29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ yu dindar bir babaanne, muhafazakâr bir baba ve sonradan Müslüman olmuş ve Kuran’ı hatmetmiş İsveçli bir anneyle büyüyor. “Üst insan”dan bahseden Nietzsche’ye kızıyor mesela. Politik fikirleri de sağda. Allah’ı inkâr edenlere sinirleniyor falan. Mektuplarda büyüyor Türkan Saylan… Ve gelişiyor. Yani çok muhafazakâr bir kadın olarak kalabilirdi. Sonrasında biliyorsunuz Türkiye’de yaşayan hatta Dünya’da yaşayan herhalde bütün marjinal insanlara elini uzatmış, hiç kimseyi ayırmamıştır. Hayatta öğrendiklerini kendine artı olarak koyabilmiş bir insan. Tam bir toplum piri değil mi? Titri öyle olmasa da kimliği, kişiliğiyle sıkı bir sosyolog… Aynen öyle ve anlıyoruz ki hiçbir zaman armut dibine düşmüyor eğer armutta iş varsa. O kendi ağacını büyütüyor. Müslümanlar Türkan Saylan’ı sevmiyormuş Ayşe Hanım! Sevmeyenlerin kimler olduğu çok bellidir. Geçenlerde Vakit gazetesinde belden aşağı yazar Ayşe Kulin, Müslümanların nefret ettiği Türkan Saylan’ı yazdı diye haber gördüm. İnanılır gibi değil. Onlar sevmezse sevmesin, ama bunu halka mal edip genelleyemezler. Bunun doğru olmadığını kendileri de gayet iyi biliyor. Bir kere Müslümanlar Türkan Saylan’dan nefret etmiyorlar. Onun iyileştirdiği, el uzattığı, okula yolladığı, burs sağladığı insanların hepsi Müslüman. Hele ki gittiği bölgelerde insanlar çok da dindar. Çok seviyorlar onu. Bütün o Müslümanlar Türkan Saylan’ı anaları gibi görüyor. Kurgu olsa da o genç polisle müthiş sıcak iletişimi mesela herhalde gerçekte de ancak böyle olabilirdi... Evine baskın yapıldığında polisler oturuyor yanında gerçekten ama böyle bir şey var mı, adam Vanlı mı bilmiyorum ama orada o kurgu durumu net şekilde bağlıyordu, ibret duygusunu yerleştirebiliyordu. O nedenle genç polis kimliğinde hem cüzam önyargılarına ilişkin toplumsal korkuyu hem de Türkan hocanın o kimseyi ayırmaksızın herkesle kurduğu sıcak iletişimini imlemiş olduğumu düşünüyorum. Bu arada mesela baskın günü sonunda çok arkadaşça bir hava oluşuyor, oğulları polislere sivilceleri için ilaçlar veriyorlar... Hiç gergin bir hava yok. Bunlar gerçektir, kurgu değildir. Tabii ki o, ayakları donduğu için ayakları ne yapıp edip kurtararak sadece parmaklarını kestiği Halime’nin yaşadıkları kurgu değildir sadece romanda eve gelmesi kurgudur. İki kez evleniyor Türkan Saylan ve her iki eşi de bir süre sonra onun mücadele azmini, mesleğine ve insanlığa adanışını taşıyamıyor sanki değil mi? Ev kadını değil de ondan. Elinden geleni de yapıyor ama memnun edemiyor bir türlü. Okumuş birçok erkek de özellikle çocuk sahibi olduktan sonra kadının yeri evidir anlayışına teslim oluyor. Kadını üzmeye, kırmaya, hatta ezmeye başlıyor. Fazlasıyla uysal, anlayışlı, gayretli bir eş Türkan Saylan. Yuvasını kolay kolay yıkmıyor. Ve bir gün tokat yiyor ilk eşinden… Zaten ondan sonra ipler kopuyor ya… Nedeni de boşanmak istediğini söylemesi… İkinci eşiyle de aşırı kıskançlıktan dolayı boşanıyorlar. Hastaları hayatlarının tüm alanlarıyla hayatına giriyorlar Türkan Hoca’nın. Yani tedavi et, bırak gitsin değil. Bu kadarla bitmiyor… Millet bahçe içindeki evine arkadaşlarını çağırırken o cüzamlıları topluyor… Sıra dışı bir doktor! Ki cüzamlılar hayatın dışına atılmış, kimse onlara iş vermiyor, görmek istemiyor, çocuklarını okula almak istemiyor. “Ahmet Efendi sen iyileştin, köyüne döneceksin, nasıl geçineceksin” diye soruyor mesela. Çünkü bu onun da derdi. Ahmet Efendi diyor ki “benim bir öküzüm, iki de tavuğum olursa ben geçinirim.” Bu bir öküzle, iki tavuğu alabileceği kaynağı yaratıyor ona Türkan Hoca. Ona o parayı veriyor, sonra da Ahmet Efendi o parayı zaman içinde geri ödü yor. Bir nevi döner sermaye kurduruyor Türkan Hoca. Bu yola o kadar baş koyuyor ve o kadar sağduyulu yaklaşıyor ki cüzam tedavisi biten işşiz hastalarını da pansumancı olarak yetiştiriyor ve hastanede iş veriyor. İmam’a gidiyor bir de Türkan Hoca... Cüzam vaazına ikna ediyor... Bakırköy’de tımarhanenin cüzamlılar bölümü var. Bakırköy’de imama gidiyor, imam “Ölünüz mü var?” diye soruyor. “Hayır, dirim var ama konuşmamız lazım” diyor. İmamı hastaneye getiriyor, cüzamlılar arasında dolaştırıyor. Cüzamlıları öpüyor, sarılıyor, imam hayretler içinde kalıyor. İmama “Bakın ben doktorum, gördünüz her gün onlarlayım, hiçbir şey olmuyor korkmayın, bu hastalık sandığınız gibi kolay kolay bulaşmıyor. Cuma günü onlarla ilgili vaaz verin, halkı doğru bilgilendirelim. Bunlar da Allahın kulu, yazık değil mi bunlara” diyor, ısrar ediyor ve imama o vaazı ne yapıp edip verdirtiyor. Çok faydalı da oluyor o vaaz... Tabi, para, kıyafet, erzak gibi bir sürü bağış gelmeye başlıyor. Cüzam hakkında daha önce siz neler düşünürdünüz? Hayatımda hiç cüzamlı görmedim ama çekinirdim, Türkan Hoca olmasaydı çoğumuz gibi ben de durumun bu kadar farkında olmazdım sanırım. Türkan Hoca iki aylık hamileyken görüyor cüzamlıları ilk... Evet ve çok üzülüyor. Ardından nedir bu cüzam, nasıl bulaşır, tedavisi nedir diye sıkı bir araştırmaya girişiyor. Onun mücadelesi olmasaydı Türkiye’de cüzam hâlâ tabuydu. FARAH DİBA VE CÜZAM! Farah Diba’nın da Türkan Saylan’ın cüzamla mücadelesine olumlu bir katkısı olduğunu okuyoruz, hatta bir milat gibi.. Evet, çok ilginçtir o da, Cüzam Hastanesi’nde çalışmaya başladıktan sonra daha geniş kitleleri cüzam konusunda doğru bilgilendirmek adına Uğur Dündar’a gidiyor ve otuz beş dakikalık bir program yapıyorlar. Görüntüler eşliğinde halka cüzam hastalarını sunuyorlar. O gün Farah Diba tesadüfen Türkiye’de ve haberlerde çıkıyor. Bir gazeteci Farah Diba’ya “boş zamanlarınızda ne yaparsınız” diye soruyor. O da “vaktimi cüzamlılara ayırırım, onlar için proje üretirim” diyor. Farah Diba’nın haberi bitiyor, reklamlar giriyor ardından da Uğur Dündar ile Türkan Saylan’ın cüzam programı yayımlanıyor. O zaman tek kanal var, Farah Diba da işin içine girince program daha çok dikkat çekiyor, ses getiriyor. Hastaneye birçok yardım yağıyor. “Hep koştum ben” diyor, onu en iyi anlatan cümlelerden biri... Yaptığı şeylere şöyle bir bakınca ki hepsini kronolojik sırada yazdım romanda. Listesi upuzun... İşte Sağlık Bakanlığı ile uzun mücadelelerden sonra imzalanan protokol ve 1976’da Cüzamla Savaş Derneği’nin kurulması... Unkapanı’nda bulunan Veremle Savaş Derneği’ne ait bir dispanseri, Cüzamla Savaş Dispanseri’ne dönüştürmeleri... Hiç hastasız kalmamaları... 1977’de İstanbul Tıp Fakültesi’nde Lepra Araştırma ve Uygulama Merkezini kurması... Elazığ’da Cüzam Hastanesi... 1981’de Dermatoloji Anabilim Dalı Başkanı oldu... Darbe geliyor ardındar, 1980 darbesi... Bu kısacık bir özeti... Erzurum’da o burs töreninde tesadüf ettiğimizde de Türkan Hoca kemoterapiden kalkıp gelmişti düşünün. Çok teşekkür ederim Türkan Hanım. Ayşe! (gülümsüyoruz, aaa diyoruz) (…) Düşünün ne kadar özdeşleştik kitapla Ayşe Hanım... Ben bir ara Aylindim öyle seslenenler çoğunluktaydı. Şimdi de Türkan devrim başlıyor. Ama tabi nerede o günler ben Türkan Hanım’ın yüzde biri olamam. ? [email protected] TürkanTek ve Tek Başına/ Ayşe Kulin/ Everest Yayınları/ 332 s. SAYFA 17 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1035
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle