27 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

İrfan Yalçın’ın ‘Yorgun Sevda’sından ‘Kalın bir ayağın basıp geçtiği yüreklere akıyor içim’ İrfan Yalçın’ın Yorgun Sevda adlı romanı, acının, şiddetin ve ironinin kitabı. Bu kavramların kuramsal çözümlemeleri, Yorgun Sevda‘nın bileşenlerini inceleme olanağı sunarken eserin kahramanları karşısında boyun eğer. Yaşamın içindeki ironiyle bütünleşen bireysel ve toplumsal yaralar, kahramanları bir araya getiren, ayıran, eyleme sürükleyen çekim gücüdür. Ë Fadime USLU cısına direnirken başka acıların içinde kendini bulan anlatıcı, ampirik bir öznedir. Farklı alanlardaki yaşamları deneyimleyerek ulaştığı gözlemleri ve yorumları bunun altını çizer. Sanatçıdır; şiir ve öyküler yazar. Kader ya da yaşamın sürekliliği fikri karşısında acizdir. Aczinden duyduğu acı, iç görüsünü geliştirir. Küçük bir çocukken kaybettiği annesi intihar etmiştir. Onu intihara sürükleyen sanrıları kendisinin de duyması, bundan kurtulmak için verdiği mücadele, bu mücadeleden doğan gerilimler anlatı boyunca tetiktedir. Ölüm ile yaşama tutunma, akıl ile beden, toplumsal kabul ile ret arasındaki ilişkinin sınırlarında dolaşır anlatıcı kahraman. Onayladığı ya da yadsıdığı durumları anlatırken yaşamın bütünselliğini ifade eder. Kurgu, geriye dönüşlerle gerçekleşir ve gerçek zamandan yirmi dört yıl öncesiyle sonrası birbirini söyler. bir dağarcığı olan, Mozart’ın Flüt Konçertosu’nu, Ravel’in Bolero’sunu, bir Anadolu türküsünü peş peşe ıslıkla çalabilen, yağmurlu bir havada ölebilmeyi düşleyen şiir tutkunu eski mahkum Baba Cemal, inceliklerle barbarlığın uç noktalarında gezinen lunaparkın patronu Dede ve lunaparkta gördüğü her şeyi gösteren anlatıcı Canım, yaşam birikimleri ve kültürleriyle ait oldukları sınıfın temsilcileri, aynı zamanda büyük toplumun kurbanlarıdır. Bu kişilerin lunapark içindeki eylemleri, görüştükleri yakınları onların iç gerçeklerini açığa çıkaran detaylar olmakla birlikte, yine ülkemiz toplumsal, siyasal gerçeklerinin çözümlenmesine olanak veren göstergelerdir. Tüm bileşenlerde öne çıkan durum, şiddetin diyalektiğidir. Şiddetin var olma aşamaları; bireyin içtepilerinde, bireyler arası karşılıklı etkileşimde görülmeye başlaması, toplumun bu yönde hedef(ler) belirlemesi ve bir hastalık haline gelmesi, yaşamın içindeki doğal haliyle betimlenmiştir. Yazarın dili kullanma biçimi, imgelemi, biçemi ile şiddet estetik boyutlara taşınmıştır. Kimi zaman acının ivmesi, kimi zaman mağdurun tepkisi, kimi zaman da dini bir törende kendini bulan ayindir şiddet. Yaydığı etki, vicdanı ve mağduru yaratır. Yazar, şiddeti olumlayan, öteleyen ya da Jean Genet’nin yaptığı gibi kutsayan bir tavır kullanmamış, şiddetin doğasını gösterme yolunu tercih etmiştir. Anlatıcı, lunaparkta Dede’nin kapı bekçisini “bale yapar gibi” dövdüğünü (s. 31) belirttikten bir süre sonra, sözü Dede’ye verir: “Bir katırı dövmek benimki, başka değil” der Dede. Doğru dürüst Türkçe konuşamayan kapı bekçisi Şehmuz’un tokatlandıkça sıçrayışlarına, “hazır ola” geçişlerine bir benle Hüseyin gülmeyen. Dede dövmeden önce açıklıyor, “Dövemem kimseyi ben, fiske vuramam… Yapamam, elimde değil… Ama başka bu, bambaşka… Nasıl desem, bilmem ki? Şey gibi bir şey… Şehvet gibi…” (s. 69). Kişilerin yaşam koşullarında doğal bir örüntü olarak kendini gösterir, öfkeden beslenen şiddet. Cüce Hamdi’nin, “ipli bir hamal” olan babası, “ağır kaldırmaktan gece yatağına işediğini” söyler ve bunları anlatırken birdenbire öfkelenir; “öyle bir öfke fırtınası ki, bir türlü dinmez. Durulup arada bir, kirli bakıyor saldıracak gibi, ipini ısırıyor. Bakıp bakıp oğluna, “Bu ne?” diyor, “ne bu? İrfan Yalçın’ın romanı, şiirsel üslupta kısa kısa öykünün ritmini taşıyan bölümlerden oluşuyor. A İnsan mı?” Cüceliğine kızıyor oğlunun, kendine yakıştıramıyor, “Hey güzel Allah’ım,” diye inliyor, gözleri Hüseyin’de ve o an birden Baba Cemal’in sesi geliyor: “Yeter be herif… Deli misin nesin? Ne istiyorsun çocuktan?” (s. 57) Öfke ve şiddet, durumların yanı sıra, açılan tüm sahnelerde, açık ve kapalı anlam ilişkilerinde, betimlemelerin içine gizlenen sözlerde karşımıza çıkar. Normalin üzerinde beden ölçülerine sahip olan Hüseyin, eğlence için gelinen lunaparkta sergilenirken aslında, kafeste sergilenen insanlığın kendisidir. Onu izleyen insanların tepkilerinde baskılanan gerçekler açığa çıkar. Hüseyin, bir aynadan farksızdır. “Döner salıncağın altından geçerken” üstüne yağan “kusmuklar”dan kaçamayan, elinde mendiliyle ağlayarak kafesin yanına gelen yaşlı kadının öfkesi dinince başını demirlere koyarak konuşmaları, şiddeti, acıyı ve ironiyi yansıtması bakımından dikkat çekicidir. Anlatıcının yorumuyla birlikte, unutulması güç anlamlarla yüklüdür bu sahne. “Geldim daha önce, gördüm seni yavrum,” diyor; küçültüp sesini yalvarıyor, çıkıp gelmesini istiyor kafesten. Ne diyeceğimi düşünüyor, gülüyorum. Şaka ya da gerçek, yığınla genç kadının bu türlü sözlere tanık olup bir anlam vermiş olsam da, yaşlı kadının sözlerine şaşırıyor, uyarıyorum. Yeni görüyor gibi bakıyor bana, “Gelsin kızım, söyle de” diyor, “gelsin benimle.” Sorduğumda nedenini, “Dövüyorlar beni çok” diyor, “varken o, dövemezler, korkarlar.” “Kim?” deyince ben, oğluyla gelinini söylüyor önce; sonra en yakın komşularını; sonra bütün sokak, bütün şehir. “Niye?” diyorum. Dalıyor gözleri, söyleyemiyor. “Varken o, dövemezler, korkarlar,”diye mırıldanıyor.” (s. 55) DEV CÜCE LUNAPARKTA Küçük bir kentten Ankara’ya üniversite öğrenimi için gelen anlatıcı, yalnızlığının acıtan yüzüyle, artan sanrılarıyla baş edemeyip annesi gibi, ağaçlarla konuşmaya başlar. Semtinde, onun ağaçla konuşmasına tanık olan lunaparkın patronu Dede, beraber çalışması için teklifte bulunur. Kafeste tutulup sergilenen iri cüsseli Hüseyin’e bakacaktır. Anlatıcının yaşama coşkuyla tutunmasını sağlar bu iş. Lunapark, işleyişi, çalışanları, ziyarete gelen kişileri ile insan ve toplum yapısının, sistemin dinamiklerinin kirli gerçeğini yansıtır. Devasa bir bedeni olduğu için kafeste sergilenen Hüseyin, Hüseyin’in kafesinin temizliğini yapan ve ziyaretçileri için bilet kesen Cüce Hamdi, suçun içselleştirildiği bir ortamda yaşayan Çingene Nuri, zengin SAYFA 10 Devasa Hüseyin’e hizmet eden, bedeninin karşıtı Cüce Hamdi, Pär Lagerksvist’in Cüce’sini hatırlatır. (Pär Lagerksvist, Cüce, Çeviren: Yaşar Gedikoğlu, Kıyı Yayınları, 1988) O da, Hamdi gibi, sarayında yaşadığı “Büyük bir prens o!” dediği efendisine hizmet etmek için görevlendirilmiştir. Hüseyin özellikle kadın ziyaretçilerin odağındayken Prens, halkının gözdesidir. Lagerkvist’in cüce kahramanı, prensinin yıllarca savaştığı ve yenik düştüğü düşmanlarını zehirleyerek bir hamlede öldürebilen, yüreği vücuduna öfke pompalayan, insanlığın karanlıktaki güdüleridir. İrfan Yalçın’ın Dede’sinin bekçiyi “bale yapar gibi dövmesi” gibi, cüce de prensesini şehvetle kırbaçlayarak onun ölümüne neden olur. Elias Canetti’nin, dilimize Ahmet ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 1036
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle