Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
¥ tur. Batı’da edebiyatın gelişmesinde de bazı özellikler dikkat çekiyor... Öyle! Edebiyatta romanın ortaya çıkışı önce Batı’da oldu ve önce bireyi işledi; daha sonra da toplumu konu aldı. Şiirin destandan kopup yine insana yönelmesi de önemlidir. Demokrasinin ve özgürlüklerin doğup ve gelişmesinde, edebiyatın ve felsefesinin rolü, Batı kültüründe açıkça görülür. Bu iç içelik, Batı dışında da görülüyor değil mi? Batı uygarlığı, bir coğrafi deyim değil, her şeyden önce bir iktisadi ve sosyal sistemin ifadesidir. Gerçekten Batı uygarlığı, kapitalizmin doğup geliştiği ülkelerin uygarlığıdır. Ve kapitalizm, bugün bir “ileri sanayi kapitalizmi”dir. Ancak ileri sanayi kapitalizminin bulunduğu her ülkenin bu uygarlığa girdiği de sanılmasın, değil mi? Öyle! Örneğin Japonya, bir ileri sanayi kapitalizminin hem de büyük bir güçle yürürlükte olduğu bir ülke olmasına karşın, Batı uygarlığının dışındadır. Çünkü Japonya, bir uygarlığı uygarlık yapan başka kimi öğeler yani sanat, edebiyat, müzik, dinsel inanışlar vb.bakımından Batı uygarlığında rastlanmayan büyük farklılıklar gösterir. O halde, Batı uygarlığı, yalnız ileri sanayi kapitalizminin değil, aynı zamanda belli “kültürel değerler”in de uygarlığıdır. ra, “Demokrasi” de gündeme girer ve uygulanır: 1950’den sonra iktidar değişir. Ancak, daha çok demokrasi ve daha çok özgürlükler yerine, antidemokratik bir yürüyüş başlar ve bir noktada demokrasi arabası devrilir. Böyle olur, çünkü demokrasi adına uygulanan, “sandık demokrasisi”dir. Bu gidişten en çok zarar gören de herhalde laikliktir... Evet laikliktir, eğitimdir, toplumu emperyalizme daha çok bağlamaktır ve iktidarı, dinciİslamcı işgale açmaktır. Türkiye, bu acıları çekiyor, daha da çekecek... Demokrasimizin sorunları vardı, şimdi daha da derinliğine... NÂZIM VE YAŞAR KEMAL UYARIYOR Demokrasimizin sorunlarını en aza indirmenin çaresi sizce nedir? Başta, iktidardan indirilmiş Cumhuriyet Devrimi’ni yeniden iktidara geçirmektir. Kör değiliz, iktidarda olan karşıdevrimdir. Öyle olduğu için, bütün değerlerimiz ayaklar altındadır. Demokrasimiz Cumhuriyetsiz; öte yandan, demokrasimiz de demokrasisizdir değil mi? Öyle! Özdemir İnce, “Kardeşliğin yol gösterdiği özgürlük ve eşitlik anlayışı gerekiyor insanlığa. Yoksa bütün demokrasiler demokrasisiz bir demokrasi karikatürüne benzer” diyor haklı olarak. Peki aydınlarımız, bu diyalektikten haberli mi? Değil! Öyle olduğu için de, insanlığın tarihine olduğu kadar, kendi tarihine de bomboş gözlerle bakıyorlar. Aydın değil, “ayvaz ve aymaz” kişilerdir bunlar... Ekonomimiz altüst; eğitimimiz ise keşmekeş içinde. Bütün bunlar edebiyatı da etkiliyor. Özellikle şu konuda: Şiirde, roman ve öyküde, büyük bir birikimimiz oldu. Ama genç kuşaklar bu birikimin dışında. İlgi ve okuma düzeyi sönük... Ne yazık ki öyle! Eğitimimizde başta sınav sistemi okuma düzeyinde çok şeyi öldürüyor ve yaratışı da etkiliyor. Ama başlı başına Nâzım Hikmet dev bir çağrı. Yaşar Kemal ise, ulu bir soluk ve evrensel bir biçem. Her ikisi de uyarıyor ve çağırıyorlar... Türkiye’de eğitim düzeni yeni baştan değiştirildiğinde, yeni kuşaklara yollar açılacak... Tiyatroda, sinema ve müzikte de değil mi? Öyle... Kültürümüzün en zengin alanları arasındadır mizah ve karikatür. Çok eski ve derin bir mizahımız var; karikatürümüz ise, özellikle son yıllarda büyük gelişmeler kaydetmiştir... Sürecektir... Aziz Nesin’i yeniden bekliyoruz. Ya Abdülcanbaz? Gördüğümüz kadarıyla, Abdülcanbaz bir süredir dinlenme içindedir. O yüzdendir ki, Gözlüklü Sami ortamı boş bulup rezilliğin envaını sergiliyor, sergileyebiliyor. Ama yakındır, Abdülcanbaz, onu suç üstü yakaladığında, o ünlü Osmanlı tokadı ile saf dışı edecektir. Bir tokat yetiyor mu? Önce o gerek! Abdülcanbaz’ın gelişi yakın mıdır? Öyle görünüyor; çünkü, rezillik ayyuka çıkmıştır... ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Uygarlık Tarihi / Server Tanilli / Cumhuriyet Kitapları / 572 s. SAYFA 5 BAĞIMLI OLMAK YA DA OLMAMAK! Yaşadığımız yıllar, bir de “küreselleşme”nin yıllarıdır. Onun yaptığı ve bu arada yıktığı çok şeyler de var. Onun etkilerini de hesaba katmalı değil mi? Elbette. “Küreselleşme”, her şeyi piyasanın emrine vererek, büyük bir bunalıma da yol açtı. Bunu yaşıyoruz ve daha da yaşayacağız... Konuyu Türkiye’ye getirdiğimizde, aklımıza ilk gelen nedir yahut ne olmalı? Çağdaş Türkiye, “kapitalizm öncesi bir yapıdan kapitalizme doğru gelişen” bir toplumdur. Türk kapitalizminin, giderek tüm ekonominin de iki egemen niteliği, “bağımlı” ve “geri” oluşudur. Böyle olunca, ülkemizde kapitalizm, giderek tüm ekonomi emperyalizme “bağımlı”dır. Kapitalizm öncesinden kalma sınıflar, tabakalar ve kalıntılar da sürmektedir... Çağdaş Türkiye’de, Osmanlı İmparatorluğu yıkılıp yerine “Türkiye Cumhuriyeti” kurulurken, artık ileriye dönük bir program doğmuştu... Kuşkusuz! Türkiye’yi emperyalizme karşı dişe diş bir mücadele sonunda kurtarıp yeni bir “ulusal bir Türkiye”nin temellerini atarken; devlette, dinle devlet birbirinden ayrı olmalı, yani “laik” olmalıydı, onun yanı sıra, yeni Türkiye, kılığı ve kıyafetine kadar “çağdaş” olmalıydı. Antiemperyalist, laik ve çağdaş bir Türkiye isteniyordu. Kemalizmin ilkeleri... Öyle! Ve devleti ve toplumu, bu ülkelere göre yeniden kurup hayata hazırlar. Bu devrimden en çok yararlanan kimler olur? Başta kadınlar ve gençlik! “Kadınerkek eşitliği”, Müslüman dünyada ilk olarak ilan edilir ve yeni bir gençlik, “aklın ve bilimin doğrultusu”nda yetiştirilmeye başlanır. Yeni bir Medenî Yasa, yeni bir alfabe ve dil, yeni bir eğitim, Halkevleri ve Köy Enstitüleri... Bir yerden sonra, demokrasi de... Evet, İkinci Dünya Savaşı’ndan son CUMHURİYET KİTAP SAYI 1026