Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Oyun yazmak!... mundan çıkarılıp yayımlanması işi ciddi sanat eylemi olarak alınmalı! Öykü, roman dosyaları okuduğum gibi yıllardır oyun dosyaları da okurum, kimileyin üstlendiğim görev gereği ya da bunu ahlaksal tutum olarak aldığımdan kimileyin de ille okumam için eş dost tarafından gönderilenleri… Değil mi ki yazarım, üstelik başkalarınca kaleme alınmış yapıtlar üzerine de yazıyorum, bundan daha doğal ne olabilir? MitosBoyut oyun yarışmasıyla yayımlanma olanağına kavuşmuş dosyaların kitaplaşmasına biraz kendi serüvenimi çağrıştıran yanlarından ötürü bu duyguyla yaklaştım elimde olmaksızın… Oysa hiçbir zaman kitaplaşamadan dosya olarak ömürlerini tamamlayan oyunlar da var… Benim de yayımlamadığım en azından on beş kadar dosyam var böyle. İş, yalnız yayımlanırlık niteliğine sahip oyun dosyalarını kitaplaştırmak… Bu çerçevede sahnelenme olanağı bulsun bulmasın yayımlanmadan dosya halinde kalan binlerce oyun dosyası olduğu söylenebilir. Yayımlanan dosyaların sayısı ise devede kulak herhalde… Nitekim Yılmaz Öğüt’ten aldığım bilgiler doğrultusunda, kısıtlama yapılmadığı için yazarların birden fazla oyunla ya da kısa oyunla katılabildiği 2006’daki ilk yarışmaya 116, 2008’deki üçüncüsüne 122, 2007’deki gençlik oyunlarına 36, kısa oyunların kabul edilmediği 2009’daki yarışmaya 82 dosya başvuruyor. Sonuçta dört yılda toplam 356 oyun dosyası. Küçümsenmesi olanaksız bir tiyatro erkesi! 2009’daki son yarışmada ise oyunları yayımlanmaya değer bulunan, şu günlerde kitapçı sergenlerinde yerini alacak genç yazarlar da şunlar: Yusuf Demirkol, Özlem Lale, Erkan Yılmaz, Pervin Okur, Elif Solak. Yukarıda andığım yirmi oyun yazarının yaş dağılımları dikkate alındığında bunların 19651987 arası doğumlulardan oluştuğu görülüyor. Bir ortalama almaya kalktığımızda yazarların 1980 doğumlu olduklarını görüyoruz. Bu hesapla yarışmaya katılan oyun yazarlarımız, hep gençlerden oluşuyor son dönemde… On kadın, on erkek, ne güzel! Türkiye’nin hemen her yerinden yazarla karşılaşıyoruz yirmi ad arasında. Kıbrıs’tan bile yazar var. Genç yazarların on biri AÜ Dil ve TarihCoğrafya Fakültesi ile Dokuz Eylül Üniversitesi tiyatro bölümlerinin ilgili anasanat dalından çıkışlılar ya da buralarda öğrenciler… Ayrıca öteki üniversitelerin güzel sanatlar fakültelerinden de var… Andığım bu genç oyun yazarlarının oyun dosyalarından içeri girebiliriz şimdi… GENÇ OYUN YAZARLARININ DOSYALARI... Oyunları okuduktan sonra bunların, neden gereğince tortu bırakmadığını düşündüm uzun uzun… Evet, beğenerek, tat alarak, eğlenerek okudum bu oyunları, ama tiyatrodan beklenebilecek sarsıcı bir etkiye yol açmadan, hoş izlenimler bırakarak sönmeye yüz tutuyordu bir iki gün içinde. Hatta birkaç saat içinde sönenler de oldu şaşılacak biçimde… Oyunları okurken, sahnenin düşünüldüğü izlenimine varıyor insan. Karakter yaratmaya dönük derinleşmek yerine tipleştirmenin uçarılığına kayılabiliyor kolaycı bir yol, yaklaşım olarak… Bunun sonucunda tipolojik olandan kalkılarak karakter yaratmaya dönük herhangi derinliğe ulaşılamadan kalıyor ne yazık ki oyunlar. Bunun tersi durumlar da yok değil. Ama deneyimi, çağımızın parçalanmış bireyiyle sınırlı genç yazar ne yapsın? Nitekim pek çoğunda oyun kişileri karmaşık yapı yansıtmak yerine yüzeydeki, sığ yanlarıyla oyunun içinde geziniyor! Yaşamdan sahneye bir armağan gibi değil de tiyatronun bizim kuru yaşamımıza armağanı gibi duruyor bu kahramanlar… Oyunların dramatik dolantısı eksiksiz tamamlanıyor tamamlanmasına, ancak bu dramatik dolantıların bir yoğunlaşmaya yol açmadığı da görülüyor. Bunun sonucunda oyunların duygu, düşünce düzleminde bıraktığı tortu bundan olumsuz etkileniyor. Bir ilginç yan da genç oyun yazarlarının olaya dayalı oyun verimlemedeki iştahta kendini gösteriyor. Gerçi dönüştürüm, simgeleme, gerçekgerçeküstü öğeler arasında yer değiştirme bağlamında bütünsel bir başarı yok değil, ancak imgeleme, soyutlama düz bir çizgide biçimlendirildiğinden sonuçta oyunların, kavramsallaştırma bağlamında oldukça zayıf kaldığı bile söylenebilir. Ama genç yazarların deneysele düşkünlüğü, açılımı övgüye değer doğrusu! Bütün bunlar, bende genç oyun yazarlarının, kalıcı oyunlar verimlemeyi hedeflemekten çok güne yanıt verebilecek oyunlar kaleme almaya yöneldikleri kuşkusu uyandırdığını söyleyebilirim. Bu tutum genç yazarın hep güncel başarılarla yetinmesine yol açabilir. Oysa bir yazar, kaleme aldıklarını, yalnızca türün koşullarına uyarak yazmak, ama bu arada yumurtasını çatlatacak ölçüde içselleştirmek zorunda bunu… Eşzamanlı olarak okuduğum A.Kadir Bozkurt’un Ölümün Kıyısında adlı dosyası için de söyleyebilirim bunları… Bütün bunlar, yazılacak hangi tür olursa olsun, gençlerin dosyalarını, yazar olarak verimlemelerinin zorunlu olduğunu gösteriyor bize… Öyküyü, olup bitenlerin anlatıldığı hikâyeden, romanı tefrika anlayışından, senaryoyu, çevrim senaryosundan, tiyatro oyununu sahne metninden ayıran yan da bu olsa gerek… Yoksa oyun yazarı, tiyatronun zanaatçısı olarak kalacaktır yalnızca. OYUNU YAZAR OLARAK KALEME ALMAK... Geçmiş yıllarda, özellikle Bozkır Dirliği ile, bu metninde köy seyirlik oyununu temele alan biçemiyle, yankılar yaratarak adından söz ettiren Ünal Akpınar, yanına yenilerini de ekleyerek Anadolu Kitaplığı yayını oyunlarını göndermiş: Saray Önünde (2006), Adını Siz Koyun (2008). Akpınar, Saray Önünde adlı oyununun girişinde, “Bir oyunu oynanmadan yayımlamak ne denli doğru olur bilmiyorum” diyor. Ünal Akpınar’ın vurgusu bir gerçeklik elbette, ne ki bu olgu, saltık anlamda sahne gereksinirliğiyle kısıtlanmamalı, çünkü tiyatro sanatı, sahneyi kapsamakla birlikte sahnenin de üzerinde bir sanatsal bütünlük anlamına geliyor… Bugün 1 Ekim. Sahnelerimiz perde açacak, ilerleyen günlerde de pek çok topluluğumuz birbirinden farklı oyunlarla seyirci önüne çıkacak… Kimileri, bildiğimiz, tanıdığımız oyunlar olacak. Ama ilk kez sahneye çıkacak oyunlar, oyununu ilk kez sahnede izleyecek yazarlar da olacak bunların arasında. Kendi payıma ben, genç yazarlardan H.Gökçin Köksal’ın Jüliet’in Şalı ile Uğur Saatçi’nin İstibdat Kumpanyası’nı özellikle tüm kent tiyatrolarıyla genç topluluklara önermek istiyorum. Hem tiyatroyu daha içerden kavrayabilmeleri hem de sahnede derinleşebilmeleri için bu oyunları mutlaka sahnelemeye çalışmalılar… Bilimde, düşüncede, sanatta kalıcılığa nasıl ulaşılır? Tiyatro sanatındaki kalıcılık, oyunlarla, buna katkı sağlayan kuramsal çalışmalarla sürmemiş midir hep? Öteki sanatların, düşüncelerin, bilimlerin kalıcılığına da ancak bu yolla ulaşılmıyor mu? Sözgelimi kalıcı olan bilim mi, onun bir yansıtımı olan teknik mi, düşüncenin kendisi mi, bunu dile getiren okullar mı? Sanatın kalıcılığı nerede? Tek sözcükle kendisi olmakta! Sanat, kendisi olduğunda kalabiliyor ancak… İster öykü, roman, isterse senaryo, oyun kendisi olmadan kalıcılık sağlayamıyor hiçbir zaman… Bunun bir tek yolu var doruk örneklerde gördüğümüz gibi; yapıtı kavramsallaştırmaya dayalı olarak verimleyebilmek!…? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1024 Türk tiyatrosunun içtenlikli, incelikli gönüldeşi Atila Sav’a… Yılmaz Öğüt’e veda edip MitosBoyut Tiyatro Yayınları bürosundan iki büyük torba kitapla eve döndüğümde ilk işim, 2006’da başlatılan MitosBoyut Oyun Yazma Yarışması’nda “Başarı” ya da “Özendirme” ile ödüllendirilmiş genç yazarların üç ciltte yayımlanmaya değer bulunan oyunlarını okumak oldu… 2006’da Ercan M.Erdem’in Lanet, H.Can Utku’nun Ölü Güvercin, Meltem Yıldırım’ın Fesleğen Çıkmazı, Ali Doğanbay’ın Tek Kişilik Cinayet, Mehmet Eşli’nin Gecenin Mührü, H. Alp Tahmaz’ın Karşılaşma; 2007’de “gençlik oyunları” olarak düzenlenen yarışmada H. Gökçin Köksal’ın Jüliet’in Şalı, Hülya İniş’in Hamartia’nın Yolculuğu, Tülin Ceylan’ın Arka Bahçede, Yelda Karataş’ın Vahşi Komedi; 2008’de Uğur Saatçi’nin İstibdat Kumpanyası, Alperen Yeşil’in Yıldızın Kaydığı, Irmak Bahçeci’nin Michelangelo, M.Yılmaz Ak’ın Beşinci Basamak, Ebru Nihan Celkan’ın Tetikçi adlı ödüllü oyunlarını şölen sofrasına kurulmuş biri gibi tadını çıkararak, notlar alarak okudum büyük mutlulukla, biraz da kendi geçmişimde izler sürerek… SAYFA 20 T. Yirmi beş yıl önce Salihli Belediyesi’nin oyun yazma yarışmasında seçici kurul benim de bir oyunumu ödüllendirmişti: Kevser’di. Asıl büyük ödül ise birkaç yıl içinde yarışmada ödüllendirilen dosyaların kitaplaştırılması olmuştu… Yazarları ortaktı, evet, ama hepimiz de birer kitaba kavuşmuştuk sonuçta, bu gençler gibi. Kevser’di yayımlandı ya, sahnelenemeden kaldı. Oysa seçici kurul üyesi Fikret Tartan, oyunu İzmir Devlet Tiyatrosu’nda sahnelemek üzere iki yıl üst üste Devlet Tiyatroları’na başvurmuş da haberim olmamış. Bir ara, “Git bak Sadık,” demişti, “neden onay gelmiyor?”. Meğer Edebi Kurul Başkanı Tarık Buğra onay vermiyormuş oyuna. Rastlantıya bakın, 1990’da AKM’deki Ulusal Tiyatro Kurultayı’nda karşılaşmayayım mı Buğra’yla… Söylesem mi söylemesem mi, bir anlık kararsızlığın ardından cesaretimi toplayıp oyunu sordum. Olgun davrandı, anımsadığını söyledi, ancak oyunun karamsar olduğunu, bu aşamada seyirciye böyle karamsar bir oyun sunmayı doğru bulmadığını belirtti… Böylece Kevser’di, çeyrek yüzyılı aşan bir derin uykuya daldı. Ama oyunların sahneden seslenen yanları kadar, kitap sayfalarına sığışmış canlılıkları da olabiliyor. Ben de böylece oyunlarımın bir bölümünü yayımlamaya karar verdim: Toplu Oyunlar 1/ Kevser’di, EvSes, Hayal Ustası (MitosBoyut, 2004). GENÇ OYUN YAZARLARI... Sözü nereye getireceğim; oyunun sahnelenmesi ile yayımlanması farklı olgular… Sahnelenen oyun, metin olarak tiyatro sanatının bir teknik yansıması bağlamında kalabilir. Böylesi oyunları çoktur tiyatromuzun. Bir de var ki; yıllar içinde sahnelensin ya da sahnelenmeden öylece dursun bir köşede, tiyatro sanatının göstereni olarak ışıldamayı sürdürür. Zamanı aşan bir boyutta her okuyan için tiyatro tadı sunar böylesi oyun metinleri… Burada üzerinde durulması, bilincine varılması gereken ayrım şu: Tiyatro sahnelerinin gel geç kavrayışla bir çalım seyirciye sunduğu, ama zamanın tutsağı olarak ölü oyunlar mezarlığında başlarında dikili taşlarıyla yapayalnız kalmış oyun metinleri ile sahnelenmese bile zamana tutsak olmadan tiyatro sanatı bağlamında gücünü özgürce koruyan, her okunuşunda tiyatrosalyazınsal tortu bırakan kitaplaşmış oyun metinleri apayrı düzlemler üzerinde yükseliyor… İşte bu çerçevede sahnelenen herhangi oyun dosyasının, yayımlanmadan kalmasıyla seçilerek yayımlanışı madalyonun iki ayrı yüzü halinde ayrı gerçeklikleri imliyor bizim için. Bu yüzden her oyun dosyası, sahneye çıkabilir, ancak okur için alımlamaya, yeniden yaratılmaya açık bir niteliğe sahip değilse kitaplaşmadan da kalabilir… Shakespeare’in, İbsen’in, Çehov’un vb. oyunlarını kitap olarak açtığınızda önünüze, okumaya karşı bıkkınlık duyar mısınız? Öyleyse bir tiyatro metninin dosya konu