Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K elim, Nedim, Hulki üçü birlikte başlıyor neredeyse… Bugün geriye dönüp baktığında şu saptamayı getiriyor Hulki Aktunç bu üçlünün yazınsal yolculuğuna değgin: “Bu üçünün ortak bir yönü vardır; yazdıkları tür (hikâye, roman) üzerinde, bu türlerin tarihi ve eleştirisi üzerinde de düşünerek çalışmışlardır. Nedim Gürsel’in edebiyat tarihi üstüne olağanüstü emekleri, çalışmaları vardır; Selim İleri çok iyi bir eleştirmendir. Nice eleştirmen, Selim’in Halit Ziya üstüne, o çağ romanı üstüne yazdıklarını yazamamıştır. Ben özellikle Türk öykücülüğünün ve halk öykücülüğünün kökenleri üstüne yazdım.” (Yoldaşım 40 Yıl, Söyleşi: Rıza Kıraç, Say, 2008, 176) itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Hulki Aktunç’un öykü yolu... S karakter olarak biçimlendirdiği görülüyor. İlişkilendiği her ne olursa olsun, söz konusu olgu, bunları da içine alarak bir biçimde bükümleyip değiştiriyor insanları. Bir toplumsal evrenin, yaşama vuran yanlarını, yaşayanların bakışıyla, yaşantıları düzleminde aktarmakta ciddi örnekçe de oluşturuyor aynı zamanda yazar. Bu doğrultuda örnekler yok değil elbette. Örneğin Erdal Öz, Nedim Gürsel, İnci Aral, Feride Çiçekoğlu, Burhan Günel, Suzan Samancı vb. öykücülerimiz 12 Mart’a, 1 Mayıs’a, Kahramanmaraş’a, 12 Eylül’e, Sıvas’a, Güneydoğu’ya özgüledikleri öyküleriyle anımsanabilir burada… Ama yazınımızda böylesi örneklerin çok az sayıda kaldığı düşünülürse, bunlar daha bir anlam taşıyor ister istemez. ÖYKÜDE BİÇEM ZENGİNLİĞİ... Hulki Aktunç, biçemsel açıdan sergilediği onca atak tutumuna, dilsel bağlamdaki uçkunlarına, ağız açtıracak savullamalarına karşın öyküsünü hep lekelerle kuran, sonrasında sisleri dağıta dağıta geliştiren ya da öylece bırakan, ama bunlar bütünlendiğinde bile orta yerdeki kuşku bulutlarını dağıtmayan bir yazar. O hep, küçük insanların dünyalarına farklı bakış açılarıyla yaklaşmaya ya da değişik perspektiflerden bakmaya çalışıyor… Öykü kişileri, küçük yerleşimlerin, büyük kentlerin insanları da olsalar, çeşitli mesleklerin üyesi genç, yaşlı, kadın erkek tümü de kendi gerçeklikleriyle, kendilerini nasıl koyuyorlarsa öylece varlar. Kişileri, öykülerinde gezindirdiği ya da aynı adları temel karakter gibi çoklu kişiler halinde yeniden yeniden biçimlendirerek farklı öykülerde karşımıza çıkardığı da görülüyor yazarın. Sadık, Hasali, Pinilupi Sara vb. kişiler anımsanabilir burada. Öykülerde gezindirdiği kişiler, kimileyin yeni, farklı açılımlarla çıkabiliyor karşımıza. Anlıyoruz ki Hulki Aktunç, gerçekliğin farklı yüzleriyle bizi karşılaştırırken öykü kişisinin ne tür gerçekliklerle ilişkilenerek dış dünya ile ilişkilerini sürdürebildiğini gösteriyor bize. Aktunç, öykü kişilerinin bir türlü kendisi olamayışlarına bir sorunsal boyutunda yaklaşıyor verimlerinde sürekli. O halde onun öykü kişileri, bir dışarıdan algılanışları olarak varlar, bir de bunun ötesinde kendi iç dünyalarıyla. Bu çatışmanın ortasında hep boğulur onlar. Kendileri olabilmek için didinirler, bunun kavgasını verirler. Ancak “kendisi olabilmek” hiç de kolay değildir. Bu yüzden Aktunç’un öykü kişileri, öykülerde kendi iç dünyalarıyla gezinir, ama birbirleriyle ilişkilenen yüzleriyle diyelim dış dünyalarıyla varlıklarını sürdürürler. Birey, bireysellik konusunda Rıza Kıraç’a şöyle diyor yazar: “Bireyi anlatmak, bunu bir bireysellikle yapmak farklı, bireycilikle yapmak farklı bir şey. Türkiye’de oldum olası karıştırılmıştır bu. Ben bireyin derinliğini anlatmak istiyorum. ‘Aaa, sen bireycisin!’ Yok böyle bir şey. Toplumsal gerçekçi bir yazar olarak bireyi anlatmak istiyorum…”(155,156) Bu insanları, onların bir biçimde ilişkilendiği olayları, nesneleri aktarırken sıkı bir art alan beslemesi yapıyor Aktunç. Buna dilsel biçimlemeyle biçemsel yoğunluk da eklendiğinde öyküler mıh gibi çakılıyor belleğe. “Çıraklığa övgü”, onun hiçbir koşulda vazgeçmediği bir tutumu. Örneğin “Son Öykücü ya da ‘Bellek Adlı İblis’” adlı öyküsünde (Güz Her Şeyi Bilir), ustalarını dinleyen “Hulki” de satır aralarında ya da fotoğraf karelerinde şöyle bir başını uzatıp görünüvermiş gibidir, “güz her şeyi bili(yordu)r: “…İyi öykülerin bilinmez görünen önceleri de iyidir.” “Niçin başlardım bir kitabı okumaya? …Öncesi için başlardım gerçekten. (…) Öyküleri, o öykünün öncesi için başlardım okumaya…” “…Her öykü, insanın bellekle, belleğiyle savaşında küçük ya da büyük bir utkudur.” (Toplu Öyküler II, YKY, 2003, 148, 149, 153) ÖYKÜCÜLÜĞÜMÜZÜN HULKİ AKTUNÇ’LA KAZANIMI... Erken bir çağda, önünde bu yönde pek örnek de yokken, var olan örnekleri öteleyip yeni bir öykü kalıbı biçmeye girişmesi bir genç öykücü olarak Hulki Aktunç’un kendisine, doğrusu ya insanı şaşırtıyor. Hayır, haksızlık etmeyelim, ondan önce de öyküleriyle kendilerine farklı bir yol çizmeye girişmiş yazarlar görülmemiş değil, tümü değilse de bir bölük 1950 kuşağı öykücüleri, Leylâ Erbil, sonradan yaygınlaşmakla birlikte Sevim Burak, kendilerine yakın bir dönemde Bilgin Adalı, Tomris Uyar vb. anımsanabilir bir çırpıda. Hulki Aktunç’la birlikte bir avuç “öteki genç” de anımsanmalı bu arada. Selim İleri, Nedim Gürsel, Ferhan Şensoy, Murathan Mungan vb. Hulki Aktunç, farklı bir alaysama yaklaşımı kazandırmış bir yazar öykücülüğümüze: okuru uzakta tutan soğuk bir alaysama. Kara anlatı değil bu. Ama kendi trajiğimizi bize göstermekte etkin işleve sahip bir alaysama. Bu çerçevede kimileyin öykü evreninin, kişilerin hatta nesnelerin, olayların, ilişkilerin komiğini çıkardığı bile oluyor yazarın. Komikleştirmeden ama. Ancak bunlar, okuru cumburlop öykünün içine çekivermek amacıyla tasarlanmış tuzaklar değil. O, uzak bir alaysamayla çıkıyor hep karşımıza. Dramatik, hatta trajik diyebileceğimiz ilişkilerin, hüzünlü durulukların, buruk bükülüşlerin yazarı olarak. Ama bütün bunları, farklı öykü kalıplarıyla deneyip yeniliyor. Bir başka anlatı düzlemi çıkarmak üzere… Baştan bu yana çok katmanlılıkla yapılandırılmış, anlam çoğulluklarıyla bezenmiş, estetik haz şaşırtmacalarıyla süslenmiş öykü bağlamında öngörülecek örnekler bunlar. Hep dil temelinde yükselen öyküler olarak. Öykülerin hangi açıdan bakılırsa bakılsın devamlılık yansıttığı söylenebilir bu verim dağarı bağlamında. Evet, öyküler çok farklı, ancak sonuçta bunların bıraktığı tortu, tümünde aynı: “…Eskiden beri her yerde nelere kıyıldığı…” (Toplu Öyküler I, YKY, 2003, 189) Nitekim onun hemen tüm öykülerinde, özlem duyulurken yaşanan düş kırıklığı baskın özellik olarak önümüze geliyor. İçe, en içe yönelip derinleri deşmeye, ama bir şey bulup çıkarmak yerine, bunları tersyüz öylece ortada bırakarak gözler önüne sermeye çabalayan öyküleme yaklaşımı bu. Sözgelimi Ten ve Gölge’nin maskelerle ya da saf “ten”lerle çevrili olması boşuna değil… Hinlik, cinlik, kışkırtı, şaşırtma, aykırılık, uyumsuzluk, sorgulayıcılık egemen onun öykülerinde. Sessiz çığlıkların, derinde içliliklerin, gönül borcunun, ser verip sır vermeme, duyarlı sevgi konularının yolumuzu kestiği… Ta baştan bu yana hemen tüm öykü kitaplarına dağılmış biçimde bir “takımlama” anlayışına sahip olduğu da görülüyor Hulki Aktunç’un. Bakıyorsunuz, ikişer üçer öyküyle takım öyküler oluşturuyor yazar. Uzamı, öykü evrenini ya da öykü kişilerini, olayları bu takım öykülerin odağında geliştirip değiştirerek, ötesinde dönüştürerek farklı birkaç öyküyle çıkıyor karşımıza… O zaman okur, ayrı bir gerçekliği algılamamıza yönelik farklı bakış açılarının değişik yoğunlaşmaya yol açtığının ayırdına varıyor somut olarak. Sonra iç ses oluşturmanın parlak örneklerini de veriyor yazar. Bununla sözcüklere dökülmeyen suskunlukları, es’leri, boşlukları kastetmiyorum, ayraçlara sığıştırılmış bir iki sözcükle ya da sözdizimi akadururken bir anlık bir kesmeyle bir anıştırma ya da seğirmeyle bizi öykü kişisi aracılığıyla başkalarına, nesnelere, olaylara, ilişkilere götüren duygudurum ketlemesini kastediyorum. Sözün kısası, yol açıcılığını sürdürüyor hâlâ Hulki Aktunç… Bir büyük öykü yolu bu… Ona yoldaşlık etmeyi kim istemez? ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1036 Aktunç eleştiriden, eleştirmenden yararlandığını dile getirirken de şunları söylüyor bu arada: “Eleştirmenlerimizin hepsi beni etkiledi. Nurullah Ataç dilimi etkiledi. Aşırı derecede etkiledi beni… Onun öfkesi de çok etkilemiştir beni, yani öznel bakışı. (…) …Gerilim, bir anlık öfke, aslında sanatta önemli bir iti, bir itici güç.” (190) Demek yazınsal çıraklığını çok farklı alanlardan beslenerek yürütüyor Hulki Aktunç. İlk öykülerinde, eylem anlatan tümceleriyle bir olay aktarıcı, anlatımcı öykücü olarak alımlanabilir belki o. Oysa bu tutumuyla, atmosfer oluşturduğu görülüyor yazarın aslında. İlk bakışta yumuşak, hafif örgülerle oluşturulmuş öyküler gibi görünmekle birlikte yine de sert ilmekli verimler bunlar… Ne demek istiyorum? Öykülerdeki geçişler belirsizlik de yansıtsa, net geçişler olarak da çıksa karşımıza, bunları yumuşatarak, birbirine akışlarını kolaylaştırarak değil, birdenbire, farklı, sert değiştirimle gerçekleştiriyor yazar. Bakışımlı öyküler denebilir ilk verim örneklerine. Aynı bir olgusal gerçekliğin evrenine, nesnesine ileri sarma, geri almalar bağlamında yeniden yeniden bakarak farklı, söylenmedik yeni sözler arayan, öyküsünü dip kıyı bunlarla işlemeye çalışan bir yaklaşımla… Toplumsal altüst oluşa da yer açılan bu bakışımlı öykülerde, kentlere göç olgusu, kentsel değişimdönüşüm, gecekondulaşma, düşkünleşmiş, düşmüş birey, kültürel erozyon, devrimlerin kesintisi, daha pek çok toplumsal sorun bir fon, öykü kahramanlarını çevreleyen ana eyleme eklemlenmiş evrenler dizisi olarak önümüze geliyor hep. ÖYKÜLERDE DERİNE İNİLDİĞİNDE... Onun öykülerinde, toplumsal yaşayışımızla, kendi toplumsal gerçekliğimizle yüzleşiyoruz sürekli. Ama bu yüzleşme, her öyküde başka bir kılıfla, başka başka görüntülerle çıkıyor karşımıza. Hulki Aktunç öykülerindeki insan coğrafyasının da geniş bir yayılış gösterdiği gözleniyor. Gerçekten onun öykülerinde hemen her kesimden insanla, her dinden, dilden, kültürden, sınıftan, katmandan, yöreden insanla karşılaşmak olanaklı. Toplum katmanlarını, toplumsal oluntuları bir tül geçirgenliğinde, kadife bükümünde yansıtıyor hep yazar. Yumuşak, içe işleyen bir yaklaşım bu. Öykü uzamlarının genelde İstanbul olarak belirginleşip önümüze geldiği söylenebilir. Ancak yurdun uzak coğrafyalarının da kimi öykülerde puslu esinler olarak yansıtıldığı görülmüyor değil. Bu arada şunu da vurgulamak gerekiyor: Hulki Aktunç, önemli bir İstanbul öykücüsü aynı zamanda. Hatta bunlar arasında en ayrıksı duranı. Türkiye’yi 70’lerde hop oturtup hop kaldıran 1516 Haziran günlerine yer açtığı Kurtarılmış Haziran içindeki öykülerinde de, bu anlayışına uygun örneklerle karşılaşıyoruz, öyküsel gereklerin bir yana bırakılmayışı bu… Örneğin “Hayguhi Haziranda Yaşadı Haziranda Öldü” öyküsü som bir yalınlıkla, nahif işlenişiyle etkiliyor insanı. 1516 Haziran, öykülerde apayrı bir fona dönerken yazarın tüm öykü kişilerini bir yolla temel SAYFA 20