22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aleviliğin güncel sorun ve beklentileri... Hiçliğe giden yol rehberleri Önce Hiçlik Defteri doğdu. Çok geçmedi beklenmedik adıyla Kitap kitabı geldi. Korkusuzca yazıyordu Esat Korkmaz. İçinde biriken defterler ve kitaplar peş peşe akın ediyordu. Bekleyeni çok mudur, bilmiyorum. Ancak şaşırttığı okuru çoktur eminim. Aleviliğin kuramları ve felsefesi arasında okumaktan yorulan dostlarına borçlarını öder gibi defterler sürdü ortalığa. O defterleri açanlar okudukça içlerindeki yabancılaşmayı, sert sorguları peyder pey yumuşatıyordu. Ë Hasan HARMANCI sat Korkmaz’a göre Alevilik her ne olursa olsun yaşamın içinde vaha olmayı bilen bir kültürdür. Aleviliğin dili şiir dilidir. Diliyle yaşamı şiirleştirmektir. Kitap kitabı ise Aleviliğin geleneksel kurumlarının sürekli dıştan aldığı darbelere karşı bir set ve tamir görevi üstlenmek amacıyla yazılmış. Her iki kitabın öykülerini bilen biri olarak diyebilirim ki, edebi dilini yitirme sorunu yaşayan Aleviliğe tat katacak bir dil ve metin yazım tarzına sahiptir Hiçlik Defteri serisi ve Kitap kitabı. Başlangıç olarak üç seri olarak yayımlanan Hiçlik Defteri daha çok bir cep kitapçığı olarak düzenlenmiş. Defterlerin konuları şiirsel metinler ve denemeler: Yazarın deyimiyle “saçmalamalar”, benim deyimimle up uzup epik aforizmalar bütünü. Cesaret isteyen bir üslubu tercih eden yazar, Aleviliğin güçlü felsefi dilinin şiire yatkınlığı kadar edebi metinlere de yatkınlığını gösteriyor. Ancak okurken felsefeden hiç de uzaklaşmıyorsunuz. Orada soruları sadece yazar sorup, yazar yanıtlamıyor. Okuyucunun da kendisi ile “sevişmesi ne” kapı aralıyor. Korkak okuyucuyu bile kendine getirecek cürette “saçmalaması” elbette ki Aleviliğin doğurgan sesiyle bir yer arıyor kendisine. Herkes gibi kolayını bulup “çekip gitmek yerine durup düşünmek” gerek: “Hiçliğin gölgesi yaşam olduğuna göre ölüm yaşama âşıktır. Söylencelerde kimi kez gölgelerin korktuğuna tanık oluruz: O zaman soralım; “Gölgeler korkar mı?” diye. Gölgelerin korkusu şüphesiz bir gerçekliktir. Canın gölgesi beden, bedenin gölgesi can ise eğer, ölüm dediğimiz şey can gölgesinin iptalidir. Geriye bedenin gölgesi kalır. Canın gölgesi durumunda iken yani yaşarken nasıl korktuğumuzu ya da korkunun ne olduğunu hemen algılarız. Öyleyse ölümden sonra geride kalan can, yani bedenin gölgesi de korkar: Bir bedene sahip olamama korkusu gölgenin temel endişesidir. Öyleyse geride kalanlar ölenleri “Beden! Beden!” diye feryat ettirmemelidir. SUSMAYAN SESLER Hiçlik defterinde biraz da kendimize sorular sorarız. Sormadan Esat Korkmaz okumaya kalkmak zaten onun yazınını anlayamamaktır. Her küçük taşın, sözcüğün altında ses arar O: Susmayan sesler. Gittikçe çoğalan ve konuştukça her şeyi doğaya çeken ve dönüştüren sesler. Bu nedenle: “Sesleri çözdüğümüzde bunun bilme kültürünün değil, değiştirme kültürünün bir parçası olduğunu anlarız” diyor. Anlar mıyız gerçekten? Anlamak için, dilin biraz kendisini koyvermesi ve ezgisini, retoriğini yakalaması gerekmiyor mu? Peki, gerektikçe biz neye ihtiyaç duyarız? Sezgimize elbette. O zaman düşünürsün: “Bu ikiyüzlü ¥ E Esat Korkmaz Lindsay Waters’tan ‘Akademinin Düşmanları’ Kitap insanı değiştirebilir Lindsay Waters, Akademinin Düşmanları‘nda piyasa koşullarının, özgür düşünceye ve akademik yayıncılığa verdiği zarara değinirken, bağımsızlığa ve nicelikten çok nitelikli üretimin önemine ısrarla vurgu yapıyor. Ë Ali BULUNMAZ nsani gelişimin merkezinde yer alan kitap, yeri ve önemini yitiriyor mu? Lindsay Waters’ın sözcüklerini kullanırsak, akademi ve akademik dünyanın kalbi kitap, piyasaya yeniliyor mu? Kâr amacının ötesinde, yayınevinin kendi kendini döndürmesini ve kitabın değerinin kavranması gerektiği üzerinde duran Waters, yayıncıların salt kâr güdüsüyle çalışmaya yönelmesini eleştiriyor. Waters’ın temel izleği, kitabın insanları değiştirebileceği. Waters, “Kitaplar ne işe yarar? Yayınlar ne içindir?” diye sorduktan sonra, Akademinin Düşmanları’nı yazış amacını duyuruyor: “Burada, huzurunuzda bulunuyor olma nedenim kitaplara karşı Lindsay Waters beslediğim ölçüsüz sevgi. Onları neredeyse insanları sevdiğim kadar seviyorum” (s. 9). Waters karşılaştığı ilginç bir soruyu aktarıyor: “Nasıl olur da sistemi eleştirebilirsiniz? Harvard Üniversitesi Yayınevi olarak sistem siz değil misiniz?” Bu soruların yanında, parayı kitaba yatıranın sistem ve piyasa için iş yapmadığında çoğunlukla kaybedişi, yayıncıların önünde kaba bir gerçek olarak duruyor. Üniversite yayınevlerinin kâr sağlamayı düşünmesi de bu nedenle hayalciliğin ötesine geçmiyor. Kaldı ki Waters da bunun karşısında. Üniversitelerin tefecilere bırakılması genel anlamda rahatsızlığı körüklüyor. Waters’a göre bu kişiler üniversiteleri şirketleştiriyor, kitapların ve yayınların içini boşaltarak, özellikle insan bilimlerinde “söz” sahibi oluyor. Akademik sürecin temel yapı taşı yayıncılık ya da yayın faaliyeti de, bahsedilen tehlikenin kollarında Waters’a göre. İnsan bilimlerinde bir kriz söz konusu ve bunu yaratan da, neyin değerli olduğuna dair sayılara dayanan varsayımlar: “Kitaplar da nicelik belirten nesnelere dönüşünce, insan bilimlerinin çalıştığı diğer bütün şeyler de değerini yitiriyor” Waters’ın gelip dayandığı soru ve buna yanıt arama süreci de hayli ilgi çekici: “Acaba akademi dünyası Amerikan toplumunun büyük kısmını saran bulaşıcı sahtekârlığın kendisine de sirayet etmesine izin mi verdi?” (s. 14). UYUMLU OL, BOZULUŞA AYAK UYDUR! İ KÂR DEYİNCE AKAN SULAR DURUR 1984’ten bu yana Harvard Üniversitesi’nin İnsan Bilimleri Yayınları’nın yönetmenliğini yapan Waters, söze başlarken ABD’de Californiya, Duke, Stanford gibi kimi üniversitelerin insan bilimleri yayınlarına yönelik ciddi kesintilere gittiğini ifade ediyor. SAYFA 18 Waters, insan bilimcileri krize iten şeyin “bilim insanının kaç tane yayın yapması gerektiğine dair mantıksız beklenti” olduğunu savunur: “Mesele, nasıl algılandığına bakılmaksızın sadece üretime yoğunlaşılması. Bu iki öge üretim ve algılanış arasındaki denge kaybolup gitti. Yapmamız gereken bu ikisi arasındaki ahengi yeniden inşa etmek.” Bugün özgür olduğunu sanan akademisyenler ve özellikle de insan bilimciler, çok daha üretken ya da elli yıl öncesine göre daha iyi işler çıkarıyor gibi görünebilir. Waters, bunun sadece yayın sayısındaki bir artış olduğunu dile getiriyor. Kısacası bu bir cila. Üstelik kadro silahı üniversitede, üretimi etkileyen bir belirleyici konumunda. Waters, bugünkü şartlarda bir yardımcı doçentin iyi bir kitap yazabilmesi için, olağanüstü yeteneklere sahip olması gerektiğini söyler: “Bir yardımcı doçent başına kadro silahı dayanmışken ve üretkenliği ile ilgili beklentiler yükselmişken her şey olabilir ama özgür olamaz.” Üniversitelerin, zihnin özgür kullanımına karşı duvarlar ördüğünü belirten Waters, yönetim kadrolarının yenilik ve içeriğin ayrıntılarıyla uğraşmaktan yana olmadığına dikkat çeker. Günün gerçeği ve geçerli olan ilkesi uyumluluktan başka bir şey değil. Özgüvene ve eleştirelliğe “panzehir” olarak geliştirilen bu ilke, çoğu alandakine benzer şekilde akademik dünyada da yükselmenin koşulu haline getirildi. Böylesine bir bozulmanın insan bilimlerini etkilemesi ise kaçınılmazdı. Waters, “bilinç, tecrübe ve hakikat” gibi kelimelerin son otuz yıl ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 1026
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle