Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
‘Sincan İstasyonu’ iki yaşında Şiirin Sincan İstasyonu Bir şiir dergisinde olması gereken ve nitelik açısından herkesçe benimsenip beğenilen bir ölçüyü tutturmak, hiç de kolay değil günümüzde. Abdülkadir Budak bunu başarıyor. Şairlik birikimi ve önceki dergicilik deneylerinin ışığında kotardığı Sincan İstasyonu, daha nice şiirlere durak olacak ve daha nice şairleri konuk edecek gibi görünüyor. Adnan Binyazar derginin ikinci yılını tamamladığını gösteren 24. sayısındaki yazısının bir yerinde şöyle diyor: “…Uzaktan da olsa, bu ay 24. sayısı elimizde olan Sincan İstayonu’nu ayakta tutmak için, Abdülkadir Budak’ın, yalnızca kendisinin değil, ailece de emek verdiğini az çok kestirebiliyorum…” Abdülkadir Budak’la kendi okurunu yaratan Sincan İstasyonu üzerine konuştuk. Ë Ali Ekber ATAŞ incan İstasyonu’nun öyküsünü okurlarınız az çok biliyor. Şiire adanmış kırk yıllık bir yaşam var geride. Dergicilik damarınız mı kabardı, yoksa şairlik yanınız dinleme sürecine mi girdi? Katkım ya da payım olan ilk dergimiz Ozanca’yı, Mehmet Çağlıkasap ve Sadullah Kutluer’le birlikte çıkarmaya başladığımda henüz 24 yaşındaydım. Onun arkasından biraz daha genişleyen bir şair grubuyla, yine Kayseri’deyken Hakimiyet Sanat’ı çıkardık. İlki 7, ikincisi 50 sayı çıktı. Necatigil’in deyişiyle “alkol kana karışmıştı” bir kez. 2000 yılının başında, Türkân Teşilyurt ve Emel Güz’ün de katkılarıyla 12 sayılık ömür biçilen Şiir Odası geldi bunların ardından. Şimdilerde de 24’üncü sayısı elinizde olan Sincan İstasyonu, işte. Şairlik yanımın dinlenceye girdiği kanısında olmak şöyle dursun, aksini düşünüyorum. Şiir kesintiye uğramadı da, dergicilik yanım, damarım kabarmış olabilir. Biraz Cemal Süreya gibi, öyle mi? Evet, öyle sayılabilir. Cemal Süreya Papirüs’tü, Türkiye Yazıları’ydı, Oluşum’du; şöyle ya da böyle, bazen çok içeriden, bazen kıyısından ilişirdi dergiciliğe… Ali Püsküllüoğlu var bir de… Daha başkaları da var. Kemal Özer, Enis Batur, Adnan Özer, Veysel Çolak, Enver Ercan, Gültekin Emre, Mehmet Can Doğan gibi… Başka bazı şairlerde olduğu gibi. Ama onların dergicilik serüvenleri bir ya da ikiyi geçmez. Benimki dört oldu… Belki daha da olacak… Dur yahu; Sincan İstasyonu çıkıyor daha. Uzun ömür biçtiğim bir dergi bu. Şimdilik iyi gidiyor… Kendinize özgü bir bakışla geliştirdiğiniz bu disiplini yakından gözleyenlerden biriyim. Her karşılaşmamızda, Sincan İstasyonu’nun geleceğini konuşur oluyoruz. Bırakın, hiç aksatmadan 24’üncü sayıya gelmek, örneğin 27’inci sayının bile neredeyse tümüyle hazır olduğuna tanık oldum. Birkaç sayı önden gitmek, bu beni heyecanlandırdı, buna paralel olarak da umutlandırdı. Profesyonel bir işleyiş… Evet. Baştan beri posta yolu gözleyen dergicilerden olmadım hiç. Rastlantının güzelliğine, verimlerine inanırım da, dergicilik bir disiplin ve öngörü işidir bana göre. Bir projenin, tasarımın adıdır edebiyat dergiciliği. Bekleyişten çok arayışların, kabullerden çok itirazların… İtirazlar demişken, tam burada sorayım. İlk sayıyı “Boşluğa Müdahale” başSAYFA 14 S lıklı bir başyazıyla yayımladınız. Bu iki yıllık süreçte, Sincan İstasyonu’yla sözünü ettiğiniz boşluğa ne kadar müdahale edebildiniz? Aklı evvellerden biri, “Boşluğa müdahale edilmez, boşluk doldurulur” demişti. Ne diyelim, belki de öyledir. Müdahale etmek ya da doldurmak, kelime oyununun ötesinde bir şeydi bu dergi için. Sağ olsun, Mehmet Can Doğan bir hayli doğru tespitlerde bulundu ve yapmak istediklerimizi hissetmekle kalmadı, “Bir Derginin İki Yılı” başlıklı yazısıyla yer aldı ağustos sayımızda. O yazı ve elbette Adnan Binyazar’ın sevgi dolu yaklaşımı gösteriyor ki boşuna çıkmamışız. Sözünü ettiğiniz yazıda Mehmet Can Doğan, derginin yayın politikasını sizin bir şair olarak poetik görüşleriniz olarak okumak gerektiğini vurguluyordu; buna ne dersiniz? Her dergi, yayın yönetmenin kişiliğini kü. Eleştiri alanına yeni isimler kazandırmaya çalıştık ayrıca; bu düşünceden hareketle bazı genç isimlere sıkça yer verdik… “DERGİCİLİK DÜŞMAN KAZANMA YOLLARINDAN BİRİDİR” Bir dil ve yazın ustası Adnan Binyazar’dan “…Sincan İstasyonu, atardamarın yanında kılcal damarlardaki akışımı da gözeten bir şiir dergisidir…” diyor bu sayıdaki yazısında… Adnan Binyazar düzyazıdaki ustalarımdandır. Öteden beri tanışırız da, bu dergi bir dostluğun oluşmasına da vesile oldu. Dergicilik düşman kazanma yollarından biridir oysa. Ben aksini düşünürüm; birkaç kopmanın dışında yeni dostlar kazandırdı, yeni bağlar oluşturdu bende; arkası gelecek… Şiir dergiciliği de şiire benzemelidir. Yani ayrıntıları görüp sergileme işine… Ana damarı, atar damarı görmek kolay; zor olan ve Abdükadir Budak ve Ali Ekber Ataş ‘Sincan İstasyonu’nu konuşuyorlar... de gösterir doğal olarak. Onun şiir beğenisini, şiirden neyi anladığını da. Hayata nereden baktığı, neyi, nasıl gördüğü de dahildir buna. Edebi olduğu kadar politik tercihleri de. Farklı şiir zevklerine ve dünya görüşlerine sahip iki şairden bir dergi çıkmaması da bu yüzdendir. İki şair, bir elmanın iki yarısı değildir. Dergi de öyledir; öyle olmalıdır. Yalın şiire alan kazandırarak şiirin okurla buluşması için çaba verdik örneğin. Şiirin kelime oyunlarından başka bir şey olduğuna vurgu yaptık; hormonlu şiirlere yer vermedik. Şiirde anlamın (içeriğin) kovulmasına karşı çıktık. Şairi şiirinden ayrı gören anlayışa karşı çıktık. Düzeyli şiir tartışmalarının eksikliğini hatırlattık, ödül kurumlarını sorgulamaya çalıştık. Edebiyatçıların özel yaşamlarına da eğildiğimiz oldu; bunların yapıtlarına yansıyacağına inandık çün zorunlu olan kılcal damarların da nabzını dinleyebilmektir. Adnan Ağabeyin tespitinden şunu anlıyorum ki, Sincan İstasyonu ayrıntılarla da uğraşan, sergileyen, bunlar üstüne eleştiriler getirmekle kalmayıp, çözüm üretmeye çalışan bir dergidir. Binyazar’ın, “Sezar’ın hakkını Sezar’a veren” bu saptaması, bizim geleneğimizde Türkçeleşerek dile gelişi de şöyle: Yiğidi öldür, ama hakkını ver! Benim burada, bizde ki söyleniş biçimindeki “yiğidi öldür” bölümüne itirazımı, “yiğidi öldürmeden”e dönüştürerek belirtmek istiyorum. İki yıllık bu zorlu yolculuğunuzda bu hak verildi mi sizce (Gerçi hak verilmez alınır)? Verildiyse eğer, bu hakkın elde edilişinin görünmeyen bölümünde şiir adına neler yaşandı? Ayrıca, “Hayır verilmedi” dediğiniz oldu mu hiç? Bütün ayrıntıları dinlemek/okumak isteriz, ne dersiniz? İlk sayımızdan başlayarak, dergimizin gündem oluşturmaya başladığını, özellikle başyazılarda ele aldığımız konuların yankı yaptığını, karşılık bulduğunu sevinçle belirtmek isterim. Çok değer verdiğimiz kimi yazarlar, şairler ileri sürdüğümüz görüşleri tartışmaya değer buldu. Her sayının merakla beklendiğini yazanlara rastladık. Edebiyat ortamına, şiir dergiciliğine taze bir hava getirdiğimize değinenler de cabası. Evet, iş olsun diye çıkan dergilerden olmadık hiç. “Boşluğa müdahale” için çıktık ve bu süreçteyiz. Şu ya da bu hesapla ya da kırgınlıkla görmezden gelenler olmuşsa bile, emeğimizi, çabamızı görmekle yetinmeyip göstermek isteyenler çoğunluktaydı. Kimseyle kişisel bir husumetimiz yok. Şiirin hasını savunmak, sapla samanı ayırabilmek, kimi taşları yerinden oynatmak, kimi taşları da yerine oturtmak gibi çabalarımız var ama. Gücümüz ve çapımız ölçüsünde elbette. Gerçek olanla sahte olanı ayırabilmek için. Kalana olduğu kadar, gidene de selam olsun… Mehmet Can Doğan’ın “Bir Derginin İki Yılı” başlıklı yazısına dönelim yeniden... Derginin başyazılarının dışında bir muhalif kimliğe kavuşmadığını söylüyor. Ya da başyazarın dışında duruma müdahale eden yazar ve şairlerin olmayışından ya da yetersizliğinden. Ne dersiniz? Haklı olabilir. Biraz önce de değdim gibi, bir dergi, eğer çıkaran şairse, onun ayak izlerini gösterir daha çok. Ağır çeker diyelim. Şu da var ki, Sincan İstasyonu, eskilerden bir Sombahar, yenilerden bir Heves konumunda değil; olmayacak da. Belli görüşlerin ağır çekmesiyle birlikte, daha demokratik bir platform olmalıyız. Dediğim dedik değil de, “dediğime dikkat!” anlamında ve amacında. Bir yanı duymaya sonuna kadar açıkken, ötekine sağır olmak; bu bize göre değil. Düşüncelerimizi onu da dinleyerek geliştirmek, baskıcı bir hale girmeden ona da kabul ettirmeye çalışmak belki. Evet, bu derginin yayın politikası, daha çok başyazılarda ve “dergiden” başlıklı bölümde belirleniyor. Küçük kutucuklardaki seçimlerden bir de. “Her yerde olan hiçbir yerde olamaz” şiarıyla çıkmıştık yola; “herkesin merak ettiği, ama kimilerinin ayrıca önemsediği” bir dergi olabilmek. Temel hedef bu olmalı. Yanlış anımsamıyorsam, “Bir dergi, aynı zamanda genel yayın yönetmeninin kişiliğini gösterir ya da kişiliğinin bir yansımasıdır” demiştiniz. Evet. Şiir ve sanat anlayışı bakımından, kişiliğinizin bir yansıması olan toplumcu sayılacak bir bakışı var derginin. Günümüz yazın dünyasında, özellikle edebiyat ortamının adeta dikensiz bir gül bahçesine ¥ döndürüldüğü bir durumu yaşa CUMHURİYET KİTAP SAYI 1024