Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
¥ maktayız. Egemen olan bu durumu da düşünürsek, muhalif kimliğiyle Sincan İstasyonu’nun, bu görevini yerine getirdiğini düşünüyor musunuz? Doğrudur, sadece Sincan İstasyonu değil, her dergi için geçerlidir bu. Yayın yönetmeni şairse daha geçerlidir bu durum. Onun şiir anlayışını, beğenisini yansıtır ister istemez. Ne kadar soğukkanlı davransa da yeterince nesnel olmayı başaramaz. Başarması da gerekmiyor bana kalırsa. Dergicilik dönemlerinde Necip Fazıl da öyleydi, Sezai Karakoç da, Cemal Süreya da. Daha başkaları da. Bu derginin siyasal bir ağırlığı, buna bağlı olarak da toplumsal bir misyonu olduğunu sanmıyorum. Daha çok edebiyat içi sorunlara eğilen, edebi gelişmelere daha içeriden bakmaya, ama eleştirel biçimde bakmaya çalışan bir dergi diyebiliriz. Bunu derken yazarı toplumdan koparıp, fildişi kulesinde değerlendirmeye çalıştığımızı söylemek istemiyoruz elbet. Günümüz edebiyatına, ağırlıklı olarak şiirine işleyiş yönünden ışık tutmaya çalışıyoruz. Küçük bir şiir okulu gibi bakanlar da var, şiir atölyesi gibi bakanlar da. Başta ben olmak üzere bu okulun en ön sırasında oturan öğrencileriyiz. Sık sık parmak kaldıran bir öğrenci olarak ama… Sizin de çok duyarlı olduğunuzu bildiğim bir konuyla ilgili sormak istiyorum. Hepimizce de bir insanlık görevi olarak kabul ettiğimiz “temmuz anmaları”, edebiyat dergiciliğimizin de sınıfta kaldığı sıradanlaştırılan bir yıldönümü anmalarına döndürüldü ne yazık. Birkaç derginin dışında yeterince duyarlık gösterilmediğini düşünüyorum. Özellikle, “Boşluğa Müdahale” gibi bir savla yayın yaşamına başlayan Sincan İstasyonu’ndan çok faklı bir duyarlık bekliyordum kendi adıma. Sincan İstasyonu, bu yılki anmasını Asım Bezirci’nin bir karikatürünü yayımlamakla mı kalmalıydı? O zatı hiç sevmem de, “Benzin vardı da biz mi içtik?” diye sorası geliyor insanın. Sivas kıyımının yıldönümünü bahane ederek bile olsa yazı geldi de biz mi basmadık? Birinden bu konuda yazmasını isteyebilirdiniz derseniz haklı olabilirsiniz. Bekledik demek ki… Baktık olmadı, sizin karikatür diye nitelediğiniz bir Asım Bezirci resmiyle birlikte hatırlattık bu insanlık vahşetini. Hem sonra niye yıl dönümüyle ilgili sınırlı kalsın ki bu olay? Niye 2 Temmuz’la? Dergimiz bu ve benzeri insanlık dramlarını lanetleyecek her yazıya, her ay ve her yeni sayısında açıktır. “ŞİİR SAVAŞ ARACI DEĞİLDİR” Şiir, insanlığa, daha güzel, yaşanılabilir bir dünya kurma savaşımında en büyük savaş araçlarından biridir. Küreselleştirilen bir dünyada insan teki, yalnızca kendine değil, toplumsal ve insancı olan her olguya, olaya yabancılaştırılmış durumda. Dahası, emek, onu üreten ellere/ sınıfa yabancılaştırıldı. Sincan İstasyonu bu yabancılaşmaya karşı ne gibi çıkış yolları öneriyor? Şair ve dergici Abdülkadir Budak’ın önereceği neler var bize, bu yabancılaşma ve ekin yozlaştırılması karşısında? Şiir, ne adına olursa olsun bir savaş aracı değildir. Şiire öyle büyük toplumsal işlevler yükleyenlerden olmadım hiç. Şiir, estetize edilmiş bir insanlık halleri, durumlarıdır. Daha çok iç konuşmaya karşılık gelir bende. Ötekiyle (okurla) empati kurmaya yönelik bir iç konuşmaya. Şiir yazmak ayrı bir meziyeti gerektirir. Çok kötü, insanlığa zarar vermiş biri de iyi şiirler yazabilir. Kendisinin bile inanmadığı şeyleri güzel söyleyip, bizim nazarımızda doğru bir hale getirebilir. Bunun karşıtı olarak da, dünya güzeli, dünya tatlısı birinden de bir tek dize çıkmayabilir. Bizim önceliğimiz, hemen herkeste olduğu gibi yazılanın şiir değeri taşımasından yanadır. Bütün bunları bile bile, şairin de “iyi insan” olmasından, yaşama biçimiyle de örnek teşkil etmesinden yanayız. Şiir, gücü ölçüsünde, insanın yabancılaşmasına, tektipleşmesine karşı koyabilir de; ne denli başarılı olur, bilemem. Dener en azından. Bir dergici ve bir şair olarak benim çıkış yolları göstermek gibi, reçeteler sunmak gibi bir yanım yok galiba. Dergi ortada. O neyse, yayın yönetmeni olarak ben de o kadarım ancak. Dergiye yazı, şiir yollayanların vebalini de üstlenerek… Biraz da tren, edebiyat, şiir ve şairleri konuşalım. Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkenin aydınlığa açılan yollarını şoselerle değil demir ağlarla kuran bir Atatürk ile karşı karşıyayız. İstanbul’dan, İzmir’den Ankara’ya trenle yolculuk yapan kimi şairlerin Sincan istasyonu’nda iner olduklarını öğrendik. Şiirin durağı Sincan İstasyonu artık; adını aldığı Sincan, daha önce Kudüs Çadır’ı, 28 Şubat Kararları ve tanklarıyla, anılırdı. “Demokrasiye balans ayarı” söylenen bu yerde şimdi, “şiire balans ayarı” mı yapılıyor? İmzasız bir yazının başlığı öyleydi çünkü… Çocukluğunu, gençliğini Sincan’da yaşamış biri olarak, beldemin Kudüs çadırıyla, tanklarla anılmasına gönlüm razı olmamış demek ki. Her yerde olduğu gibi Sincan’da da iyisikötüsü, sağlamıçürüğü var. Daha özeli de şu: Babam öldüğünde ortaokul öğrencisiydim. Yedi çocukla dul kalmış anneye katkıda bulunmak için okul çıkışlarında, bu istasyonda yıllarca su ve simit sattım. Sabahları annemi işine bu istasyondan uğurlar, akşamları onu getirecek banliyö trenini burada beklerdim. Sincan istasyonu bana, sadece bir şiir imgesi değil, anne ve ekmek parası demekti. Dahası var: “Sincan’da Bir Sokağın Balkondan Görünüşü”, “Sincan’da Şair Olmak” ya da “Sincan’da Ölmek” gibi şiirler, yazılar yazmış biri olarak; dergisine Sincan İstasyonu adını koymaz da ne yapardı? Ne diyordu İlhan Berk? “Her şairin bir şehri ya da bir semti olmalıdır.” Evet, Sincan benim için bir şehir ya da semt olmaktan öte bir şey oldu artık. Sincan İstasyonu oldu. Geçen iki yıla baktığımızda, karşımızda dergici Abdülkadir Budak var sanki. Oysa biz onu şair Abdülkadir Budak olarak biliyor, tanıyoruz. Sincan İstasyonu bütün zamanlarınıza el koyuyor mu? Yeni şiirler, yeni kitap tasarımları var mı örneğin? Ağırlıklı olarak Kitaplık dergisinde, çekinerek de olsa kendi dergimde yayımladığım şiirler oluyor. Şiir yazılarından oluşacak kitabım bu yıl içinde Yapı Kredi Yayınları arasında çıkacak. Geçen yıl Yunus Nadi Şiir Ödülü’ne değer görülen dosyam da seneye, aynı yayınevinden. Derginin, şiir çalışmalarıma ara verdirmesi şöyle dursun, aksine hızlandırdı. Yazı anlamında da daha üretken oldum. Başyazıydı, son yazıydı derken… Şu gerçeğin altını çizmeli: Sincan İstasyonu diye bir dergi var ve herkes, gelecek sayıda şiirin ya da sanatın hangi sorunlarını tartışmaya açacak ve kendi toplumsal penceresinden bize hangi çözümleri önerecek acaba diye heyecanla bekliyor... Bunları bazılarından olduğu gibi sizden de duymak çok güzel. Dergi ömrünü uzatır bu tür yekindirmeler. ? Sincan İstasyonu/Ağustos 2009/24. sayı SAYFA 15 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1024