19 Nisan 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ nı’nın izniyle ve tam ba ğımlı Adalet müfettişleri tarafından yapıldığı ve HSYK’nin oluşumu bu biçimde bırakıldığı sürece, yargı bağımsızlığından söz edilemez. Hele üzerine “yargı yargıya bırakılamaz” ve “yargıya güvenmiyoruz” söylemlerini de eklerseniz, kadrolaşma niyet ve çabalarını da gözetirseniz, nüansları da saptamış olursunuz. Ve Türkiye Adalet Akademisi… Özel bir okul mantığıyla çalışılan bir kurum gibi mi? Üzerindeki her türlü yetki bakanlık bürokratlarında… “İdeolojik yapılanmayı” önce çağrıştıran sonra da yaşama geçiren bu yapının fiili durumunu değerlendirmenizi ve geleceğine ilişkin öngörülerinizi rica ediyorum... Türkiye Adalet Akademisi, kötüye kullanılan kuruluş amacı, yapısı ve çalışma yöntemleri, ödüllendirme olanakları nedeniyle, yürütmeye bağlı tek tip hâkim ve savcı yetiştirmeye yönelen bir nitelik kazanmıştır. Özerk olmayan haliyle Akademi, bağımsız yargı ilkesine karşı tehlike oluşturmaktadır. SİVİL DARBE dominoda devrilen ilk taş hangisiydi bu konuda? Anayasa ve ceza hukuku öğretisinde Cumhurbaşkanı’nın kişisel suç işlemesi durumunda sorumlu tutulacağı yolunda açık ve kesin bir görüş birliği vardır. Bu nedenle görev öncesi ve sonrası işlediği suçlardan sorumsuz olacağı kabul edilemez. Hukuksal süreç devam etmektedir. Sonucu beklenmelidir. DİNİN KÖTÜYE KULLANILMASI HÜKMÜ! Sivil darbe sizce fiilen ne zaman yürürlüğe kondu, ilk ve son somut işaretleri olarak belirtilse bunlar neler olurdu? Ve bu bağlamda bugün ülkemizde en çok ne/neler içinize sinmiyor, sizi derinden kaygılandırıyor? Anayasa değişikliği heves ve arayışları, başlangıç noktasıdır. Her türlü ideolojiden uzak, Atatürk ilke ve devrimlerini yadsıyan söylemlerden sonra kurulan, aynı düşünce yapısındaki bir komisyon tarafından sipariş üzerine hazırlanan taslak, karşı çıkmalar sonucu şimdilik rafa kaldırıldı. Ancak yerel seçimlerden sonra ısıtılarak gündeme getirilecektir. Siyasi iktidar yerel seçimlerde oy artırsa veya kaybetse dahi bu denemeye girişecektir. Açıkça görülmektedir ki istenen, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay’ın yapısının ve çalışma yöntemlerinin değiştirilmesidir. Böylece dinin siyasete alet edilmesi kolaylaştırılacak ve laiklik ilkesi sulandırılıp yozlaştırılacaktır. Unuttukları, Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’nın 10 ve 42. maddesinde yapılan değişiklikleri, Anayasa’nın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez 2 ve 4. maddelerine dayanarak iptal etmiştir. Yargıyı siyasallaştırma çabaları da kuşkusuz 2. madde de yer alan Cumhuriyetimizin “hukuk devleti” temel ilkesi karşısında başarısız kalacaktır. Ülkemizde içi boş kavramlar olarak kalan ilkeleri anımsatır mısınız? Mesela “Devlet adamı olabilmek” başlıkla yazınızda diyorsunuz ki “Günümüzde ise üzülerek belirtmek gerekir, artık Türkiye’nin ulusal saydığı kırmızı çizgileri kalmamıştır.” Açar mısınız bu durumu? Devlet adamı, doğruları ve karşılaşılması olası güçlükleri halkına anlatan, gücünü bu nedenle halktan alan CUMHURİYET KİTAP SAYI 997 Kanadoğlu, “Siyasi iktidarların yargıya bakış açısı, demokrasi anlayışının ne denli yetersiz ve yanlış olduğunun kanıtıdır” diyor. ve ulusal yararı her türlü kişisel veya siyasal yarardan üstün tutan ve sözüne inanılan, güvenilen, amaçlarından kuşku duyulmayan politikacıdır. Kıbrıs konusunda TBMM’nin 6 Mart 2003, 21 Ocak 1997 ve 15 Temmuz 1993 kararlarında konulan kırmızı çizgiler, siyasi iktidar tarafından yok sayılabilmişse, Türkiye’nin inandırıcılığı ve kararlılığı, üzülerek söylemek gerekirse büyük yara almıştır. Başkanlık rejimi… Rutin aralıklarla nabız yoklamak için ortaya sürülen “Padişahım çok yaşa!”cı fikriyat… En azından bizim ülkemizde bilmiyorum belki de coğrafyamızda dönüşeceği yapı bu… Malum lider sultası konusunda sicilimiz pek temiz değil… Ama henüz başarılamadığı düşünülürse düşmeyen kalelerden biri de bu değil mi? Siyasi partilerde katı disiplin geçerli ve parti içi demokrasi yoksa, sivil toplum örgütleri yetersiz ve etkisiz ise; yandaş medya ticari çıkarlarını koruma yolunu siyasi iktidarla uzlaşarak, gerçekleri çarpıtma pahasına onu desteklemekte bulmuşsa; yargı bağımsız, güçlü ve etkin değilse; çağdaş demokrasiden nasibini almamış ortamlarda “başkanlık rejimi” kolayca “başkancı rejime” dönüşür. Bu tehlikeye karşı uyanık olmakta yarar vardır. Bugün Cumhurbaşkanı olmak Türkiye’de ziyadesiyle avantajlı mıdır? Yasa bütünüyle Cumhurbaşkanını adeta tek taraflı koruma altına alıyor… Suç falan kalmıyor, Cumhurbaşkanı ‘aklanıyor’ önceki suç sayılı fiillerinden… Ve hukuksal zeminde Anayasamızın 24/son maddesinde yer alan “dinin kötüye kullanılmasını önleyen” düzenlemeyi de koruyan ceza yaptırımının, 12 nisan 1991 gün ve 3713 sayılı Kanun’un 23. maddesiyle yürürlükten kaldırılması, Anayasa’ya aykırı bir çıkarmanın sonucudur. (…) 1991 yılında yapılan bu hatanın bedeli acı bir biçimde ödenmiştir ve ödenmeye devam edilmektedir” diyorsunuz (sayfa 102) “Laiklik yasal koruma altındadır” başlıklı yazınızda. Bu aykırılık nasıl giderilebilir, metne uygun düzenleme hangi cümleyle yapılmalıdır? Anayasanın 24/son maddesinde yer alan ve “dinin kötüye kullanılmasını önleyen” düzenlemenin ceza yaptırımını, yeniden TCY’de hükme bağlayacak çoğunluk bulununcaya kadar beklemek gereklidir. Kuran kurslarıyla ilgili son gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Ceza yaptırımlarının azaltılması ya da çoğaltılması yönündeki ceza siyaseti, TBMM’ye ait olup, Anayasa’ya aykırılık oluşturmaz. Ergenekon soruşturması kapsamında Ankara ve Ayvalık’taki evinizde arama yapılması olayı… Yapılanları “sonun başlangıcı” olarak nitelendirdiniz ve “Türkiye hiçbir zaman bir dinci diktanın veyahut akla gelebilecek her türlü diktanın yerleşemeyeceği özgür bir ülke olarak kalacaktır” dediniz. “Dışarıdan müdahale edilmezse, yargı kendine yardım edecek” dediniz.. Dışarıdan müdahale dinecek gibi görünmüyor, sizce daha neler beklenebilir bu süreçte böyle giderse? Yargı bağımsızlığının önemi, her geçen gün ve olayda daha açık ve kesin olarak ortaya çıkmaktadır. Müdahale, etkileme ve yönlendirme çabaları artarak süregelmektedir. Yasadışı yolla elde edilen bilgilerin, belirli amaçlarla bilinen medya organlarına ulaştırılmasının ve yayımlanmasının mutlaka önüne geçilmelidir. MUSTAFA BALBAY VE NERİMAN AYDIN daki görüşlerinizi sorarak bitirelim söyleşimizi. Hakkında CMK’nin 145 ve 146. maddeleri uyarınca tutuklama kararı verilmesi veya yakalama emri düzenlenmesi için yeterli nedenler bulunmayan şüpheli zorla getirilemez, davetiye ile çağrılması gerekir. Var ise bu zorla getirilme nedenlerinin de zorla getirme kararında, açıkça yer alması zorunludur. Kaldı ki CMK’nin 251. maddesinin 3. fıkrasına göre, suçun ağır ceza mahkemesinin yetki alanı dışında işlenmesi halinde, Cumhuriyet savcısı, o yer ağır ceza mahkemesi nezdindeki Cumhuriyet savcısından soruşturma yapılmasını isteyebilir. Yasa, yetkisi bulunduğu yerle sınırlı görev yapan Cumhuriyet savcısına, Türkiye’nin her yerinde soruşturma ile ilgili yetki ve görev vermemiştir. Ayrıca Yasa’nın 148. maddesinde “ifade ve sorguda yasak yöntemler” başlığı altında, şüphelinin beyanının özgür iradesine dayanması koşul sayılmış ve “yorma” gibi bedensel ve ruhsal müdahalelerin yapılması yasaklanmıştır. Aynı maddeye göre yasak yöntemlerle elde edilen ifadeleri rıza ile verilmiş olsa bile, delil olarak değerlendirilemez. Bir şüphelinin 23 saat süre ile uyutulmadan ifade vermeye zorlanması, kuşkusuz ifade almada yasak yöntemlerdendir. Usule uyulmaması halinde maddi gerçeğin bulunması olanaksızdır. ? [email protected] Unuttuk / Sabih Kanadoğlu / Doğan Kitap / 182 s. Ergenekon soruşturması kapsamında daha önce ifadelerine başvurulan gazetemiz Ankara temsilcisi Mustafa Balbay ve yazar Neriman Aydın’ın ek ifadeleri alınmak üzere polis nezaretinde apar topar Ankara’dan İstanbul’a getirilmeleri ve ifadeleri alındıktan sonra nöbetçi mahkemeye sevk edilip tutuklanmaları konusunSAYFA 17
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle