22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Y eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER celaluster@cumhuriyet.com.tr Şaşırtılara açık bir antik kent: Sagalassos orges, gezilerde çekilmiş fotoğraflardan yola çıkarak oluşturduğu Atlas’taki kısacık anlatılardan birinde, Epidauros antik kentindeki büyük tiyatroda izlediği Zincire Vurulmuş Prometheus’tan söz açar. Daha doğrusu, tragedyanın kendisinden çok, tragedyanın, evrensel belleğin bir parçası olan söylencenin ve o eskil tiyatronun çağrıştırdıklarından. Kulağına gelen dizelerin ötesinde, “koyu gecenin koynundaki koyu ırmak” onun olur. Oyunun İspanyolca uyarlamalarını, çevirilerini okumuştur, ama Aiskhylos’un Eski Yunan dilindeki sözlerine hemen hiç anlamadan kulak verirken, Shakespeare’e “küçük” bir taş atmaktan da geri kalmaz: “Grekçe konusundaki bilgisizliğimin Shakespeare’den hiç de aşağı kalmadığını söyleyebilirim.” Geçende, Bruno Vandermeulen ve Danny Veys’in fotoğraflarıyla oluşan Kayıp Şehir Sagalassos kitabına göz gezdirirken, bu eskil kenti gerçek doğasında sunan bu siyahbeyazlar da kendi Borges’ini arıyor diye geçirdim aklımdan. Antoninler Çeşmesi, Sütunlu Cadde, tapınaklar, Roma Hamamı, bir kent B evinin kalıntıları, gömütlükten bir bölüm, Antik Tiyatro ve tonozlu girişi, Dans Eden Kızlar frizi… İşinin ustası her yazara esinler verecek nitelikte görüntüler... İKİ FOTOĞRAFÇI Vandermeulen ve Veys, 2003 yılından bu yana, Sagalassos arkeoloji projesinde fotoğrafçı olarak görev yapıyorlar. İki fotoğrafçı, özellikle yeniden ayağa kaldırılmış anıtlara ve dokunulmamış bölgelere odaklanmak istemişler. O yüzden, daha az açıkta duran yerleri ve hayranlık verici görünümleri nerede bulabileceklerine ilişkin bir araştırmaya girişmişler. Fotoğrafların bir bölümü, her iki fotoğrafçının da kazı ekibi içindeki görevleri olan buluntu ve yapıların belgelenmesi sırasında ortaya çıkmış. Kitap oluşturulmadan önce, geçmiş yılların fotoğraf arşivleri taranmış. Bu araştırma sonucunda, kimi fotoğrafların eksik olduğu, ışığın her zaman doğru açıdan gelmediği, bir de koruma ve restorasyon için kurulmuş iskelelerin çoğu kez açık seçik bir görünümün ortaya çıkmasını engellediği anlaşılmış. Dahası, arşivdeki fotoğrafların, daha çok salt belgeleme amacıyla çekilmiş olduklarından, çoğu kez kitabın amacına ters düştüğü görülmüş. O yüzden, Vandermeulen ve Veys, kazı sezonu dışında Sagalassos’a doğru yola çıkmışlar, fotoğrafların çekileceği doğru açıları saptamışlar ve elimizdeki kitabı oluşturan fotoğrafları gerçekleştirmişler. Kayıp Şehir Sagalassos’taki fotoğraflarboylarının hücumları sonucunda terk edilmiştir. 13. yüzyılın ikinci çeyreğine kadar Türk boylarının Ağlasun’a yerleştikleri ve buraya bir Türk hamamı inşa ettikleri belirlenmiştir. Daha ileri araştırmalarla, Ağlasun’daki Türk yerleşimi ile Sagalassos’taki Bizans yerleşiminin ne ölçüde ve daha ne kadar devam ettiği belirlenmelidir (1213. yüzyıllarda İskender tepesi üzerinde bir Bizans kalesi bulunuyordu). Kesin olan tek şey, Sagalassos ve civarındaki araştırmanın daha çok sürprizlere gebe olduğudur.” ? da hemen göze çarpan kimi özellikler var. Örneğin, iki fotoğraf sanatçısının da, Sagalassos’un çeşitli görünümlerine bir arkeologdan farklı bir gözle baktıkları açık. Onun için, kitabın, arkeolojik özelliğinden çok sanatsal yönü göz önünde. BİR KENTİN SİYAHBEYAZI Sonra, çekimlerde, renkli fotoğraflar değil, siyahbeyaz fotoğraflar yeğlenmiş. Bu da, kitabı turistik bir elkitabı olmaktan kurtarıyor, tapınakları, hamamı, sütunları, ev kalıntılarını, gömütlüğü, antik tiyatroyu, oturma yerlerini, ovayı, tepeyi ve Akropol’ü bir anlamda “kendi doğaları içinde” görebilmemizi sağlıyor. Görüntülere, yıllardır alan çalışmalarında görev alan işçilerin fotoğraflarının da eklenmiş olması ise, kitabın tarihsel boyutlarına bir güncellik katıyor, eskilliğin ıssız ortamına günümüzden bir insan boyutu ekliyor. 18. YÜZYILDAN BU YANA Akdeniz Bölgesi’nin Göller Yöresi’ndeki bu antik kentte, 18. yüzyıldan bu yana Avrupalı gezginler incelemeler yapmışlar. Yıllardır Sagalassos projesinin başında bulunan Prof. Marc Waelkens’in açıklamalarından öğrendiğimize göre, kentin kalıntıları 1706’da Antalya’dan Isparta’ya bir kervan yolculuğu yapan Fransız doktor Paul Lucas tarafından keşfedilmiş. Ne ki, Ağlasun köyünün kuzeyini kaplayan bu yıkıntıların çok geniş bir alana yayıldığını gören Lucas, birden fazla kentin kalıntılarıyla karşılaştığını sanmış. Kentin adının “Sagalassos” olduğunu ise, 1824’te İngiliz gezgin F. J. Arundell kentteki yazıtlardan belirlemiş. Daha sonra Hamilton, Fellows, Texier gibi ünlü gezginler burada çalışmalar yapmışlar. İzleyen yıllarda, ancak atla, deveyle ya da yayan ulaşılabilen Sagalassos öreni unutulmuş. Yıllar geçmiş, 1982’de İngiliz tarihçi Stephen Mitchell, bugün de sürdürülmekte Pisidia projesini başlatmış. Bu projenin amacı, aralarında Sagalassos’un da bulunduğu Pisidia’nın antik dağ kentlerinin haritalarının çıkarılması, fotoğraflanması, onlardan kalan yazıtların kopyalanması. İLK GÖRÜŞTE AŞK Bugünkü kazıların başında bulunan Prof. Waelkens ise, Sagalassos’u ilk kez, 24 Ağustos 1984 sabahının erken saatlerinde görmüş ve ilk görüşte vurulmuş bu antik kente. Waelkens, 1985 yılından bu yana çalışıyor Sagalassos’ta; bu projeyi yaşamının bir parçası kılmış, o şimdi handiyse “çağdaş bir Sagalassoslu”. Sagalassos, yüzlerce yıl saldırılara, istilacılara, göçlere, salgınlara, depremlere direnerek ayakta kalmış bir kent. Bugün de, çağdaş arkeolojinin ışığında, unutulmuşluğa karşı direniyor. Tarihinin ayrıntıları her geçen gün biraz daha gün ışığına kavuşuyor. Öyle anlaşılıyor ki, şaşırtılara açık bir kent Sagalassos. ? MÜREKKEBİ KURUMADAN Direnen bir kent K ayıp Şehir Sagalassos’ta birbiri ardı sıra izlediğimiz olağanüstü güzellikteki siyahbeyaz fotoğraflardan sonra, Prof. Marc Waelkens’in, bu antik kentin ve buradaki araştırmaların tarihini gözler önüne seren yazısıyla karşılaşıyoruz. Uzun yıllardır Sagalassos kazılarının başında bulunan Prof. Waelkens, kentin bilinebilen tarihini ayrıntılarıyla anlatıyor, daha önceki varsayımların tersine, İÖ 600’ler ve 700’lerde yaşanan salgınlar ve depremden sonra bile kentin bütünüyle terk edilmediğini vurguluyor: “Giderek daha çok ortaya çıkan keramik kalıntıları gösteriyor ki bu depremin ardından şehir içinde ikamette herhangi bir azalma yaşanmışsa da bu boşluk çok kısa olmuş, hatta hiç olmamıştır. Depremin hemen ardından binalar tamir edilmiştir (bunların arasında Macellum da vardı) ve büyük Sü tunlu Cadde üzerinde ortaya çıkarılan ‘Helenistik Güney Kapı’ olarak adlandırılan alandaki kazı çalışmaları, depremden sonra yerleşim merkezinin olasılık kentin güney kısmına taşındığını göstermektedir. 2007 sezonu kazı çalışmalarında, Güney Kapı’nın, son evrede artık kapı olmaktan çıktığı, bu noktada Sütunlu Cadde’yi enlemesine kapatan bir duvarla bloke edildiği ortaya çıkmıştır. Caddenin iki yanında yer alan, kuzeye çıkıntı yapan iki kule onarılmış ve bunlar arasına kentin yüzyıllarca anıtsal merkezi olarak işlemiş alanı dışarıda bırakan kesintisiz bir duvar örülmüştür. Yalnızca imparatorluk kültü için inşa edilmiş güneydeki tapınak anıtsal merkezden kopmuştur. “9. yüzyıldan, kentin son piskoposunun varlığının yazılı kaynaklardan bilindiği 11. yüzyıla kadar etrafı duvarlarla çevrili bu kutsal tepede ve İskender tepesi üstünde küçük köyler ortaya çıkmıştır. Bu tip bir yerleşim Anadolu’nun Bizans ‘Karanlık Çağı’ denilen zaman dili için tipik olup ‘kastron’ olarak adlandırılır (daha önce kullanılan ‘polis’ terimi yerine). Muhtemelen bu kastron, Ağlasun’a yerleşecek Türk SAYFA 6 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1026
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle