29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ayşe Kulin’in kaleminden mektuplarla Türkan Saylan ve Cüzam mücadelesi Ayşe Kulin’in Şişli’deki evine TürkanTek ve Tek Başına adlı kitabı üzerine söyleşi yapmaya giderken Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan ile daha önce yaptığım söyleşileri, paylaştığım unutulmaz anları anımsıyordum. Söyleşimiz sırasında bir sorum üzerine “özellikle ajanların sivil toplum örgütlerinin peşinde olduğunu” söylediği sıradaki kararlı, gözleri hafif bulutlu halini de hiç unutamıyorum. “Kızlarımız okuyacak, mutlaka okuyacak, başka yolu yok, okuyacaklar, okutacağız” deyişini de. Kitaplarını bana “Atatürk kızı” diyerek imzalayışını da... Kocaman sarılışını da... Yarı tiz, şen kahkahasını da... Daha pek çok anı... Ama onları, bir gün hakkında kaleme alacağım yazıya saklıyorum. TürkanTek ve Tek Başına adlı kitabında, Türkan Saylan’ın iç dünyasını, yakın arkadaşı Gökşin Sanal ile günlük, günce biçeminde mektuplaşmaları üzerinden anlatıyor Ayşe Kulin. Koşutunda cüzam ile olağanüstü mücadelesi kronolojik sırada yerini alarak çerçeveliyor kitabı… Satırlarda büyüyor Türkan Saylan… Genç kız oluyor, sonra eş, anne, can dost, idealist, hoca Türkan’a geliyor sıra. Kuşkusuz en çok da insan Türkan’ı okuyoruz… Mehtabı seviyor, günbatımını seviyor, ay ışığına tutkun… Aşkın halleri Yeniden merhaba Türkan hocam! ne âşık bir kadın okuduğumuz... Tüm mücadelesi aşk ile içselleşmiş yüreğinde. Sonra iki kez evlenmiş, çocuk sahibi olduktan sonra ise ısrarla ev kadını olması istenmiş. Tabii ya, evde ol, çocuk büyüt, pilaki pişir! Kadın başına bunca sürünmeye ne gerek var? Evliliklerinde de epey çekmiş bu nedenle. Gayret etmiş yine de… Ama sonunda tokat yediği de olmuş, kıskançlıktan bezdiği de. Tek ve tek başınaydı bu nedenle… Öte yandan ise tam bir toplum piriydi… Titri öyle olmasa da kimliği, kişiliği, çalışmalarıyla sıkı bir sosyologdu… İnsan hayatına ve ruhuna koşulsuz adalı bir yaşamdı onunki. Neler demediler ki hakkında? Misyonermiş, komünistmiş, dinsizmiş… Kız çocukları Allahsızlaştırıyormuş? Muş, muş, muş… Bugün din adına mangalda kül bırakmayanları, kendine o gâvur diyenleri cebinden çıkaracak denli bilgili bir Müslüman kızı, inançlı bir ailenin ferdiydi. Sayısız hayır duası aldı… Hayatlar kurtardı, aydınlık gelecekler kurdu, ümit verdi. Belki de onu en çok Müslümanlar sevdi. Ta bilmem ne zaman bu kez din üzerinden bölündüğümüzü öngördüğünde ne kadar da haklı çıkmıştı… Ölümüne yakın Ümraniye’de bulunan silahlarla ilgili arama deyip evini basanlar, cenazesine gelmeyen devlet erkânı, hükümetin bir bakanının çirkin sözleri, karalamalar, burs alan çocukları fişlemeler, göz korkutmalar kitlelere işlemedi… Türk halkı Türkan Saylan’ını aslanlar gibi uğurladı. Hep koştu… Hiç durmadı… Yılmadı… İyi ki vardı… Ayşe Kulin ile TürkanTek ve Tek Başına adlı kitabını konuştuk. dum. Kısa süre sonra ise vefat etti. Bir süre geçtikten sonra bir gün beni Gökşin Hanım (Sanal) aradı. “Elimde mektuplar var” dedi ve şimdi ikimiz de anlıyoruz ki, Türkan Hoca o mektupların bana iletilmesini istiyordu. Ama Gökşin Hanım kendi açısından çok doğru hareket ederek bana mektupları teslim etmedi, çünkü mektupların içinde özel kalmasını istedikleri anılar da var. Gökşin Hanım bana o inci gibi el yazısıyla hiç üşenmeden 150 sayfalık koca bir defter hazırlamış. Alıntılar yapmış, tarihler koymuş. Onları verdi, o zaman yol haritamı daha doğru ve emin oluşturabildim. Nasıl bir Türkan çıktı karşınıza mektupları ilk okuduğunuzda? Bilmediğim bir Türkan çıktı. Nasıl romantik, heyecanlı, nasıl genç bir Türkan! Tanıdığımız ya da bildiğimizden çok daha derin yönleriyle bir Türkan’dı bu. Çok muhafazakâr yetiştirilmiş, dünyaya biraz sağdan bakan bir kızdı karşıma çıkan. Sonra ne değişimler geçirmiş. Sıkı bir dini eğitim almış, dinin sağlam bir yeri var yetiştiği evde... Hem de nasıl. Ko Ë Gamze AKDEMİR lım... 2003’te, onun hayata geçirdiği ve benim sonradan adını “Kardelenler” olarak değiştirdiğim, “Çağdaş Türkiye’nin Çağdaş Kızları” adlı projenin kitabını yazmak için doğu illerine doğru yolculuğa çıkmadan önce tanıştık. Kardelenler’i yazma teklifi bana Turkcell’den geldi. Hiç böyle para karşılığı iş yapmadığım için kesinlikle reddettim ama telefondaki hanım inanılmaz bir ısrarla projeyi anlattı. “Hayatta sadece iki saatinizi istiyorum, sizi bu çocukların burs aldığı okula götüreceğim, onlarla konuşturacağım, hâlâ hayır diyorsanız artık ısrar etmeyeceğim” dedi. Buluşmayı kabul ettim. Karşıda Acarkent’te bir TED okulu var, beni orada bu bursu alan çocuklarla görüştürdüler. O gün hakikaten vuruldum, hiç böyle bir şey beklemiyordum. Bu çocuklar İstanbul’a geleli aşağı yukarı 1520 gün olmuştu ve inanılmaz bir gelişim geçirmişlerdi. Hayatlarında ilk defa deniz, otobüs, şehir, diş fırçası gören çocuklar vardı düşünün ve nasıl bir ümitle ileri bakıyorlar yani doktor olacaklar, hemşire olacaklar, öğretmen olacaklar… Böyle bir coşku hiçbirimizin çocuğunda yok... Gözlerim yaşardı ve teklifi hemen kabul ettim. Bu kapsamda Doğu’ya doğru bir yolculuğa çıkılacaktı, ben, fotoğrafçı arkadaşımız Manuel Çıtak, ve onun asistanı gideceğiz. SAYFA 16 T ürkan Saylan ile nasıl tanıştığınızı ve aranızdaki yakınlığın filizlenişini sorarak başlaya “Gitmeden Türkan Hoca ile görüşün” dediler. Türkan Hoca’yı yaşlı başlı, beyaz saçlı, tayyörlü böyle daha resmi duruşlu bir hanımefendi olarak bekliyordum. Odasının dışında beklerken bir ses duyuyordum, nasıl genç bir ses, şen şakrak, cıvıl cıvıl... Sonra beni içeri aldılar, girdim aa o ses onunmuş. Kemoterapi geçirmişti, saçları yeni yeni çıkıyordu ve o saçlar kırmızı. Al onu canına sok, öyle şirin, sevimli bir kadın karşımdaki. Rengârenk bir giysi üstünde, gözleri pırıl pırıl. İlk gördüğüm o anda bayıldım Türkan Hoca’ya. Uzun uzun konuştuk, bana Doğu hakkında bilgiler verdi. Doğu’ya gitmemiş, hiç bilmiyor değildim ama nelerle karşılaşacağım, neler yapmam gerektiği, her eve giderken yanımda mutlaka bir il müdürü ya da Milli Eğitim’den birinin bulunması gerektiği gibi anahtar bilgilerle aydınlattı beni. Arada gene karşılaştık çünkü çocuklarla görüşmek için Doğu’ya birkaç kez daha gittim. Bir gidişimde de kendisiyle Erzurum’da tesadüf ettik. Burs dağıtıyorlardı, yılda bir kere törenleri oluyordu, çocukların aileleri de geliyordu. Çocuklarla ve ailelerle kurduğu sıcacık bağı somut olarak ilk orada gördüm. Çırpınıyordu onlar için. Birkaç tane de genç kadın kaymakam vardı, biri de o yöredendi, Vanlıydı. Türkan Hoca çocuklara o genç kadın kaymakam kadınları örnek gösteriyordu, ümit veriyordu. Türkiye buna müsait yeter ki okuyun diyordu. Bir kere daha hayran oldum. Bu kitabın yazılmasını o istedi, anlatır mısınız o süreci? Şöyle, yakın arkadaşı Gökşin Hanım (Sanal) o mektuplarla bana dönmeseydi bu kitabı yazamazdım. Türkan Hanım bir buluşmamızda bana böyle bir kitap yazmamı istediğini belli etti yani ifade etti ve bana yardımcı olur düşüncesiyle kitaplarını yolladı. Ben yaşayan insanların yaşamlarını yazmak istemiyorum ve yazmıyorum. Böyle bir duygum vardır. Bir de Türkan Saylan ile ilgili yazılacak her şey fazlasıyla yazılmıştı gibi bir düşünceniz olduğunu biliyoruz… Evet, mesela Güneş Umuttan Önce Doğar‘da her şey var ben daha ne yazabilirdim. At Kız mesela harika bir biyografi. O ne denle Türkan Hanım’a “yazamayacağım çünkü her şey yazılmış hocam, yeni bir şey çıkaramayacağım” dedim. Türkan Hoca da “ama mektuplar var” dedi. Bana gelen okur mektupları gibi ona gelen hasta mektupları zannettim. Tabii o mektuplar da çok değerlidir ama birbirinin benzeri, tekrarı gibi. “MÜSLÜMANLARIN ANASIYDI” Oysa bu mektupları okuyunca anlıyoruz ki günce gibi ve hayli hareketli, dolu dolu… Kesinlikle. Ben başka isteksiz davranınca biliyorsunuz son derecede nazik bir insandı, sustu, bir şey söylemedi, ısrarcı olmadı. Sonra kanserinin tekrar nüksetmesi sonucu çok hastalandı. Bu beni büyük bir vicdan azabına sürükledi, istediğini yapamıyorum diye. Ziyaretine gittiğimde ikimizde de bir kırıklık olduğunu hissettim. Dedim ki “Hocam isterseniz ben cüzamlıları sizin üstünüzden anlatayım, Köprü romanımdaki gibi”. Sonra “Köprü‘yü okudunuz mu?” diye sordum. “Okudum” dedi. “Orada nasıl olay Valinin hayatı değildir ama Vali hep vardır, işte bir yöre, bir olay anlatılır. O şekilde bir roman yapmaya çalışayım” dedim. “Peki” dedi. “Bana birkaç tane cüzamlı hikâyesi nakledebilir misiniz veya beni yönlendirebilir misiniz” diye sordum. Hemen birkaç tane cüzam hikâyesi anlattı. Sonra öyle hale geldi ki bu durum telefon açıyordu, yine anlatıyordu, telefon başında çala kalem notlar alıyordum. Bu arada omzumda bir problem çıktı, üç ay kolumu kaldıramadım, fizik tedavi, ilaç falan... Ocak, şubat böyle geçti, mart ortalarında biraz düzelir gibi oldum ve hemen yazmaya başladım. İlk metni Türkan Hanım’a yolladım. Bir iki düzeltme yaptı, isim yanlışlarını falan düzeltti. Derken son şeklini verdiğim metni oğlunun epostasına yolladım. Tam o sıralarda da evi basıldı. Metinden eğer çıkış aldılarsa, tahmin ediyorum baskın sırasında onları da bulup aldılar. Sonrasında artık çok hasta ve güçsüzdü, yormamak adına katiyen bir şey sormak istemiyor ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 1035
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle