Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Y eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER celaluster@cumhuriyet.com.tr İshak ve ’50 kuşağı elli yaşında İ Onat Kutlar’ı hem ’50 Kuşağı’nın onsuz edilemez yazarlarından biri olarak, hem de bu kuşağın özelliğine yakışır biçimde “kendi edebiyatını oluşturan” bir yazar olarak değerlendirmeli. shak, Onat Kutlar’ın sağlığında yayımlanmış biricik öykü kitabı. Ama, pek çoklarının gözünde söylenceye dönüşmüş kitaplardan biri olmasının tek nedeni, besbelli, “biricik” olması değil. İshak, ilk kez 1959’da a dergisi yayınlarından çıktığında, Kutlar yirmi üç yaşında bir hukuk öğrencisi. Kuşkusuz, a dergisi deyip geçmemeli. 195660 arasında İstanbul’da yayımlanan, ilk sayısında “insanın yozlaştırılmasına ve kişi özgürlüklerinin baskı altında tutulmasına karşı çıkmak amacıyla” yayımlandığı vurgulanan a dergisinin genç yazar ve şairleri arasında Asım Bezirci, Edip Cansever, Demir Özlü, Ülkü Tamer, Hilmi Yavuz, Adnan Özyalçıner, Kemal Özer, Doğan Hızlan, Erdal Öz, Cemal Süreya, Konur Ertop, Onat Kutlar, Ergin Günçe, Önay Sözer, Selahattin Hilav var. a’dan hemen önce, 195256 arasında Ankara’da yayımlanan Mavi dergisini de anmak gerekiyor burada. Bir dönem Attila İlhan’ın görüşleri ağır basmış Mavi’de. Ama Ahmet Oktay, Ferit Edgü, Demirtaş Ceyhun, Demir Özlü, Özdemir Nutku, Hilmi Yavuz, Ece Ayhan, Orhan Duru, Güner Sümer, Yılmaz Gruda gibi şair ve yazarların şiirleriyle öyküleri yer almış bu dergide. a ve Mavi’den söz açmamın nedeni, bugün ’50 Kuşağı diye andığımız yazarların öncelikle bu iki dergiden serpilip boy atmış olmaları. Kutlar’ın kısa bir süre önce Yapı Kredi Yayınları’ndan hepsi numaralı 3000 nüshalık özel bir basımla çıkan İshak’ını, önümüzdeki günlerde 50 Kuşağı’nın öteki yazarlarının ilk öykü kitaplarının yeni basımları izleyecek. 50 Kuşağı’nın 50. yılında, Özlü’nün Bunaltı (1958), Edgü’nün Kaçkınlar (1959) ve Duru’nun Bırakılmış Biri (1959) adlı yapıtları Sel Yayıncılık, Öz’ün Yorgunlar (1960) adlı kitabı Can Yayınları, Özyalçıner’in Panayır’ı (1960) da Evrensel Basım Yayın tarafından yayımlanacak. Böylece, son yıllarda belki de ilk kez bir edebiyat kuşağı dört yayınevinin ortak uğraşıyla yeniden gündeme getirilecek. Gerçekten de, Kutlar, Edgü ve Duru’nun ilk öykü kitaplarının 1959’da yayımlanmış olmasından yola çıkarak, bu kuşağın 50 yaşına geldiğini söyleyebiliriz. Sözünü ettiğim altı kitabın ortak yanını, yine ’50 Kuşağı’ndan gelen edebiyat eleştirmeni Doğan Hızlan’ın, tüm kitaplarda yer alacak bir “Sunu”su vurgulayacak.’50 Kuşağı’nın edebiyatımız açısından taşıdığı önemi anlayabilmek için, kuşkusuz, altı yazarın bu ilk öykü kitaplarını yeniden, bir arada, art arda okumalıyız. Ama Hızlan, İshak’ın yeni basımında yer alan “Sunu”da, daha şimdiden yol gösteriyor bize. Hızlan, bu kuşağın, edebiyatımızın dönüşüm tarihindeki yerini vurgularken, “Biz isyan etmek için isyan etmedik,” diyor. “İlle de bizden öncekileri eleştirmek gerekir diye eleştirmedik. Yararlanabileceğimiz kaynakları yapay bir başkaldırma uğruna yok sayma züppeliğine düşmedik. Geleneğin eskiyen yanlarını tıraşlayıp içinden çıkardığımız yeniyi, yeniden yarattık. Yeniliğin de sahte göz kamaştırıcılığına, salt yenidir diye kapılmadık…” Hiç kuşku yok ki, ’50 Kuşağı burada ilk öykü kitaplarından söz ettiğimiz altı yazardan oluşmuyordu. Daha başka öykücüler, şairler, eleştirmenler vardı bu kuşağın içinde. Hızlan’ın deyişiyle, “zaman aşımına uğramayacak, eskimeyecek, havı dökülmeyecek bir tutku”nun bir araya getirdiği, “edebiyatı sevmede, ona olağanüstü, taparcasına saygı göstermede” birbirlerine tekrarlamadıkları, yazıya geçirmedikleri “bir kutsal yemine sadık kalan” yazarlar. Ne ki, ’50 Kuşağı, gerçeküstücüler gibi, fütüristler gibi, kendi coğrafyamıza gelirsek Garipçiler gibi bildirgesi olan, kurallar ve ilkeleri şu ya da bu ölçüde seçikleşmiş bir edebiyat akımı değildi. Siyasal tutumları bile, kimilerinde daha sert bir kılığa bürünüyor, kimilerinde yazdıklarının içinde çözünerek, edebiyata özgü bir belli belirsizlikte, görünür görünmezlikte kalmayı yeğliyordu. Burada andığımız yazarların dünden bugüne uzanan tüm bir edebiyat uğraşına baktığımız zaman bile, sonradan çok farklı yönlere yönelmeleri bir yana, daha başından birbirlerine pek benzemediklerini, her birinin “kendi edebiyatını” oluşturmayı seçtiğini görürüz. Bence, bilebilmeye, onları kurallara, ilkelere bağlı kalmaktan kurtaran bir yaratma özgürlüğü sağlamıştı bu benzemezlik. ’50 Kuşağı’nı ortak kılan ise, edebiyatımızın 20. yüzyılın ikinci yarısına evrildiği yıllarda eskiyi tümden yadsımaksızın yeniyi yakalama, yakalamak ne söz, yeniyi oluşturma, nitelikli edebiyat yapma tutkusuydu belli ki. Ama ’50 Kuşağı deyince, edebiyatta dil kaygısını, dil özenini de ıskalamamalı sanırım. Bu, kuşkusuz, başlı başına bir inceleme konusu. Yine de, en azından, “altı yazar”ın ilk öykü kitaplarına bakıldığında bile, onları duyarlığıyla derinden etkileyen, Edgü’nün deyişiyle bir “deniz feneri” işlevi gören Sait Faik’ten bile ayrılan yepyeni bir dil oluşturma kaygısını atlamamak gerekir diye düşünüyorum. ’50 Kuşağı’nın, giderek ustalığa dönüşen dil kaygısı, özellikle düzyazımızda yeni bir çığır açmıştır dersek, yanlış olur mu? Sanmam. Son yılların pek çok adlı sanlı yazarında gözümüzü bozan, kulağımızı tırmalayan dil savrukluğu ve tutukluluğu ise –kuşkusuz, dili bile isteye bozma çabasından söz etmiyorum ’50 Kuşağı’nı bir kat daha değerli kılmıyor mu? Sanırım. Onat Kutlar’ı da, hem ’50 Kuşağı’nın onsuz edilemez yazarlarından biri olarak, hem de bu kuşağın özelliğine yakışır biçimde “kendi edebiyatını oluşturan” bir yazar olarak değerlendirmeli. Evet, İshak’ı, edebiyatımızın handiyse söylenceleşmiş kitaplarından biri kılan, yalnızca Kutlar’ın “biricik” öykü kitabı olması olmasa gerek. Bir kere, birbirine benzemeyen ama birbirinden beslenen, ilk yapıtları nerdeyse aynı yıllarda yayımlanan bir kuşağın ilk ürünlerinden İshak. Bu dokuz öykülük kitabın kendi gizine gelince, onun izini, Kutlar’ın İshak’ın ilk basımından 17 yedi yıl sonra ikinci basımı için yazdığı önsözde aramalı derim. Yeryüzü iyi değişmektedir. Büyük kente yeni gelmiş bir taşralıdır o sıralar; ama Faulkner’ı Fransızcadan, Hafiz’ı Farsçadan sökmeye çalışan, Goldberg çeşitlemelerini seven bir taşralı. Kadırga Yurdu’nun Sibirya koğuşunda, Fatih’te Arabın kahvesinde yazdığı öyküler hep çocukluğunun kentiyle, Antep’le ilgilidir: “Öylesine uzaktır ki Anadolu kimi aydınlarımıza, onlara bir Avrupa tadı verir. Yakın olmadıkları gerçeği değiştirilmiş sanırlar. İshak’ı on yedi yıl önce çok erken, on yedi yıl sonra da çok geç yargılayan kimileri, Alaybeyi’nin udcusunu Kafka’nın Prag’ından, Horozlar’ın büyükannesini Mansfield’in Yeni Zelanda’sından, Hacıköprü’nün çiftçisini Camus’nün Oran’ından getirilmiş sandılar. Ne kadar kötü okuyorlar Yunus’u, Orhan Kemal’i, Yaşar’ı…” Kutlar’a göre, İshak, bir Anadolu kentindeki gerçeklerin ne yorumudur ne de sorunlarının çözümü. Küçük, alçakgönüllü kesitlerdir bu öyküler. Antep’te o yıllarda çarşılar uzun, bedestenler karanlıktır. Terziler Marx okurken ellerine iğne batırır, otuz yaşında lise kasketli milliyetçi öğrenciler Mareşal’in ölüm yıldönümlerinde pavyon basmaya giderler. Akşam gelince gaz lambası ışığında ayaklarını tandıra sokarak Antarktika haritası çizen çocuklar, gündüzleri arka sıralarda Kan Kalesi ve Pardayyanlar okurlar… “Hoşnut değildik o karanlıktan” diyor Kutlar. “Kaçıp kurtulmak isterdik… cami avlularına yığılmış kuru ve küflü peksimetleri askerlerle birlikte suya batırıp kemiren kör hasırcılara bakar, isyan ederdik. İshak’ta bu utangaç ve bilinçsiz başkaldırıştan izler bulacaksınız…” İshak, bu sefer yalnız değil: Kutlar’ın İshak’ta yer almayan iki öyküsü ile 1980’den sonra yazdığı üç öyküyü, dosyalarda kalmış adsız anlatıları, Ferit Edgü, Karameke (Yapı Kredi Yayınları) adı altında bir kitapta topladı. Edgü’nün, Karameke’nin başındaki “Sunu”sunda, İshak’ın serüvenin yanı sıra, Kutlar’ın onca başarılı ilk kitabının ardından yeni öyküler yazamamış olmasının nedenlerini değilse de, sorularını bulacaksınız. Kutlar’ın bu iki kitabı, ’50 Kuşağı’nın 50. yılının açılışı oldu bir bakıma. Bunun öteki beş yazarın ilk öykü kitapları izleyecek. Yalnızca bu güzün değil, tüm bir 2009’un da en önemsenmesi gereken edebiyat olayının bu olduğu kanısındayım. ’50 Kuşağı’nın günümüz gözüyle yeniden okunması, tartışılması, edebiyatımızı daha iyi algılamamıza katkıda bulunacaktır diye düşünüyorum. Bu yılın TÜYAP Kitap Fuarı keşke “50 Kuşağı 50 Yaşında”ya ayrılsaydı. Iskalandı mı? ? SAYFA 6 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1024