyle, ille de Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü Dramatik Yazarlık Anasanat Dalı öğrencilerinin koşuşturmasıyla gerçekleştirilen bir etkinlik… İ Bilen biliyor; tiyatro, çalışkan yüreklerin elleri üzerinde yükseliyor. Geçenlerde OYÇED’in Genel Kurulu’na katılıp da arkadaşlarımın yürüttüğü çalışmalara, Sema Göktaş’tan sonra bir kez daha dernek yönetimine seçilen öncü, kurucu başkan Hasan Erkek’e baktığımda daha bir pekiştiğini söyleyebilirim bu kanımın. Hasan Erkek tiyatro bilimcisi, oyun yazarı, tamam, ama dursuz duraksız tiyatro eylemcisi aynı zamanda… Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nın, belki de ülkemizdeki güzel sanatlar fakültelerinin en genç tiyatro profesörü… Erkek’in bilimsel kariyerinin temelinde oyunanlatı kavramıyla buna dayalı yaklaşımlar dizgesinin önemli payı bulunmalı. Çünkü yüksek lisansından doktorasına, doçentliğine bilimsel tezlerinin tümünde “oyun” odaklı çalışmayı temele almış görünüyor o. “Oyun yazarlığı” sorunsalının her cephesinde kuramdan eyleme yoğun koşuşturma içinde oluşu da bundan kaynaklanıyor olabilir Hasan’ın, kim bilir. OYUN SANATI MI, ANLATI SANATI MI?.. Hasan Erkek, azımsanmayacak sayıda oyun, radyo oyunu verimlemiş bir yazar. Bunların henüz tümü yayımlanmış değil belki, ancak yayımlananlar da az değil doğrusu. MitosBoyut tarafından 2007’de yayımlanan son ikisinin adını anmakla yetineyim şimdilik şuracıkta: Eşik, Kutsal Döngü. Eşik’in, Ankara Devlet Tiyatrosu tarafından mevsim başından bu yana sergilendiğini de ekleyeyim. Ama ben bunlardan değil, yukarıda değindiğim alana özgülediği, Kültür Bakanlığı’nca yayımlanmış farklı iki yapıtından söz açmak istiyorum bu yazıda: Oyun İçinde Oyun (1999), Oyun İçinde Anlatı (2001). İkizil bir çalışmanın yetkin örnekleri olarak da alınabilir andığım kitaplar… Bilebildiğimce söz konusu alana özgülenmiş kitaplar olarak çarpıcı bir konum sergiliyor. Türkçe kadar yabancı dillerdeki oyunlardan örnekler vererek de oyun içinde oyun ya da anlatı kurgulama tekniğini, bunun oyun yazarları tarafından kullanımını, söz konusu tekniğin oyunlara kazandırdığı işlevi ayrıntılarıyla inceleyip vargılara ulaşıyor Erkek. Bu doğrultuda ilk kitabı için elli SAYFA 20 dolayında, ikincisinde yüzü aşkın oyunu örnekliyor. “Oyun içinde oyun” teriminden neyi anlamak gerekiyor? Hasan Erkek, şu açılımı getiriyor konuyla ilgili: “…Bir oyun yazarlığı tekniği olarak ele alınan oyun içinde oyun kavramı birbirinden farklı biçimlerde karşımıza çıkmaktadır. İncelenen oyunlardaki ortak noktalardan hareketle bir oyunun kurgulamasını oyun içinde oyun olarak niteleyebilmemiz için dört ana ölçüt dikkate alınmıştır: Bunlardan biri; oyun içinde kimliği belirlenmiş en az bir oyun kişisinin kendi kimliği dışında bir kimliğe, kılığa bürünmesi, ikincisi; en az bir oyun kişisinin oyun içinde seyirci konumuna düşmesi, üçüncüsü; sahne oyunu içinde yer alan bazı sahnelerin ayrı bir yapı ve üslup taşıması; dördüncüsü ise; sahne oyunu içinde kuralları ve yapısı farklı, bütünlüklü bir oyuna yer verilmesidir. Herhangi bir sahne oyununda bu özelliklerden en az birinin bulunması bile oyunun kurgulamasını oyun içinde oyun olarak nitelememize yetecektir.” (s. 3) Bu tekniğin bize yabancı olmadığını da vurguluyor Hasan: “…Oyun içinde oyun uygulamasının, dünya tiyatrosunda sıkça kullanıldığını gördük. Bizim tiyatromuzda ise, gerek geleneksel gerekse çağdaş oyunlarımızda, bu kurgulama yöntemine özelikle başvurulduğunu fark ettik. Ayrıca seyircimiz de, geleneksel tiyatrodan gelen, tiyatronun oyunsu özelliğinin öne çıkarılmasını benimsemiştir.” Hasan Erkek, “oyun içinde oyun” tekniğine yönelik incelemeye girişirken alana özgü terimler için açılımlar getiriyor ilkin, sonra da odağa aldığı konu bağlamında “oyun içinde oyun” tekniğine çeşitli açılardan farklı boyutlarda yaklaşmaya çabalıyor. Özellikle genç oyun yazarları onun, “oyun içinde oyun kurgusunun işlevleri nelerdir?”, “bu kurgulama yöntemi kullanılmamış olsaydı oyun yapısından, etkisinden ne kaybederdi?” (s. 6) vb. türünden sorulara karşı arayışlarını, getirdiği yanıtları, yazarlıklarında yol alabilmek, kendilerini geliştirebilmek için başucu kaynağı olarak kullanabilir herhalde. Ne var ki “oyun”, tehlikeli bir alan yine de… Yanılsama aracı olabildiği gibi yanılsamayı “kıran”, “şaşırtma veren”, sonuçta “yadırgatan” yanıyla göstermeci özellikte niteliğe de bürünebiliyor göz açıp kapayana dek. Ayrıca bu teknikle ilgili olarak “oyunun oyunsu tadını artır(ması)” olgusu (s. 44) üzerinde de durulabilir. Kazandırdığı “tiyatrosallık”, “olayı geliştirici yan”, “akıcı ritim”, “eğlendirici öğe” vb. de çok önem taşıyor kuşkusuz. Yoğun emekli incelemenin sonunda “her oyun içinde oyun kurgulamasının ayrı bir işlevi” bulunduğunu söylemek olanaklı hale geliyor artık. Nitekim şu düşünce bir özdeyiş gibi de alınabilir oyun yazarlığında: “Oyun içinde oyun kurgulamasının en temel işlevi, öncelikle yazmada, dile getirmede sağladığı olanaklardır.” “…Önemli işlevlerinden biri de sağladığı görsel zenginliktir.” (s. 196, 197) Oyun İçinde Oyun’a “Önsöz” yazan Sevda Şener şöyle diyor: “Bu çalışma ile Hasan Erkek, hem yazarlarımızın başlangıçtan beri bu tekniği Hasan Erkek tiyatro bilimcisi, oyun yazarı, tamam, ama dursuz duraksız tiyatro eylemcisi aynı zamanda… Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nın, belki de ülkemizdeki güzel sanatlar fakültelerinin en genç tiyatro profesörü… nasıl ustalıkla kullanmış olduklarını gösteren bir inceleme yapmış, hem de oyun yazımında ustalaşmak isteyenlere, başarılı etkisi dünya tiyatrosunda kanıtlanmış olan bir yöntemi tanıtmış oluyor.” Buna katılmamak olanaksız. BİRBİRİNDEN ÇIKAN İKİ TREN: OYUNANLATI... Yukarıda ikizil çalışmalar olduğunu vurguladım kitapların. Tiyatro oyunlarında başvurulan iki temel öğe olarak eyleme, oyun içinde oyunun; söze de oyun içinde anlatının karşılık geldiği düşünülebilir çünkü. Hasan Erkek’in, ilk yapıttan sonra Oyun İçinde Anlatı ile bu kez oyunla anlatı arasındaki sarmal ilişkiye yöneldiği söylenebilir. Pek çok bilimci yazarda rastlamadığım zenginlikte “sözcelem”, “söyleşim”, “alımlama” vb. sözcüklere, kavramlara dayalı kurulduğunu ekleyeyim söz konusu yapıtın. “Birkaç Söz”de sorunsalı şöyle koyuyor bilimci yazar: “Tiyatro oyunları içinde anlatılara yer vermek genellikle yazarın zaafı ya da yetersizliği olarak değerlendirilmiştir. Daha çok bir acemilik göstergesi olarak görülmüştür. Bazı yazarların oyunları için yapılan bu değerlendirmelerde haklılık payı olmakla birlikte oyun içinde yer verilmiş bütün anlatıların yersiz, gereksiz ve işlevsiz olduğunu söylemek kolay değildir. Tiyatro geleneği içinde kendilerine önemli yer edinmiş olan birçok oyunda anlatılara yer verilmiş olduğu görülmektedir…/ “Birbirinden farklı iki sanat olan oyun (dram) ve anlatı arasında organik bir bağ var mıdır?… Bu farklı iki sanat nasıl bir araya gelebilmektedir?… Oyun içinde anlatılara nasıl yer verilmektedir?…” Erkek bu arada, “hemen hemen bütün halkların, tiyatro oyunlarında anlatılara yer verilmiş olması”nı, “tezini güçlendiren bir etken” olduğunu vurgulamaktan geri durmuyor. Tür olarak oyun, Hasan Erkek’in çerçevelediği biçimde “anlatı”yı ne ölçüde gereksinir gerçekten? Oyunun gereksindiği bu anlatı, ne türden bir anlatıdır, kendini ne türden, ne cinsten bir “şey” olarak koyar? Oyunun da, anlatının da sanatın çeşitli dallarını, alanlarını, türlerini besleyen temeller olduğunu biliyoruz elbette. Öte yandan sanatın tümden bir “anlatı” olarak alınmasa bile “oyun” bağlamında alınabileceğini, alınabildiğini de görüyoruz. Ne ki birbirleri üzerine yüklenebilecek, yerine geçirilebilecek niteliğe sahip olmadıkları da ortada bunların. Ne oyun, anlatı ne de anlatı, oyun, ama anlatı da oyun da sanat. Yine de önemli bir ayrım söz konusu burada. Çünkü sanatı saltık anlamda oyunmuş gibi alabilmek olanaklı görünse bile bunu “anlatı”ya indirgemek de o ölçüde güç… Anlatı denildiğinde bundan, herhangi olayın, olgunun, ilişkinin, nesnenin, durumun vb. dizge içinde “hikâye” edilerek yeniden kurulmasını, bu yönde gösterilen aktarma yeteneğini anlamamak gerekiyor yalnız. Biz oyunların tümünü nasıl ki dramatik bütünlükte birer sahne oyunu olarak niteleyemiyorsak, anlatıların tümünü de bir anlatım sanatı olarak alamayız. Buna göre sahne, oyun için herhangi bir aktarıyı kendi özgüllüğü içinde türdeşleştirebilir. Bu ister “oyun içinde oyun” olur isterse fıkra, anı, anlatı vb. biçiminde aktarı… Bunlar bize, oyun içinde oyun tekniğinin biçimle,biçemle, ama anlatının içerikle ilgili olduğunu gösteriyor. Oyun içinde oyun, söz konusu biçimle, biçemle anlamsallık kazanıyor kazanmaya, ama doğal doku halinde birleşiyor yine de oyunla. Oysa oyuna anlatı yerleştirecek yazarın ilkönce şu soruyu yanıtlaması gerekiyor: Aktaracağım bu anlatı, oyun için zorunluluk bağı taşıyor mu? Bu anlatıyı oyundan çıkardığımda, oyun herhangi değer yitiriyor mu? Yitiriyorsa ne? Burada şiir için düşünülebilecek durum, oyun için de göz önünde tutulabilirmiş gibi geliyor bana… Şiir, anlatıyı kusmaya yatkın yapıya sahiptir, buna aykırı duran kimi örnekleri benimsemiş görünmekle birlikte… Ama kendisine yüklenen biçimsel, biçemsel çeşnilere sırt dönmez hiçbir zaman şiir. İşte böyle bir işleyişe sahip olduğu düşünülebilir sahne oyunlarının da… Demek ki oyun da, anlatı da aynı alan içinde birbirinden farklı ivmelerle birbirine karşı oyunlar kuruyor, birbiriyle oyun oynuyor denebilir. Birleşip buluştuklarında ya da ayrıldıklarında akrabalıkları sürüyor, omuz omuzalıkla hem de… Bu çerçevede Hasan Erkek’in verimlediği ikizil kitaplar Oyun İçinde Oyun ile Oyun İçinde Anlatı’nın oyun yazmaya istekli yazarlarla genç yazar adaylarınca mutlaka okunması gerekiyor… ETEKLERİ ZİL ÇALAN TİYATRO... Siz tiyatroda oyun başlarken çalınan zili bilirsiniz, ama kulağınıza söyleyivereyim, tiyatronun etekleri de zil çalıyor şu sıra… Perdeler açılıyor, tiyatro her geçen gün biraz daha yükseliyor… Birbirinden farklı biçemlerde, bizden ya da dışarıdan pek çok yazarın pek çok oyunuyla… İstanbul’da, Ankara’da, Ordu’da, İzmir’de, Eskişehir’de, İzmit’te, Adana’da, Antalya’da, Samsun’da, Trabzon’da, Erzurum’da, Van’da özeli, ödeneklisi, kent tiyatroları aracılığıyla kim bilir kaç topluluk Türkiye’nin hemen her yerinde her gece perde açıp seyircisiyle buluşuyor… İşte bu nedenle büyük sevinç içinde etekleri zil çalıyor tiyatronun. Çünkü yarım yüzyıl sonra yeniden görkemli bir yükseliş sergiliyor tiyatromuz… Peki perdeler açılırken arka arkaya, kapısından içeri adım atıyor musunuz siz tiyatro salonlarının? 27 Mart Dünya Tiyatro Gününüz kutlu olsun efendim! ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 997
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle