20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Vildan Çetin ile “Kök”e yakın plan Sansürsüz huşu hali... Önce Ses verdi... Sonra Kök saldı... Üçlemenin ikincisi Kök olsa da sözümüzün konusu haberini aldık üçüncü kitap da yolda ve Ama adını taşıyacak... Öyle yazdı ki, kelimeleri tel örgü, beton duvar tanımadı... Yuh çekerken bile, hayatın rutinine kafa atarken bile aslında “nefsi müdafaada sıcacık bir yüreği” dışavurdu hep. Gümrüksüz yazdı... Pervasızdı sanmayın sakın, hiç de bile... Zaten kalemini en çok donatan da bu... Dediği gibi “sansürsüz huşu hali, yaratıcılığının temeli.” Vildan Çetin Kök adlı romanını anlattı. Ë Gamze AKDEMİR lk soruda Kök’ün yazım sürecini anlatır mısınız? ‘Nereden başladım, nereden alıştım şu merete’, sormayın. Hani müptelaların bitmez tükenmez bahaneleri vardır ya içmek için, benim için de yazmak öyle bir şey. Sıkıl yaz, kız yaz, gül yaz, iğren yaz, kaç yaz... Her bahanede, her durumda yaz Allah yaz. Yazmıyorken de yazacaklarının hayalini yaz. İşte Kök de böyle bir haleti ruhiye içinde düşe kalka ilerlerken, uzun bir yolun orta dönemecinde kendi kendini yazdırdı. Varlık dergisinin Genç Öykücüler yarışmasında öykülerimin ilk ona kaldığı dönemde sadece öykü yazıyordum. Bir öykü nedense bitemiyordu. Yatıp kalkıp öyküdeki karakterleri, olayları düşlüyor, alternatif durumlar, örgüler kurguluyordum. Ne kadar bitirmek istesem de, hep eksikti sanki bir şeyler. Karakterler, olaylar, ayrıntılar, dalgalanmalar... yetersiz, güdük, boynu bükük hatta sığ... ‘Çok bilmiş yazar hanım kızım, hırsını anlayış ve sevgiyle karşılıyorum ancak, sonunu getirmeye pek hevesli olduğun hikâyemizin sonu da başı da aslında öyle değil, yazık etme bize de devamını getiriver efendice, hak ettiğince...’ diyordu Talat Kavak pis pis dudaklarını yalarken. Selin de, ‘Kel kafası ellerinde, ne yani hepsi bu kadar mı? Biz bu kadar mıyız?’ diye takılmış plak gibi inliyordu, görünmez bir salıncakta ileri geri sallanırken. Baktım olmayacak böyle. Aklıma üçleme yazmak geldi. Ses’in ardından yazmaya devam ettim. Kök, ortaya çıktı. Ses, zaafları olan bir romandı. Edebi açıdan bilerek yapılmış zaaflar... Üçlemenin son kitabı Ama’ya kaynak oluşturacak meselelerin, durumların, yorumların sıralarının gelmesini beklerken gizlendiği bir kitap. Kök ise daha çok, soruların kitabı oldu. Yanıt vermekten çok, sorulara yeni sorular ekleyen bir sorular kitabı. Bir yandan da Kök için iknanın romanı diyebiliriz. Nasıl ikna oluruz. İşimize geldiği için mi? Yoksa, mantıklı, akılcı nedenler önümüze konduğu için mi? Yoksa yoksa, derinlerimizdeki bataklıklardan yükselen itici güçler tanımlanamaz mıdır? lında “nefsi müdafaada sıcacık bir yüreğin” dışavurumu (mu?)... Okurla kafa kafaya veren bir roman Kök... Türü roman olsa da sanki yan sokakta yaşanıyor benzeri, o kadar sahici... Kök’ün bütününde okurla buluşmasını umduğunuz paydalar nelerdi? Kanımca, evrenin gidişatına kafayı takmadan yaşamak, bitkisel hayatta yaşamaktan farksız olurdu. İnsanın lehine ya da aleyhine, ortada tonlarca haksız durum varken hele... Üstelik bunu, bir devir meselesi olarak değil, yaradılış kaynaklı bir mesele olarak görüyorum. Ne gerek var bu kadar tantanaya, dediğim oluyor sık sık kendi kendime. Titizlik gösterdiğim bir mesele de, iyi kahraman kötü kahraman meselesi. Kahramanlarımı iyi ya da kötü yönleriyle ortaya koyuyorum. Tarafsızca. Herkesin durumu kendine yontmasına izin veriyorum. En iyi kahramanların dahi canları yandığında nasıl kötüleşmeye başlayabileceklerini anlatmaktan yüksünmüyorum. Bana göre, iyi veya kötü insan yoktur çünkü. Durumların vesile olduğu davranış şekilleri vardır. Karakterleri yorumlarken, bu durumlar meselesini elimden geldiğince açıklamaya çalışıyorum. Öyle ki, sırf canı sıkıldığı için adam öldüren birisi de bir durumu kendine göre yorumlamıştır ve tabii ki yaptığı işin ne denli keyifli olduğunu ballandıra ballandıra anlatma hakkına sahiptir. Burada okura yaslanıyorum. Yorumu onlara bırakıyorum. Kitap benden çıktıktan sonra kendimi okurla aynı seviyede görüyorum. Hak iddia etmiyorum yazdıklarımla ilgili. Moda laftır biliyorum ama kurduruyor kendini “cümle”siyle günümüzde... Bozulan ezberler.... Sonra yine bozulan... Sonra yine... “Kök”, tecelli ededuran kaderin başımıza sardığı belalara, sinir bozukluklarına, kayıtsızlığa, aymazlığa insan doğasının batasıca zaaflarına fırça atarken afili dobra diliyle toplamda hasar alan benliği rehabilite etme azminde de bir bakıma... Yanıldım mı? Yanılmıyorsunuz. Küçükken aklıma gelen abukluklardan, merak ettiklerimi sormaktan ölesiye utanırdım. Yaşım ilerlemeye başladıkça anladım ki, benim gibi tırsaklar azımsanmayacak ölçüde. Birilerinin en kuytularımızda kalmış, kendimize dahi açmaya utandığımız düşüncelerimizi, isteklerimizi, zayıflıklarımızı ve zaaflarımızı olduğu gibi ortaya koyup tartışmaya açması gerekiyor. Tartışılmalı ki, temeller sarsılmalı, dinamitlenmeli, ezberler bozulmalı ve yeni kavrayış tarzları oluşturulmalı. Toplumun kendini kandırması, örtbas etme sevdası, âlem ne der kaygısı bizi bu noktaya getirdi. Okuyunca anlıyoruz ki Vildan Çetin İ “Kök daha çok, soruların kitabı oldu. Yanıt vermekten çok, sorulara yeni sorular ekleyen bir sorular kitabı” diyor Vildan Çetin. en önce kendisiyle uğraşıyor, didişiyor haylice... Olumlayarak söylüyorum, yazar, sade yurttaş, yalın insan bütününde her sayfada hırpalıyor... Ve sanki didiştikçe, hırpaladıkça yaratısını katlıyor ikiye... Yok külliyen yanıldıysam eğer o biçemden alacağım deneme tadında olacağını tahmin ettiğim dobra yanıta da aslında hayli merakla hazırım... Kendimi hırpalamak ve sorgulamak sıkça yaptığım bir şey. İtiraf ediyorum ki mazoşistce keyif de alıyorum bundan. Bundan daha tatmin edici bir şey varsa o da, başka/bambaşka biri olarak, o bambaşka birini didik didik ederek sorgulamaya devam etmek. O bambaşka birileri vasıtasıyla, derinlere inmek; kazmak, kazmak, kazmak. En can alıcı noktaya ulaşana dek yılmadan kazmak hem de. Tıpkı, oyuncular gibi. Ölü seviciyi yazarken, ölülerle sevişmenin harikuladeliğini, verdiği doyumsuz zevki ya da binlerce masum insanı katleden bir intihar bombacısını yazarken, işini tam manasıyla kusursuz olarak gerçekleştirmekten duyduğu tatmin hislerini yazmak, gerekirse okuyucuyu boğmak, nefessiz bırakmak, nefretini kazanmak... Yok eğer bu şekilde yazamayacaksam kişisel sansür mekanizmamdan dolayı, hiç yazmayayım daha iyi, diye düşünüyorum. Bu sansürsüz huşu hali, yaratıcılığım temelini oluşturuyor. REKLAM VE YAZIN Reklam yazarı, reklam dili, kısa, kesin, net, yalın, tasarruflu, söyleyeceğini şak diye söyleyen... Sarkacı, geçişleri süratli... O biçem sormak istediğim... Neden tercih ettiğiniz, o biçemin sunduğu olanakları nasıl yorumladığınız? Ve reklamcılığın dile attığı çentik, dille kurulu göbek bağı... Reklam, çaktırmadan tüketiciye yalvarmaktır aslında. ‘No’lurrr bana bak, no’lurr beni satın al’ der her reklam. İnsanların zamanını hoyratça, türlü oyunlarla, şirinlik, cool’luk maskeleriyle kat “HAK İDDİA ETMİYORUM” Kafası gidişata; evrenin bilinmezlerinin insan aleyhine kullanıladurmasına hayli bozuk bir yazarın isyanı (mı?)... Kelimeleri imasız, doğrudan hani kimi bodoslama dobraca... Yuh çekerken bile, hayatın rutinine kafa atarken bile as lederken birilerine para/prestij/dıt/bıt yani stratejik olarak amaç neyse, onu kazandırır. Bir bakmışsınız ‘İim bebetom, sndn nbr’, yazıvermişsiniz gençlere şirin görünmek için. Kum yerine kuum, hız yerine hızz adını vermişsiniz markanızın yeni ürününe, daha havalı ve batılı görünsün diye. Reklamın yaratıcılığı, stratejistlerce hazırlanmış, hedef kitlesi belli bir alanla sınırlıdır. Bu kısıtlamalar/çerçeveler, rakip duruşların/markaların belirginliği veya belirsizliği, ister istemez düşünüşten yorumlayışa ve ifade edişe kadar her aşamada kıvraklığı, analitik kavrayış ve ifade edişi geliştirir. Hayatın içinde/yaşayan/gelişen entelektüel birikime sahip, disiplinli, çalışkan ve araştırmacı bir kişi değilseniz yaratıcılığınız hiçbir işe yaramaz. E yaramazsa da, sizi maaşla satın alanların hoşuna gitmezsiniz. Ne yazacağı konusunda bağımsız bir yazarın ise sahibi yoktur. Reklamcılık tecrübelerimin tabii ki dilime yadsınamaz bir etkisi var. Şu anda bile düşünmeden edemiyorum, bu yaptığım reklam değilde ne? ‘Harika ve sevgili okur, son dönemlerin en ilgi çekici yazarının romanını okumadım deme. Oku, okut. Okumayanları çık çık sesiyle, kına!’ demiyorum da napıyorum?’ diye düşünmeden edemiyorum. Vildan Çetin yazıyı bırakacak değil elbette, vardır yeni tasarıları? Paylaşır mısınız bizlerle? Sırada, üçlemenin son kitabı Ama var. Bir taraftan Ses’i düzenliyor bir taraftan da onu yazıyorum. Bitince, uzun süredir biriktirdiğim öykülerim var. Onları bir kitapta toplayacağım. Eğer fikrim değişmezse, bu iki kitaptan sonra fantastik bir seri yazacağım. Televizyon için hazırladığım sitcom tarzında bir çalışmam ve uzun metrajlı çizgi film senaryom da çekmecede bekliyor. ? [email protected] Kök / Vildan Çetin / Galata Kitaplığı/ 352 s. SAYFA 9 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1024
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle