29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ kırlar güneş ve uçurum/ Ve sonsuz renkleriyle çiçekler/ İşte size birkaç sözcükle çocukluğum/ Ve içinde kaybolmak istediğim yalnızlık/ İçinde kaybolmak istediğim hayat (…)/ Uzun, uykusuz gece yolculukları/ Gece ve yolculuk sanki aynı şeydir/ Sabah başka bir ufukta uyanılacak olan/ Başka bir geometride/ Başka ağaçlara ve kuşlara/ Yağmurlar sonsuzca geride kalmıştı/ Başka güneşti başka sabahları aydınlatan/ İşte ergenlik düşleri sanki başlamıştı/ Romantik şiirlere doğru yolculuk/ Durup dururken ağlamalara/ Bir kuşun yazgısı için bile/ Ve hep bir kızı hayal ederek/ Bir başka kızın yüzünde/ Bir şehirde başka bir şehri/ Bir şiirde bir başka şiiri/ Bir başka serüveni kendi serüveninde/ Böylece gece yolculukları yeniden başlamıştı/ Ama bunlar başka gecelerdi/ Sigara üstüne sigara/ yakılıp şiir düşünülen/ Ve yüzleri sisler altında sevgilileri/ Onlar alaturka şarkıda bir dizeydi/ Hep hayal edilecek olan/ Siz önünden geçerken/ Pencerede kıpırdanan bir gölge/ Ve şehrin ortasındaki ırmak / Bu kez usulca akıp giderdi / Aşklar usulca akıp giderdi / Düşlerin yeni ülkelerine”(6). KARŞI DURUŞUN ANLATIMI: LİRİK Epik, sanki bir tonlama değil, bir söyleyiş biçimi, bir dil değil, “Sözcüklerden fazla bir şeydi”(7). bir tanıklıktı kendine, hayata, kendi hayatına; “O sanki bir başka kıyıya gitmek gibiydi/ Başka bir denizin kıyısına/ Sanki hem deniz hem deniz olmayan/ Sanki hem kendi hem kendi olmayan”(8); hem varoluş başlı başına epik bir ‘karşı duruş’ değil midir yazgıya, ölüme ve onun efendilerine? Bireysel ve toplumsal renkleriyle epik bir ‘karşı duruş’ ise, lirik de bu ‘karşı duruş’un anlatımıdır Behramoğlu’nda. Ancak bu söylem, kesinlikle romantik ya da idealist bir benlik, bireysellik / bireycilik anlatımı; ‘içe kapanma’, dış dünyadan kopuş, bir kaçış, umarsız bir sıkıntı ve yalnızlık duygusu değildir; gizeme, bilinmezin arayışına, metafiziğe, soyut bir düşünselliğe, düşsele indirgenmiş ya da epiküryen anlamda coşkulu bir duygu boşalması da değildir. Behramoğlu’nda kendilik, kişisellik, ‘sahihlik’ diyebileceğimiz lirik toplumsal/ kolektif olanla iç içedir: “Şu yoksul, ışıksız sokaklardan geçerken akşamüstleri/ Elimde yiyecek filesi, evime doğru/ Siliniyor sanki zihnimin yorgunluğu/ Isıtıyor halkımın ozanı olmak duygusu içimi/ Yıpranmış ellerinde bir sokak çiçekçisinin/ Bir kırmızı gül gibi”(9). İlginç bir parçabütün ilişkisidir bu Behramoğlu’nun şiirinde; bireysel toplumsalı, toplumsal da her zaman bireyseli içinde taşır, tohumun potansiyel olarak koca bir ağacı, ağacın da tohumu içinde taşıması gibi. Bireysel ve toplumsal olan, diyalektik Behramoğlu buna ‘organik’ diyor bir bütünlük içinde kavranır şiirinde. Buysa, ona güçlü bir tarih ve toplum bilinci vererek, hayatı ve dünyayı algılayışında geniş bir açılım sağlar. (…) Nasıl yenilenebilirim/ Her şeye yeniden başlamak (…) Tekniğin içindeki esaretimden/ Bir özgürlük kıvılcımı yaratmak/ Ormana dönüştürmek bir dizeyi/ Bir ağacı betimleyen/ İçinde rüzgârlar estirmek/ Yepyeni bir şiirin/ Sevdiğim bütün kadınları/ Parçalayıp birleştirmek/ Bir yenisini yaratmak için/ Hayat içimden sel gibi akıyor, kütükler, çatılar/ Leşler, yitik umutlar/ Ve içimde birikmiş ne varsa/ Bir başka ufka taşıyarak/ Ve daha başka bir ufka/ O ufkun da ötesinde (10). Behramoğlu, bu bilinçle ve sorumluluk duygusuyla bütüne topluma, insanlığa, ortak insanlık değerlerine aidiyetini unutmadan ‘kendi’ kalır; şair, diyecektir, “insanlığın bütünü içinde yer aldığı hissine sahip değilse bana göre boşluktadır”(11); o, kendisinde diğer insanları bulur ya da diğer insanlarda kendisini. “Herkes tek ve benzersizdir, ama insanlık bütündür” (12) ölüm de bile: “ Kendi ölümüyle ölüyorsa da herkes/ Kendi ölümümü biri ölünce düşündüm”(13). Şiirinden yayılan insaniliğin, insan sıcaklığının nedeni temelde bu olsa gerekir. Hayatı diyalektik bir bütünlük içinde kavrayan bu ‘epikolirik’ şiirin kimi durumlarda ironiyi içermesine şaşırmamak gerekir. Hayat, varlık, varoluş tüm dinamik unsurlarıyla, karşıtların, zıtların biraradalığıyla yeni bireşimler üreterek var olur, çoğalır, sürer. İroni, hayatın içindedir; hayattan yansır. Behramoğlu’nun izlenimci/ duyumsaleleştirel gözlemciliği ironik olanı tüm bireysel ve toplumsal bileşenleriyle bir arada çekip çıkarır hayatın sıradan gerçekliğinden. Bu bağlamda, denebilir ki, ironi Behramoğlu’nda bir dilsel dönüştürüm, dilsel sapma, kurgusal bir zekâ ve söz oyunu, gerçeği tersinden ele alan ‘nükteli bir söz’, olumsuzlama, bir dil silahı olmaktan çok somut bir hayat gerçeğidir; ironi gülümsetir, düşündürtür; hayatla aramızda organik, doğrudan, sıcak, içten, dramatik bir bağ kurar: “Ona ‘haydi’/ Savaşa dediler/ Başkaca bir şey/ Söylemediler/ Aldılar köyünden/ Davulla, zurnayla/ Geride üç çocuk/ Bir eş ve bir ana/ Eline bir silah/ Tutuşturdular/ Ve karşılaştı/ Düşman ordular/Vurulup düştü/ İlk çatışmada/ Göğsünde bir oyuk/ Üç delik alnında/ ‘Ey bu topraklar için/ Toprağa düşen’/ Bir karış toprağın/ Var mıydı yaşarken?/ (14). Şaire düşen, sadece toplumsal hayatta kendi mantıksallıkları içinde ‘tutarlı’ görünen kimi gerçeklikleri yan yana getirmek; ironi, karşıtlıkların doğurduğu gerilimden kendiliğinden doğar; kara mizah pusudadır. Soyutlamacılığa, dil, söz oyunlarına, şematizme, biçimciliğe, katışıksız bir kurguya, idealist/ metafizik bir hayat ve dünya algısına indirgeyici tavrı dışlayan Behramoğlu’nun şiiri ‘bıçak sırtında’ bir şiir; günlük dilin doğallığıyla ve çoğunlukla öykülemeye eğilimli yazıldığı için, ‘düzyazı’ hep bir köşede gözetler onu. Çünkü, şiiri onun ‘sınırlar’ında kurulmuştur. Behramoğlu, gözü kirişte, şiirini sıradanlığa düşmeden düz, rahat, içten bir söyleme, günlük dilin olanaklarına açar. Akılda kalıcı, konuşulduğu gibi yazılan, kolay ulaşılabilen, doğrudan, etkileyici, kavrayıcı, sıcak ve güçlü ses örgüleriyle işlenmiş ve her şeyden öte ‘sahih’ bir söylemdir bu. Paul Eluard’ın “hayatın doğal seyri” (‘le cours naturel de la vie’) dediği akışı izler ve öyküler bu şiir. Somut bir lirik yalınlığı öne çıkartır; hele, bir de bunu ‘mecazlı dil’e, retoriğe başvurmadan, doğal yoldan yapıyorsa; yani, dilin biçim, anlam özellikleri ile sözdizimin olanaklarından; sözcüklerin ritminden, sesinden, çağrıştırıcı gücünden yararlanarak kuruyorsa şiirsel etki daha bir yoğun duyumsanır. Aslında zor olan da budur; doğal, ham gerçeklikten şiir çıkarmak, ‘konuşur gibi’ yazarken gerçeği dönüştürmek... Melih Cevdet’in ‘dilin simyageri’ dediği şaire tıpatıp uyar bu eylem; “Kişisel, içten, dolaysız (bir) söz” (…) Bir anlamlar, imalar, sesler, görüntüler, gözlemler, izlenimler, düşünceler, duy gular sağanağı... Bilinciyle, bilinçaltıyla, bilinçüstüyle, bilinçdışıyla... bütünüyle insan (…) yaşayan, varoluşsal, organik bir yaratı (…) Açık, sade, insancıl bir şiir”(15), öykülerken derinleşen, genişleyen bir şiir; ancak, onda öykülemecilik, kesinlikle çizgisel bir seyir değildir; çoğunlukla içe dönüşlerle, iç yolculuklarla, uzak, yakın çağrışımlarla derinleşen bir kopuksuzluğu, sürekliliği anlatır içten içe: “Değişir yönü rüzgârın/ Solar ansızın yapraklar/ şaşırır yolunu denizde gemi/ Boşuna bir liman arar/ Gülüşü bir yabancının/ Çalmıştır senden sevdiğini/ İçinde biriken zehir/ Sadece kendini öldürecektir/ Ölümdür yaşanan tek başına/ Aşk iki kişiliktir”(16). Hayatın ritmi, sonsuz devingen akış içinde nefes alır verir şiir; ‘organik’ bir bütünün ‘parça’ları olan birbirinden kopuk gerçeklikler kişisel, içten bir sözün dolaysızlığında, evrensel bir hakikate tanıklık etmek için derinden derine bir ‘monolog’da yankılanıp durur. Behramoğlu’nun şiiri hayattan, doğadan beslenir, ancak onları ‘taklit’ etmez; tam tersine, onlara ‘sözün dolaysızlı ğı’nda kendi ‘gerçeğini’, biçemini ekler. Gerçeğin ‘temsiliyet’ sorunu, onda bir ‘sorun’ olmaktan çıkar; toplumsal ya da bireysel olgular, gerçeklikler, ‘tarih’ kendi iç gerekirlilikleri, yapıları ve bağıntıları içinde sadece boyut değiştirir, kişiselleşir, derinleşir, arınarak, yalınlaşarak, güzelleşerek, etkileyerek. “Yazacağım her şeyin hayatta bir karşılığı olsun istiyorum”(17) diyecektir Behramoğlu; “Bir şiir nasıl biter, ya da biter mi, hayat sürüp giderken”(18), şiirhayat, hayatşiir ilişkisini bundan daha güzel ne açıklayabilir dersiniz? ? (*) Prof. Dr. Kemal Özmen, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü. NOTLAR: 1. Hayata Uzun Veda, s.43. 2. Ataol Behramoğlu, Cumhuriyet Gazetesi, 25 Ocak 2009, Pazar Eki 3. Yaşayan Bir Şiir, s. 192 4. Kızıma Mektuplar, s. 17 5. Hayata Uzun Veda, s.16 6. A.g.y.,s. 1112 7. A.g.y.,s. 22 8. A.g.y.,s., 40 9. Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir şey Var, s.79 10. Hayata Uzun Veda, s.32 11. Yaşayan Bir Şiir s. 211 12. A.g.y.,s. 204 13. Yeni Aşka Gazel, s. 37 14. Kızıma Mektuplar, s. 230 15. Yaşayan Bir Şiir.,s. 84 16. Aşk Iki Kişiliktir, s. 53 17. Bir Gün Mutlaka, Tekin Yayınevi, s. 153. Ataol Behramoğlu Armağan Kitabı/ Heyamola Yayınları/332 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1035 SAYFA 11
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle