Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ayşegül Güvenir “Usta Mozaikçi”nin öyküsünü dile getiriyor Mozaik Denizi‘nde. Kitapta, ilkçağlardan başlayarak mozaik sanatının geliştiği bölgeler, zaman içinde geçirdiği değişimler anlatılıyor. Ë Güney DİNÇ eni bir kitabı incelerken yazarını bir yana bırakıp önsöze öncelik vermek pek uygun düşmeyebilir. Ancak, Ayşegül Güvenir’in Mozaik Denizi adlı kitabını okuduktan kısa bir süre sonra yaşamını yitiren Mehmet Hamdi Eyüboğlu’nu saygıyla anmak istiyorum. Gençlik yıllarımın, yani bizim kuşakların esin kaynakları arasında bulunan çağdaş sanatın çok yönlü öncüleri Bedri Rahmi ve Eren Eyüboğlu’nun oğulları olan Mehmet Hamdi Eyüboğlu, coşkuyla gerçeğin uyum içinde dengelendiği seçkin bir ortamda gelişmiş. Anne ve babasının bıraktığı ürünlerden elinde kalanları özenle korumuş. Bu kadarla yetinmemiş, kendisi de bir mozaik ustası olmuş. Ayşegül Güvenir’in kitabına yazdığı önsözünde Eyüboğlu ailesinin 1950’li yılların ortalarında başlayan ve 1975 yılında Bedri Rahmi’nin anıt mezarının yapımı ile sonlanan mozaik çalışmalarını bir solukta özetliyor. SSK Samatya Hastanesi, Manifaturacılar Çarşısı, 2. Levent Banka Evleri, Nato ve 1958 Bruxelles Uluslararası Fuarındaki Türk Pavyonu’nu bezeyen dev pano en görkemli ürünleri arasında bulunuyor. 220 m2’lik panoyu evlerine sığdıramayınca, yapımı için Salıpazarı apartmanında iki daire kiralamışlar. Yakın tarihimizin yeterince bilinmeyen bu seçkin ürününün öyküsü de var Ayşegül Güvenir’in kitabında. Fuar sonrası İstanbul’a dönen dev yapıtın nasıl parçalanıp buharlaştığı, nerelere dağıldığı mutlaka okunmalı. Bedri Rahmi’nin pano üzerindeki deseni, İstanbul Belediyesi’nin bilinen simgesi olmuş. Günümüzde de kullanılıyor. Gelin görün ki, aşağıdaki desen, milli görüş temelindeki belediye yönetimleri eliyle ne hallere getirilmiş. Boşuna dememişler, “sanatçı çağının tanığıdır” diye. Bedri Rahmi Eyüboğlu, yalnız çağının değil, Türkiye’deki karşı devrimin de tanıklığını yapıyor. Ayşegül Güvenir’in ‘Mozaik Denizi’ üzerine Taşların dili değil. Bu topraklar üzerinde yaşayan insanlar olarak kendi kimliğimizi sorguluyor muyuz? Olay yalnız savaşlarla, göçlerle açıklanabilen bir sorun değildir. Eğer Anadolu’nun yedi bin yıllık bir uygarlığın odağında olduğunu söylüyorsak, böylesine görkemli bir tarihin üzerinde yaşayan insanlar olarak, bizlerin de bu birikimden esinlenmiş olmamız gerekiyor. Aslında “harmanlanmış” olmak sözcüğü, anlatmak istediklerime daha uygun düşüyor. Evet, tarihi nasıl, nerede yaşadığımızı sorgulamalıyız. Belleğimizde mi, davranışlarımızda mı, duygularımızda mı, yoksa yalnız anılarımızda mı? “Tarih” kavramı, en kısa yoldan, yanlışlarıyla, doğrularıyla, “insanlığın ortak yaşam birikimi” olarak da tanımlanabilir. Bir adım daha atıp, “gelişmiş insan; geçmişi, günceli ve belki geleceği de birlikte yaşayabilendir” diyebiliriz. İşte sorun burada; ekinsel yapıtlar, müze kapılarının ardında, ören yerlerinin yalnızlığında kalmamalı, yaşamın ayrılmaz parçaları olabilmelidir. Ayşegül Güvenir’in Mozaik Denizi adını verdiği kitabı bu evrensel gerçeğin izini sürüyor. Mademki Anadolu’yu çevreleyen Karadeniz, Ege ve Akdeniz kıyılarındaki kentlerden, sıradağların eteklerinde, akarsuların havzalarında kurulan kara yerleşkelerinden uçsuz bucaksız mozaik tarlaları fışkırıyor, bunların ne ölçüde yaşamımızda yer aldığını, ne işe yaradığını da bilmemiz gerekiyor. Ayşegül Güvenir, şiirsel bir anlatımla başladığı “Usta Mozaikçi”nin öyküsünde, doğanın, tasarım gücünün ve el emeğinin bütünselliğini “Balık taşa, deniz kuma, yaprak güneşe ve insan ölümsüzlüğe sevdalandı. Binlerce yıl önce mozaikte buluştular...” tümcesiyle özetliyor. Bir de kuramsal ve nesnel yönleriyle yaptığı işi tanımlıyor. Mozaik diyor, “İnsanın kendini ifade şeMedusa Mozaiği, Bergama Müzesi Y killerini çeşitlendirip, geliştirebildiği zamanlarda ve ortamlarda görülen, içerisinde güçlü bir varoluş mücadelesi barındıran, taşlarla hikâye anlatma sanatıdır.” Kitapta, ilkçağlardan başlayarak mozaik sanatının geliştiği bölgeler, zaman içinde geçirdiği değişimler anlatılıyor. Henüz kâğıdın kullanılmadığı, boya çeşitlerinin çok sınırlı kaldığı bir dönemde, renkli taşlarla, seramik atölyelerinin atıklarıyla başlayan doğal sürecin günümüze kadar gelebilen seçkin örneklerini veriyor kitabında. Kendisi de bir mozaik ustası olan Ayşegül Güvenir, yaptığı işin bireysel yönlerini ve toplumsal sonuçlarını aşağıdaki tümcelerle anlatıyor: “Mozaik sanatı için ellerini parçalayıp, gözlerini kurutan, ciğerlerini tozla dolduran fani mozaikçiler ve eserleri ilgi görmeyi fazlasıyla hak ettikleri halde, onların hikâyeleri antik bir mit olan Usta tarafından kuşatılmış ve derinliklerde kaybolmuştur. Bundan dolayıdır ki mozaik, herhangi bir sanata veya esere bakışımızı değiştiren, ilgi ve sevgimizi körükleyen sanatçı yaşam hikâyelerinden, gizemli sırlardan yoksun büyümüş, bireysellik ve özgünlükten uzak bir noktada konumlandırılmış ve sınırlı terimlerle tanımlanıp, kısıtlı bir ilgi görmüştür. Çağdaş mozaik sanatının dışında kalıp, dışlanmak pek çok açıdan zarar vericidir, çünkü, mozaik doğal zenginlik, sa nayi ve ticaret ile güçlü bir ekonomik yapı inşa edebilen önemli bir sanat dalıdır ve ekonomiyi sanat gibi algılayanlar tarafından teşvik edilmektedir. Mozaik, arka bahçesinde seramik, cam ve mermer sanayicisini barındırır, mimari ile kol kola dolaşır, çimento ve tutkal üreticileri mozaikçinin işini kolaylaştırmaya uğraşır ve tasarımla, pazarlama, mozaiği her yere taşıyabilir.” Tasarlayıp üretenler için mozaik sanatı kişisel bir beceri, bireysel bir uğraş gibi görünür. Gerçekte mozaik, toplumsallaşmadır. Antik çağın yontu ustalarını, bilim adamlarını, oyun yazarlarını, hatta politikacılarını tanıyoruz. Ancak en görkemli yapıtların üretildiği dönemlerden, ilkçağlardan günümüze kadar gelen mozaik ustalarının kimler olduklarını, adlarını, yaşam koşullarını açıklayan bilgilere ulaşamıyoruz. Bunun nedeni, ne denli bireysel yaratıcılık gerektirse de, mozaiğin bir ekip işi oluşudur. Ortaklaşa yürütülen çalışmalar kişileri aşmakta ve sonuçta yaratılan ürünün mükemmelliği, baş köşedeki yerini almaktadır. Bu olguları gözettiği içindir ki yazar, kahramanını “Usta Mozaikçi” deyimiyle betimliyor. Bir mozaik öğretmeni olan Ayşegül, bu alandaki deneyimlerini de kitabına yansıtmış. İlgilenenler için mozaik malzemeleri, bağlayıcılar, yapıştırıcılar, derzler, araç–gereçlerle birlikte her türlü teknik bilgiler veriliyor. Okudukça görüyoruz ki, her çeşit malzemeyle mozaik yapılabiliyor. Bu işe niyetliyseniz eğer, dökmeden önce çöplerinizi gözden geçirmelisiniz. Zamanla deneyiminiz ve tutkunuz arttıkça, hiç kuşkunuz olmasın, komşunuzun çöp kovalarını da karıştıracaksınız. SANATÇI KORUNMALI Ayşegül Güvenir, çok yönlü sunum biçimlerini anımsatarak, her koşulda sanatçının korunması gerektiğini vurguluyor. Bu konuda başka ülkelerdeki uygulamalardan seçilmiş örnekler de veriyor. “Usta Mozaikçi’nin ürünleri büyük ölçekli şehir mozaiklerinden, çok satan dekorasyon malzemelerine, değerli minyatürlerden, özgün sanatçı eserlerine dek uzanabilir. Bundan dolayıdır ki kendisi, ilgisiz bırakılıp bir köşeye atılamaz. Sayısı giderek artan pek çok ülkede mozaik sanatçıları ve zanaatçıları nazlandırılır, Usta Mozaikçi yeniden üretip, öğretsin diye koşullar iyileştirilir. Örneğin, mozaik taşı üreticisi bir Fransız şirketi Avrupalı mozaikçilerle sınırlı kalmamak için, yaz aylarında fabrikasının kapılarını Amerikan Mozaik Sanatçıları Derneği SAMA’ya açar. Mozaikçiler ve kursiyerler Marc Chagall müzesinde sanatçının yaptığı mozaikleri inceler ve fabrikanın atölyelerinde kendi çağrışımlarını taşla şekillendirirler.” Mozaiğin işlevsel yönü ağır basan bir sanat türü olması nedeniyle yazar, sanatsal kuşkularını dile getiren bir uyarı da yapıyor. “El yapımı mozaik, antik sanatla eşanlamlı değildir, endüstriyel mozaik bulanık renkli camlarla işlenen kilim desenli apartman cephelerinden ve hobi olarak mozaik, fotokopi ile çoğaltılan desenlerden yapılma tekdüze objelerden çok daha iyisini hak etmektedir” diyor. Görsel yönden de çok zengin örneklerin sunulduğu Mozaik Denizi, yalnız araştırmacıların, bu işe gönül verenlerin değil, hemen herkesin kolayca okuyup yararlanabileceği bir başvuru kitabı niteliğindedir. ? Mozaik Denizi/ Ayşegül Güvenir/ Arkeoloji ve Sanat Yay./ 2008/ 168 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 997 Dionysus Mozaiği, Gaziantep Arkeoloji Müzesi, cam mozaik taşıyla işlenmiş (üstte). Gaia Mozaiği, Gaziantep Arkeoloji Müzesi (altta). 220 M2’LİK PANODAN KALANLAR Dilimizden düşürmediğimiz sözler vardır. Örneğin Anadolu’nun bir uygarlıklar mozaiği oluşturduğunu söyleriz. Yaşadığımız toprakların binlerce yıl öncesinden günümüze süzülen çeşitli uygarlıkların bıraktığı ürünlerle zengin bir açık hava müzesi olduğunu çok sık yineleriz. Bu erişilmez varsıllığa gereken önemi gösteriyor muyuz? Tarihsel kültür varlıklarının onarılmaları, taşınır yapıtların güvenli koşullarda müzelerde topluma sunulmaları, elbette çok önemli çalışmalardır. Bekçiliğini yapmak durumunda bulunduğumuz değerleri yalnız kendi ülkemiz için değil, tüm insanlığa yönelik bir sorumluluk olarak korumak zorundayız. Oysa Allianoi ve Hasankeyf sular altında kalmak üzere. Bu umarsız gidişi önlemek için eldeki son ve tek çözümün mahkemelerin verecekleri kararlara bırakıldığı ülkemizde, insanlığa ve gelecek kuşaklara yönelik sorumluluğumuzu yerine getirdiğimiz söylenemez. Bu yazıda asıl vurgulamak istediğim konu, salt tarihsel yapıtların korunması SAYFA 10 Ayşegül Güvenir