Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Natsuo Kirino’dan ‘Grotesk’ Küçük, kara böcekler... Natsuo Kirino’nun Grotesk’i insan ruhunun en karanlık köşelerini sert, acımasız ve çirkin bir şekilde ifşa ediyor. Kitap, yozlaşma ve özyıkıma doğru hızla dalış yapan üç kadın ile bir adamın hikâyesini anlatıyor. Romanın kahramanlarından biri, “Küçük, kara böcekler kalbime doğru sürünüyorlardı” diyor ki bu, roman için de geçerli; kara böcekler her sayfada sürünüyor, kenarlardan dökülüp okuyucuya doğru geliyorlar. Ë Leonora PintoSophie HARRISON* ir başkası hakkında düşündüğünüz en kötü şey nedir? Kendinize dair düşündüğünüz en kötü şey nedir? Sizin hakkınızda düşünülen en kötü şey nedir? Bu üç sorunun aynı korkunç köklere sahip olması muhtemeldir. Natsuo Kirino’nun Grotesk’i insan ruhunun en karanlık köşelerini sert, acımasız ve çirkin bir şekilde ifşa ediyor. Bu kitap zayıf bir kalbi ya da midesi olanlara yönelik değil. Sevimli bir kitap da değil (zaten ismi de bunun en büyük habercisi). Ancak, eğer kendinizin ve çevrenizdekilerin içinde kalan gölgelere karşı dehşetli bir ilgi duyuyor ve bu kitabın sizi çektiği çaresiz derinliklere dalmayı arzuluyorsanız, ayağınıza ilk taşı bağlamama ve sizi onun içine atmama izin verin. Grotesk, yozlaşma ve özyıkıma doğru hızla dalış yapan üç kadın ve bir adamın hikâyesini anlatıyor. Bu yolculuktaki kadınlardan biri Yuriko Hirata: İsviçreli bir babanın ve Japon bir annenin inanılmaz derecede güzel kızı. Kitabın anlatıcısı da olan kız kardeşi, onun güzelliğini, son derece mükemmel olduğu için, ‘ucubeyi andıran’ ve ‘şeytani’ olarak tanımlıyor. Normal görünüşlü ailesi kendilerine benzemeyen Yuriko’yu bu güzelliğinden dolayı küçümser, ondan korkar ve ona bir uzaylıymış gibi davranır. Diğer insanlar onu bir insan olarak değil, bir şey – kafa karıştıran, arzu edilen, hayran olunan, nefret edilen, sahip olunan ya da bir kenara atılan bir eşya– olarak görmektedir. Yuriko çok geçmeden sadece bir eşya olabileceği sonucuna varır. On beş yaşında muhteşem bir kadın haline dönüştüğü anda solmaya başlar –hayatına giren her adama vücudunu sunar, okulda fahişelik yapmaya başlar ve yetişkin olduğunda bunu mesleği olarak sürdürür ve sonunda hayatı bir katilin ellerinde sona erer. Kazue Sato, yeterince sıkı çalıştığında istediği herhangi biri olabileceği, istediği her şeyi yapabileceği telkinleriyle büyütülmüş ve bunu kendine düstur edinmiş zeki bir kızdır. Yine de, onun kanatları olması gereken bu düstur, ayaklarının üstüne dökülmüş çimentoya dönüşür çünkü ne kadar çabalarsa çabalasın, istediklerini asla elde edemiyor gibidir. Okuldayken hırsları yüzünden aşağılanır ve onunla alay edilir. Yetişkinliğinde ise, daha önce babasının da çalışmış olduğu büyük bir firmada prestijli bir iş bulduğunda kendisine saygınlık kazandıran onun iş adabı değil, aile bağlarıdır. Dünya onun özsaygısını ele geçirip paramparça eder; Kazue özsaygısını ancak kendini aç bırakarak ve geceleri fahişelik yaparak geri kazanacağına inanır. İsimsiz anlatıcımız ise tüm hayatını Yuriko’nun gölgesinde yaşamaktadır. Bu öylesine engin ve karanlık bir gölgedir ki, onu tamamıyla kaplar. Anlatıcımız görülemez – ne başkaları ne de kendisi tarafından. Buna rağmen, gölgeden kurtulmak yerine ona sarılır ve onun içindeki nefreti, kıskançlığı ve kötülüğü beslemesine izin verir. Sonunda karanlık onun öylesine büyük bir parçası olur ki, Yuriko’nun ölümü dahi bunu yok etmeye yetmez. ÜÇ KADIN KAHRAMAN Kitabın üç kadın kahramanı gençliklerinde Tokyo’daki seçkin bir okula ‘Q Kız Lisesi’ giderler; burada statü her şeyken, yoksul ya da çirkin olmak iyiye işaret değildir. Q Lisesi’nin soğuk yaşam alanında kast sistemi katidir. Etek uzunluğundan el çantalarına kadar her şey iyice incelenmektedir: Diz hizası çoraplar, pek tabii ki, makul olmayan bir şekilde önemlidir. (Kazue kendi çoraplarından birinin üstüne kırmızı iplikle ‘Ralph Lauren logosunun benzerini’ işler, böylece anlatıcının ona karşı beslediği aşağılayıcı yaklaşım daha da keskinleşir.) Okul sert ve inandırıcı bir şekilde betimleniyor; ancak anlatıcımız, genç kızların zalimliklerini tespit ederken algısı kuvvetli bir tarihçiyken, kendi psikolojisi söz konusu olduğunda, ilginç bir şekilde, işe yaramaz bir rehber oluveriyor. Bu nokta önemli, çünkü okuldaki kızlar iğrenç olabilseler de anlatıcı onlardan daha beter. İlk başta muhteşem görünse de sonradan, tıpkı gözünü kırpmadan lambanın ışığına bakarken olduğu gibi, yorucu hale gelen bir yoğunlukla her şeyden nefret ediyor. Annesini, (“zavallının teki” ve “bir Japon için bile pek çekici değildi”), babasını (“cimri”), karşı cinsi (“bir erkekten daha iğrenç bir yaratık düşünemiyorum”) ve erkeklerle kadınların arasındaki etkileşimi (“Aptal insanlar aşk için nelere katlanıyor!”) aşağılıyor. Her şeyden öte, “şeytani denecek kadar güzel” kardeşinden “gerçekten nefret ettiğini” söylüyor bize. Yuriko’nun çekiciliği anlatıcının hayatının felaketi niteliğini taşıyor. Basit bir kıskançlık meselesi, anlatıcının genetik determinizmiyle keskinleşip karanlık bir seviyeye ulaşıyor. Bu kadar can sıkıcı, alelade ebeveynlerden nasıl olur da bu kadar olağanüstü biri çıkabilir? Okulun çarkları arasında sıkışmış anlatıcımız, bir tür kaçık biyolog haline geliyor ve tanıştığı insanları kendi yarattığı sistem içinde sınıflandırmaya başlıyor: İnsanları ağaçlara ya da sincaplara ya da –biraz beceriksizce– çıplak tohumlu bitkilere benzetiyor; daha sonra kitaptaki bir fen öğretmeninin açıklayacağı üzere, bunlar kapalı yumurtalıkların içinde oluşan türden bitkilerdir ve üremeleri tamamen rüzgârın dağıtma gücüne bağlıdır; bu anlamda cinsel hayatın olağan karmaşasından ayrı kaldıklarından anlatıcımıza benzerler. Burgess Yapraktaşı çizimine bakarak, anlatıcı güzel kız kardeşini “tüm diğerlerini yiyen hayvanlardan biri” olan, kabukluların atası Anomalocaris’le karşılaştırıyor. Kendisi içinse, “Kuşkusuz ben de Hallucigenia’yım, saç fırçası gibi yedi takım telekle kaplı, okyanus zeminindeki çamurda sürünen şey” cümlesini kuruyor. Ama yine de bu bile anlatıcının korkunç hıncını açıklamaya yetmiyor gibi. Annesinin intiharını ve kardeşinin ölümünü bir tür omuz silkmeyle karşılıyor. “Katilinden nefret ediyor muydum? Hayır” diyerek neredeyse katili nefret etmediği tek kişi olarak ilan ediyor. Grotesk’in bir diğer kahramanı ise –Yuriko’nun ve muhtemelen Kazue’nin de katili olan– Çinli göçmen Zhang. Kendisinin anlattıklarına göre, Zhang dayanılmaz bir fakirlik içinde zorluklarla boğuşan bir çiftçidir ve daha iyi bir hayata sahip olmak için Japonya’ya kaçmaya karar vermiştir; hikâyesine yürek parçalayıcı çaresizlikler ve suçluluk hakimdir. Ancak Kazue’nin anlattıklarına kulak verince, Zhang’ın tamamen farklı ve tüyler ürpertici bir yanına şahit oluruz. Birbirine geçmiş bu hikâyelerin Rashomon’vari kesitler halinde anlatılması, anlatıcının ve diğer kahramanların mektupları, günlükleri ve polise verilen ifadeler aracılığıyla aktarılması Grotesk’i ilginç kılıyor. Bu noktalarda hikâye örgüsü ağırlaşmaktan ziyade yoğunlaşıyor, Kirino feminist bir bakış açısıyla, fahişelik kavramıyla yaramaz bir şekilde cilveleşiyor: “Gündüz zırhım dökümlü bir pelerindi; gece Süpermen pelerini oluyordu. Gündüz işkadınıydım; gece ise fahişe. (…) Para kazanmak için hem beynimi hem de bedenimi kullanabiliyordum. Ha!” Bir karakterin kendi bakış açısı, diğer bir karakterin aynı hikâyeyi anlatırkenki bakış açısıyla birleşince okuyucunun gözleri önüne kahramanların kişilikleri ve hikâyelere dair farklı açılar ve tonlar seriliyor. Önce kendine dönüklük olarak gösterilen şeyin daha sonra yoğun bir özfarkındalık olduğu ortaya çıkıyor; bir sayfada şefkat duyguları uyandıran şey diğer bir sayfada şok ve iğrenme duygularına sebep oluyor; bir an sevimli bir tuhaflık sandığınız şey bir zaafiyetin başlangıcı haline dönüşüyor. Hikâye bir karakterin ellerinden diğerinin sesine kaydığında, daha önce bu kişilerle ilgili anlatılanların gerçekten doğru olup olmadığını merak eder oluyorsunuz. GERİLİM YAZARI Bu çelişki bir yazar olarak Natsuo Kirino ve eserleri için de geçerli gibi görünüyor. Kirino Japonya’nın en iyi gerilim yazarlarından biri olarak kabul ediliyor ve Japonya’nın en prestijli gerilim ödülü Gerilim Romanı Büyük Ödülü’nü kazanmış olan ve İngilizce konuşulan dünyadaki Edgar Ödülü finalisti olan Çıkış romanıyla tanınıyor. Kitapları her zaman ‘Gerilim Romanı’ kategorisinde yer alıyor. Ancak Grotesk ve Çıkış tamamıyla farklı bir türe ait. Kirino, Çıkış’ta çalışma arkadaşlarıyla bir olup kocasını öldüren ve cesedini parçalara ayırıp Tokyo’nun pek çok noktasına saçan bir fabrika çalışanının neşeli hikâyesini anlatıyordu. Grotesk’te ise dedektif romanını parçalara ayırıyor ve ortaya merak, cazibe, gizem ve korkuyu salıp hiçbir alışılagelmiş beklentiyi karşılamayan şaşırtıcı bir kitap sunuyor. Roman cinayetleri veciz bir ‘Yani?’ ile karşılıyor ve cinayet çözme işine, bulaşıkları yıkaması istenen bir gencin bıkkınlığıyla yaklaşıyor. Kurban ailelerinden en azından biri bu durumu hiç önemsemiyor. Dedektifler neredeyse hiç gözükmüyor. Bu anlamda, Kirino’nun eserleri tipik ‘kimyaptı’lardan öte ‘onlarkimvebununedenyaptılar’a örnek teşkil ediyor. Ve gerçekten de öyle değil midir? Çok nadiren düşündüğümüz kişiyizdir, ama öte yandan dünyanın düşündüğü kişiler de değilizdir; gerçek arada bir yerdedir. Bu anlamda, okuyucu Yuriko, anlatıcımız, Kazue ve Zhang’ın gerçek özlerini Grotesk’in sayfaları ve satırları arasında aramalı. Grotesk kolay okunabilen bir roman değil. Karakterleri, umutsuzluk ve çaresizliklerinin her an artan derinliklerine doğru takip etmek gerçekten zor. Romanın kahramanlarından biri, “Küçük, kara böcekler kalbime doğru sürünüyorlardı” diyor, ki bu, roman için de geçerli; kara böcekler her sayfada sürünüyor, kenarlardan dökülüp okuyucuya doğru geliyorlar. Ama yine de, bu kitabı alıp okumaya cesaretiniz varsa, Grotesk’in şimdiye kadar okuduğunuz hatırda kalan kitaplardan biri olma şansı yüksek. ? * ‘http://culturazzi.org/review/literature/grotesquenatsuokirino’ ve ‘The New York Times’tan derleyen ve çeviren: Evrim Öncül. Grotesk/Natsuo Kirino/ Çeviren: Niran Elçi/ İthaki Yayınları/ 664 s. SAYFA 5 B Natsuo Kirino,Grotesk’te yozlaşma ve özyıkıma doğru hızla dalış yapan üç kadın ve bir adamın hikâyesini anlatıyor. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1024